<Çarşıkapu-Kapalıçarşı-Mahmudpaşa>

-III- 

Denecektir ki: “başlıkta adı geçen mahalleri hemen her nesil bilir, ayrıca tanıtıma ne lüzum var?...”

Hayır! Bu görüş yanlıştır. Zira, her dönemin kendine has özellikleri vardır. Hele; “1945-1965” İstanbul’unun semtlere göre, günlük yaşantısı apayrı bir hususiyet taşır. Çünkü; “Kültür değişmeleri”nin baş gösterdiği geniş bir zaman dilimi içerir. 

Çarşı-Kapu girişi; Bâyezid’in bittiği noktada başlar. Bu neresidir? Azak-Tiyatro Yokuşu’nun başladığı noktadadır. Yokuşbaşı’nın çıkışında, Kapalı-Çarşı’ya giden yolun başında veya biraz ilerisinde sol kola düşen dükkânların içinde yer alan meşhur “Rus-Börekçisi” vardı, onun imalatı olan kol-böreği ve poğaça’nın tadına doyum olmazdı. Ustalarına kol-böreği almaya gelen çıraklar arasında ben naçiz kulunuz da yer almakta ve tezgâhta bulunan servis börekçisine: “Abi! Bana on kuruşluk talaş verir misin!” der, Börekçi de börek talaşı arasına ufak tefek börek parçaları da katar ve bizlere verirdi. Börekçi’nin bulunduğu sokak, baştan sona muhtelif kundura dükkânları vs. ile dolu idi. Sokağın sol tarafındaki yani Bâyezid’e dönen sokakta ise bir zamanlar kendinden çok söz ettiren meşhur kunduracı hanlarından “ÇATAL-HAN” mevcuttu. Daha nice iş yerlerinin bulunduğu ve hayli yer kaplayan bu ada, 6-7 İstimlak Hareketi esnasında, kör kazmanın kurbanı olarak yoklara karışıp gitti... Ancak, istimlâk esnasında, Azak-Tiyatro yokuşu üzerinde dükkân bulan “Rus-Börekçisi” derhal ortaya taşınıp, sabit müşterilerini öksüz bırakmadı. 

Kapalı Çarşı’ya gelince. Dünyaca meşhur “KAPALI-ÇARŞI”nın Bâyezid Kapusu’ndan girdiğinizde, Kolonyacılar ve Kavafiye, Tuafiye vs. dükkânlar karşılıklı bir diğerini izlerdi. Bilhassa kuyumcu çırakları, çarşı’nın gece bekçileri tarafından içeri alınır ve Kuyum Ustaları’nın merkezini teşkil eden meşhur, “ÇUHACILAR HANI veya ÇUHACI-HANI”nın çarşı tarafındaki Kapu’su açılana kadar, Çarşıda barındırırlardı. Çırakların en büyük zevki ise; Çuhacı-Han’a yakın mesafede ve köşe başında yazları; Dondurma ve Meyva suyundan imâl edilmiş “Sıcak Süt” satan meşhur “Dondurmacı Sinan Ağa’dan bizzat imal ettiği “Çatal-Çörek ve Açmalar”dan alarak sahlep veya sütle yiyip içerken, sohbet edebilmekti. 

Tabii ki, bu mutlu anı her daim yaşamazlar, ancak bazı eli açık müşterilerden bol bahşiş (1 Lira veya 50 Kur.) alabildiklerinde mümkündü. Bahsini ettiğim çırakların çoğunluğunun velileri fakir insanlardı, bu sebeple, arzu ettikleri halde, çocuklarına dilediklerini alabilmekten yoksundular. Hemşehirlilerin İslâmı da, Hıristiyan ve Yahudisi de aynı konumdaydı; ne bir eksik, ne bir fazla. Zengin olanları parmakla gösterilebilecek derecede azdı ve o yılların zenginlerinin başlıca meziyeti; semtlerinin fakir ailelerine yardım ellerini uzatmaları ve fakirleri kıskandıracak şekilde göze batan hareketlerden kaçınmalarıydı. 

Ne var ki, o yılların çocukları velileri gibi düşünmemekte olsa gerek ki, fırsatını bulduk mu, duran otomobillerin tekerleklerindeki, lasitk spoplarını bastırır, havasını söndürmeye çalışırdık... Futbol oynamak ise, hemen hepsinden ağır basar, ilk okuldan itibaren hemen her çocuğu cezbederdi. Ancak, maddi yetersizlik sebebiyle; kâğıt veya bez toplar, gerçek futbol topunun yerini tutmaya çalışırdı. Şayet birimizin babası oğluna hakiki futbol topu almışsa, o arkadaşımız Takım Kaptanı olma hakkını elde eder, Kapitalizmin kan emici gücü, böylece küçük yaşlarda bizlere kendisini tanıtmış olurdu!.. 

