<Eminönü-Sirkeci-Bahçekapu-Cağaloğlu> -V- 

Unutulan da değil. Aslında “Unutturulan” semtleri dense yeridir. Zira, şu an mevzumuz “Eminönü” olduğuna göre. Bizim iddiamızın doğruluk derecesini, meskur semtin hikayesi içinde arasak daha mantıki ve daha gerçekçi olacaktır. 

“Belde-i Şâhane” adına ziyadesiyle lâyık, dünyaca eşsiz ve emsâlsiz İstanbulumuz’un hemen her semti tabîki; kıyas kabul etmez özelliklere sahiptir. 

Dolayısıyla, bölümümüzün materyali olan “Eminönü, Sirkece, Cağaloğlu ve Bahçekapu” dörtlüsünün, nice bahse değer hikâyeleşmiş ve Belde-i Şahane’mizin tarihine katkıda bulunabilmiş vak’alar vardır ki, bunların sadece bir bölümünü dahi tam manada yazabilmek için; en azından hayli hacimli bir eser meydana getirmek lâzımdır. Ancak, konumuzun muhtevası açısından böyle bir çalışma imkânımız olmadığı için, Eminönü ilçesi ve kardeş semtler de dahil, en ziyade bahse değer vak’alarından birer demet misâli sunmaya çalışacağız. 

Hizmet bizden, inayet Hz.Allah’tan. 

Cennetmekân Fatih Sultan II. Mehmed Han zamanından beri var olan ve Konstantinopolis’in fethinden kısa bir müddet sonra tesis edilen Gümrük Eminliği Binası’na atfen binanın önündeki küçük meydana “Eminlik önü” adı tesmiye edilmiş, ne var ki, halkın yakıştırmasıyla, “Eminönü” şeklini almış ve mezkûr isim, asırlar boyu hiç bir değişime uğramadan günümüze kadar varlığını sürdürmüştür. Bizanslılar döneminde ise bu semtin adı; (Eminogi) imiş. 

Eminönü’nden Galata-Köprüsü’ne bakıldığında Köprü girişinin soluna düşen mahalde bulunan Gümrük-Eminliği binasının yerinde daha sonra inşa edilmiş olan “VALİDE HANI” adında bir han mevcutmuş. Lâkin, bu Han ve çevresi, (1956-1959) İstimlâk hareketiyle, kör kazmaların kurbanı olup, yoklara karışmışlar. 

Dolayısıyla; Eminönü-Bahçekapu-Sirkeci ve Cağaloğlu dahil, nasipse yazacağımız diğer semtlerin tümü de Kör Kazmayı tanımak bedbahtlığına uğramış olduklarını peşinen bilinmesi lâzımdır. 

Eminönü, Sirkeci, Bahçekapu ve Cağaloğlu semtleri, yekdiğerine yakınlığı ve bazı noktalarda adeta iç içe geçip kaynaşmış, bir potada erimişcesine yekvücut olmuş, bir elmanın iki yarısı darbı meseli semtlerdir. 

Asırlar boyu, ticaretin hemen her nevisinin sergilendiği; Eminönü, Bahçekapu ve Sirkeci üçgeni, roman yazarları için hayli materyal zenginliğine sahiptirler ki, günümüzde de aynı özelliklerini (2014) kısmen de olsa devam ettirebilmektedirler. 

Eminönü ve çevresinin Ticaret erbabları ve ikamet eden sakinleri daha ziyade “Karaim Yahudileri” olmuştur ki, “Karaköy” Galata cihetinde nüfus çoğunu teşkil ettiklerinden mezkûr mahali “Karai-Köy” yakıştırması ile ananlar olmaktadır. 

Eminönü bahis konusu olduğunda ilk akla gelen hiç şüphesiz “Mısır Çarşısı” olur. Çevresini kaplayan “Çiçek Pazarı, Kuşçular, Kuru-Kahveciler, Baharat ve Kökçüler, Kuru-Yemişçiler, Sabuncular, Kağıtçılar, Züccaciyeciler, Şarkütericiler, Toptancı Dükkânları, Zahire Depoları vs.” Muhtelif iş yerlerinin merkezi olarak dikkatleri çeker. Ancak, Eminönü-Balık-Pazarı’nı da asla unutmamak lazımdır. Hele, hele, Kuru-Kahveci Mehmet Efendi’nin arı gibi çalışan Dükkânı ki, Eminönü’nün simgelerindendir. Keza, Bahçekapu’nun simgesi meşhur tarihi “Hacı-Bekir Şekercisi” ki, takriben 225 yıllık bir maziye sahiptir. 