KOVBOYCULUK-ASKERCİLİK VE FUTBOL OYUNLARI

İstanbul’un “Suriçi” çocukları: “Kovboyculuk, Askercilik, Futbol” gibi oyunlarından ayrı bir de; “Çelik-Çomak, Topaç çevirme, Milye ve Misket oynama, Uçurtma-uçurma, saklanbaç ve birdir-bir oynama, kışları kızak kayma, kar-topu oynama, “Kardaan-Adam” heykeli yapma gibi oyunlarla” günün tadını çıkarmaya bakarlardı. 

Bilhassa (1940)’lı yıllarda yakamıza yapışan (ABD) kültürü, o yıllardaki çocuklarda bilhassa “Kovboy”culuk oyunları pek rağbet görürdü. 

Mezkur handaki çıraklar, öğle paydoslarında bir araya gelerek, grup, grup toplanır birbirlerine gördükleri kovboy filmleri anlatır ve ayrıca misket oyunları oynarlardı. 

Kapalı-Çarşı’nın “Kuyumcular” bölümü ayrı bir güzelliğe sahipti. Ancak, bu meyanda Çarşıya bitişik “Kürkçüler-Çarşısı” ve Nur-u Osmaniye’ye giderken sol kolda bulunan dükkânlardan meşhur işlemeci dükkânında çalışan Yenikapulu Elmas Ablamız’ın; el emeği, göz nuru ile meydana getirdiği işlemeler, hiç şüphesiz birer san’at eseri olarak elden ele dolaştırılırdı. Merhum Elmas Ablamız, yakın arkadaşım (şu an ABD’de yaşamaktadır) Ermeni asıllı Sarkis’in ablası idi. Babaları Ekmekçi olduğu için, onlara “Ekmekçi’nin çocukları” denirdi. 

Elmas Abla’nın dükkânı’nın sırasında yer alan ve yıllardır hizmet sunan meşhur “Çarşı-Muhallebicisi” vardı. Alış veriş ve bir de gezmiş olabilmek için Kapalı-Çarşı’ya gelen hanımların rağbet ettikleri bir dükkândı. 

Ne acıdır ki, mezkûr Muhallebici Dükkânı, zamanın meydana getirdiği materyalist zihniyetin yavaş, yavaş İstanbul halkını sarmaya başlaması sebebiyle, Kuyumcu Mağazası olmuş ve böylece nice hatıraları bağrında taşıyan Muhallebici yoklara karışmıştır!... 

Kapalı-Çarşı’nın bir Muhallebicisi daha vardı. Meşhur “Çukur-Muhallebici” olarak hizmet sunmuş bulunan bu tarihi dükkan; Kuyumcular Caddesinin bittiği ve Halıcılar ile Tuhafiyeci dükkânları’nın merkezine düşen ve bir çukurda yer alan “Akar Çeşme”nin arkasında, iki katlı, küçük ve fakat pek şirin bir dükkâncıktı. Bu tarihi dükkânı da bir şekilde sözde restore edilerek, küçük çapta Kuyumcu Mağazasına çevirmişler ve eski şeklinden eser kalmamıştı ki, günümüzde de daha başka bir şekle sokulmuş ve yine Kuyumcu Mağazası olarak, acınacak varlığını sürdürmektedir... 

Fesçiler, Kalpakçılar, Plakçılar, Mobilyacılar, Aynacılar, Örücüller, İşlemeciler, İç-Bedesten, Sandal-Bedesteni, Yazmacılar, Kösöleciler, Meşinciler, Perde ve Tülcüler, Muşambacılar, Dericiler, Patikçiler ve meşhur Zincirli Han ki, Kuyumcular’ın değer verdikleri bir çok usta bu handa çalışmış ve çalışmaktadır. Çuhacılar Hanı’na yakın mesafedeki küçük “Varakçı Han”da da bir çok Kuyum Ustası çalışmış ve hâlâ çalışmaktadır. Koca bir yangın geçirmiş ve restorasyon derken aslından bir çok “26 Kasım 1954” değerini yitirmiş bulunan çilekeş Kapalı-Çarşı: (Nur-u Osmaniye, Mercan ve Bâyezid üçgeni arasında yer alan Kapalı-Çarşı: 64. Cadde ve Sokağı, iki Bedesten’i, “Sandal Bedesteni ve İç Bedesten” 16. Han, 22. Kapu, yaklaşık 3600 dükkân ile dünyanın en eski ve en büyük alışveriş merkezidir. Üstü kapalı olarak, 4,500 metrekare alana sahiptir. “Sandal Bedesteni” adı; Pamuk ve İpekten dokunan değerli bir kumaşın “Sandal Bedesteni” adını alması ve bu mahalde satılması sebebiyle satışın yapıldığı yer bu adı almıştır. 

MAHMUT-PAŞA ÇARŞISI

Kapalı-Çarşı’yı, Eminönü’ne bağlayan bir yokuş olmasına rağmen, en az diğer pazarlar benzeri iş yapan ve İstanbul halkı tarafından benimsenmiş olan bir mahaldir. 

Kapalı-Çarşı çıkışına yakın bir mesafedeki dar sokak bir zamanların meşhur “Tarakçılar Çarşısı” idi. Yokuşun hemen merkezinde bulunan “Akarcaların” karşısına düşen mahalde meşhur, “Mahmutpaşa Hamamı” vardı ki, günümüzde çarşıya çevrilmiştir. Biraz daha aşağıya inildiğinde meşhur “Kolonyacılar Hanı” mevcuttur. 

İki taraflı silme dükkânlarla bezenmiş bulunan bu tarihi yokuş sabahın 9’unda, akşamüstüne kadar adeta insan seli misali dolup, dolup taşar. Orta yerinde silme bütün yokuş işportacıların seyyar tezgâhlarıyla dopdolu olur: (Al Abla Al! Topatan tüccarın mallarıdır bunlar!) diye çığırtkanlar haykırırcasına bağırır: (Elbiseciler, Ayakkabıcılar, Tuafiyeciler, Muşambacılar, Züccaciyeciler, yaz günleri soğuk şerbet satanlar: (İç, İç İç! Dinlene, dinlene iç! 32 dişi donduruyor!) diye bağıran şerbetçiler, simitçiler vs.) onca kalabalığın arasından yol bulup, geçebilen böylesi satıcılar ise, kendilerince ortama uyum sağlamaya çalışırlardı ve hâlâ öyledir. 

Mahmut-Paşa’nın başlıca özelliği hemen her mamülün ucuz satıldığı bir mahal oluşuydu. Esnaf ve fakir olanların çocuklarına veya yetişkin kızlarına herhangi bir nesne almaya mecbur kaldıkları zaman ilk akıllarına gelen Mahmut-Paşa olurdu. 

Yokuşun hemen bitiminde tam karşıya düşen bir Muhallebici vardı ki, o mahalin esnafı daha ziyade bu dükkânda kahvaltı ve öğle yemeği yerlerdi. Civar aşçılarına ise, patronlar gidebilirdi ve onlar giderlerdi. Zira, kalfa, işçi sınıfı için, bu lokantalar tamamen lükstü. Muhallebici’nin sağına düşen sokak doğrudan “Saatli Meydana” çıkardı. Bu meydandaki dükkanların çoğunluğu kumaşçılardan kurulu idi ve ben dahil bazı arkadaşlarım buradaki dükkânlarda çalışmıştır. Benim çalıştığım dönem üç ay sürmüş ve ilk fırsatta ayrılmıştım ki, bu mesleği pek sevmiş değildim. Benim dünyam; “Pardayanların, Üç-Silâhşörlerin, uçsuz, bucaksız Denizlerin kahraman Kaptanlarının dünyasında yer almaktaydı!... 

Çocukluk yıllarımın en popüler çocuk mecmuaları şunlardı: “1001 Roman”, “Çocuk Haftası”, “Yavru Türk”, “Ateş çocukları” vs. Ayrıca ay’da bir neşredilen “1001 Roman Özel Sayı”sı vardı ki, hemen her sayısını 1001 Roman’ın kahramanlarından birisine ayırırdı. Mevzubahis mecmuanın kahramanları ise şunlardı: 

(TARZAN, KIZIL MASKE, SİHİRBAZ MANDRAKE, KAHRAMAN TAYARECİ GABİİN, YILDIRIM POLİS KİNG, İKİ İZCİ, MASKELİ SÜVARİ, KAHRAMAN PİLOT: BRİK BRADFORD, POLİS HAFİYESİ X-9, BAY TEKİN VE BAY ÇETİN, PALABIYIK KOVBOY.) Resimsiz romanlardan bazıları ise şunlardır: “BİZANS’I DEVİREN TÜRK, YEŞİL MUMYA, MACERA ÇOCUĞU, BEYAZ ATLI SİPAHİ vs.) 

Bilhassa özel rağbet gören “1001 Roman” çocuk mecmuası, Pazartesi günleri neşredilirdi, fiyatı ise: “Yeni sayı: 5. Kur. Eski sayı ise: Yüz-Para idi.”

Türk tarihini, çocukların anlayabileceği üslupla anlatıp, sevdiren başlıca çocuk mecmuası ise: “ÇOCUK HAFTASI” adıyla neşredilen mevkute idi. 

Evet! Bizim neslimizin çocuk mecmuaları, unuttuklarım olabilir ve bu sebeple özür diler, yeni bölümde buluşabilmemiz dileğimle cümle okuycularıma hayırlı yarınlar dilerim efendim. 

<devam edecek>

Not: Yazıdan herhangi bir pasaj alınması halinde gazetemize müracaat edilmesi gerekmektedir.