Mısır-Çarşısı’ndaki Şarkütericilerdeki; nefis pastırma, sucuk, acı-sucuk, salam, sosis, kaşar-peyniri, tulum-peyniri, beyaz-peynir, dil-peyniri, zeytin, zeytin-yağı, tere-yağı, muhtelif reçel, bal, bulama vs. en alaları bu mahalde bulunurdu. Günümüzde ise pek eskisi gibi olmasa da, yine de varlığını muhafaza etmektedir: (Ekim 2014). 

(1945-1965) yılları yâni, bendenizin bizzat yaşayıp, gördüğüm yıllar. İstanbul’un tarihi ve millî dokusu açısından en önemli yıllardır ki, günümüzde (Ekim 2014) o yıllardaki özelliklerin tümü yitirilmiştir. 

Nitekim, Eminönü ve çevresi de bu talihsizliğin dışında kalabilme şansını elde edememiştir!.. 

Dolayısıyla hemen her iş mahalinin, tarihi dokuları içinde, cüz’i de olsa kimliğini belirtmek elzemdir. Çünkü, bunun aksini uygulamak, Eminönü ve çevresini anlayıp, kimliğini tanıyabilmeye asla imkân yoktur. 

EMİNÖNÜ LİMANI:

Bilindiği gibi Eminönü sadece bir “İş Merkezi” olmayıp, aynı zamanda dünyanın sayılı “Ticari Limanları” kategorisinde yer alır. Bu özelliği ile İmparatorluğun ticari geliri açısından âdeta bir memba, yanî sahil hazinesi olmuştur. 

Bizans devrinde (Eminogi) adını alan bu sahil hazinesi, Fetihten sonra (Eminönü) olarak adlandırılmıştır. Bu değerli Liman; Haliç üzerindeki “Bahçe-Kapusu” ile “Odun-Kapusu” arasındaki bölgeyi kapsar. 

EMİNÖNÜ MUSEVİLERİ:

“Balık-Pazarı Kapusu” ile “Bahçe-Kapusu” arası, geniş bir alana yayılmış, Osmanlı Musevileri’nin bir kolu da “Galata” yâni Kara-Köy’de idi ki, bunlara “Karait” veya “Karaim” Yahudileri denmiştir. 

Yeni-Cami çevresi dahil, Bahçe-Kapu mıntıkası Yahudileri’ne, Edirne-Yahudileri denmiştir. Bu duruma göre, birincileri Kafkaslar’dan, ikincileri de Edirne’den Payitahta göçmüşler ve tabii ki, Sultan II. Bâyezid Hân döneminde ülkemize göçen, “İspanyol-Yahudileri” her iki kategorinin dışında olarak, bilahare diğerlerinin aralarına karışmışlardır ve bunların toplu ikâmet ettikleri mıntıka ise “Balat-Kapusu” idi. 

1492 yılında, İspanya ve Portekiz’den kovulan (900,000) Yahudi’nin büyük kısmı (300,000 kişi) Payitaht İstanbul’a gelerek yerleştikten sonra, Padişah II. Bâyezid Hân; Rum ve Ermeniler’in malik olmadıkları imtiyazlar bahşederek, onları umduklarının fefkinde onurlandırmıştı. 

İspanya ve Portekiz’den göçmüş bulunan ve (Sefaratlar) diye adlandırılan bu Yahudiler; nasıl bir hizmet karşılığı böylesi mükâfatlara layık görülmüşler ise, bu noktaya meçhul kalmış veya bizim meçlumüzdür?.. 

Dahası, aynı Padişah’ın fermanıyla: Hiçbir Yahudi’ye, Yahudi denmemesi, sadece “Musevi Cemaati” olarak bilinmesi ve “Musevi” adı ile anılması emredilmişti. 

Ne garip bir tesadüfdür ki, asırlar sonra Sovyet-Rusya Devlet Başkanı Lenin de: “Bundan böyle Yahudilere sadece “Yoldaş” denecek ve hiçbir surette “Yahudi” adı kullanılmayacak emrini kanunlaştırdı ve sırf bunun için özel kanun çıkartıldı ki, ilki ile ikincisi arasında, şekil değişik de olsa, mânada değişen hiçbir husus yoktur!... 

Bizanslılar’ın “Neorion” adını verdikleri “Bahçe-Kapusu”nun bir diğer adı, Yahudi mahallesine yakın olduğu için, “Oraia Pile” “Yahudi Kapusu” idi. 

Yine mevcut kayıtlara göre, XVI. Asırda, “Çıfıt Kapusu” denmiştir. Nitekim, “Gylius, Gerlach, Leonclavius” vs. gibi bir çok yabancı seyyah ve ünlü seyyahımız, merhum Evliya Çelebi dahi bu adı zikretmişlerdir. 

Dr.Paspatis ise Eminönü Yahudi Cemaati hakkında şu enteresan kaydı düşmüştür, aynen geçiyoruz: 

(--: Yeni Cami’nin bulunduğu yer, XVII.asra kadar “Karai-Yahudileri”ne aitti. Onlar bu sahanın, “Bizans İmparatorluğu devrinde kendi cedlerine verilmiş olduğu iddiasını ileri sürerlerdi. 

Cami inşa edildiği vakit, buradaki Yahudilere Has-Köy’de evler verildi ve mezkûr cemaatimin oraya naklolunan 40 mensubuna, kayd-ı hayat ile vergilerden muaf tutuldu. 

Bunların Eminönü’ndeki “Sinagogları”nın bulunduğu arsa, kanunen satılamadığı için, Cami adına yılda (32 kuruş icare) verildi. Yanî, yılda 32 kuruş kira bedeli.) 

YENİ-ÇERİ—YAHUDİ MÜNASEBETLERİ VE

YENİ-ÇERİLERİN MEYDANA GETİRDİKLERİ DEHŞETENGİZ GÜNLER

Mevcut tarihi kayıtlara göre, merhum, Fatih Sultan II.Mehmed Hân, “Özel Hekimi ve Mâli Müşaviri” Yahudi asıllı ve asıl adı, “Maestro Jacopo” olan meşhur “Yakup Paşa”. Venedikliler tarafından rüşvet karşılığı elde edilerek, Cihan Sultanı’nı “zehir marifetiyle” öldürmesini istemişler ve böylece Cihan Sultanı Fatih II.Mehmed Hân alçakca şehit edilmiş ve Vezir-i Â’zam, Karamani Mehmed Paşa’nın hasımları tarafından, Yeni-Çeriler kışkırtılarak, Vezir-i Â’zam Karamani Mehmed Paşa’nın üzerine sürülmüş ve galyana gelen Yeni-Çeriler, ilk Yahudi Hekim, Yakup Paşa’yı anında linç etmişler ve değerli Vezir Karamani Mehmed Paşa da aynı feci akibete uğramıştır: (1481). 

Ne var ki, bu tüyler ürpertici trajik vak’a bu kadarla da kalmamış, Bahçe-Kapu civarındaki “Edirne-Yahudileri”nin mahalleleri başta olmak üzere; Venedikli, Florensalı Tacirlerin evleri ile dükkânları da saldırıya uğrayarak; yakılıp, yıkılmış ve böylece yerle yeksan edilmiş ve bu dehşetengiz ayaklanma hareketi (18 gün) sürdükten sonra, Payitaht Muhafızı, “İshak Paşa”nın, dağıttığı altunlarla ancak bastırılabilmiştir. 

Bu bölümün devamı, önümüzdeki sayıda kaydedilecek ve azınlık olmanın ne yaman bir acı olduğunu meydana koyacak, vesikalar siz değerli okuyucularımıza sunulacaktır. 

Bu bölümü okuyanlar, yanılıp da bizi “ant-i semitist” sanmasınlar. Zira, külliyen yanılmış olurlar. Kaldı ki, azınlığa mensup bir yazarın, böylesi iddialarda bulunması kadar yanlış bir şey olamaz!... 

Olsun, Ant-i Semitizm ve olsun Asimilasyon her ikisi de tek bir noktada birleşir: Jenosit! 

Bana göre bilhassa “ırkçılar” sadece kendi ırkdaşlarıyla yaşamayı onun dışında bir hayatı hiç mi hiç düşünmeyen, başka milletlerin arasına girdiği zaman, ürperen, kendini tamamen yalnız hisseden bir nevi “ruh hastası” kimselerdir. “6-7 Eylül hadiseleri” böylesi fikir sahiplerinin meydana getirdiği faciaların ancak birisidir!... 

Saygıdeğer Okuyucularım, İnşallah yeni bölümde buluşabilmek ümidi ile cümlenize hayırlı haftalar diliyorum efendim. 

<Devam Edecek>

Not: Yazıdan herhangi bir pasaj alınması halinde gazetemize müracaat edilmesi gerekmektedir.