<Kemaliye Cad. Aksaray, Laleli-Bâyezid>  - I- 

Kemaliye Caddesi ile diğer iki semtin birlikte kayda geçilmesindeki başlıca sebep, doğrudan yekdiğeriyle bağlantılı oluşlarıdır. 

En azından benim neslimin (1933) rahatlıkla hatırlayacağı gibi, Kemaliye Caddesi’nin doğrudan Aksaray’a bağlantısı olduğu için, suriçi halkının başlıca ulaşım kapusu idi ki, hâlâ öyledir. 

Yeni-Kapu Tren Garı çıkışı caddeye çıkar çıkmaz Kemaliye Caddesine girdiniz demektir. Mezkûr caddenin Gar çıkışı sol tarafı büyükçe bir bostan, sağ tarafında ise “Küçük-Vlanga”ya giden Keresteciler bölümü mevcuttu ve tabii günümüzde bu blok tamamen değişmiştir: (28 Eylül 2014). 

Mevzubahis bostanın bulunduğu mahal günümüzde bir çok kazıya sahne olarak, arkeolojik bir hüviyete bürünmüş ve Yeni-Kapu kazı alanı olarak adlandırılmıştır ki, bu tamamen yanlıştır. Zira, kazıların yapıldığı alan, Yeni-Kapu dışında kalan, “Büyük Vlanga Limanı”nın bulunduğu mahaldir. Yeni-Kapu ise, Tren Garı’nın deniz tarafında bulunan bölümdür ki, zaten eserimizde bu mahal hakkında yeterli tanıtım mevcuttur. 

Bahsi geçen bostan’ın Aksaray gidişi bitim noktasından 2-3 yüz metre ilerisinde bir kıraathane mevcuttu ki, hemen sol tarafı “Yedikule/Bahçekapu” tramvaylarının geçtiği sokağın başı idi. 

Bahsi geçen kıraathâne’nin adı “BOZKURT KIRAATHÂNESİ” idi ki, günümüzde tamamen yoklara karışmıştır... 

Bozkurt’un müdavimleri, Vlânga ve civarında ikamet eden, Rum asiller ile Türk Beyefendiler idi. Bilhassa Pazar sabahları Vlanga Rum Kilisesi’nde ibadetlerini ifa ettikten sonra gayet temiz şık kıyafetleriyle mezkur Kıraathane’ye gelir kapu önü veya içeride oturup sohbet ederlerdi ki, günümüzde ne o Kıraathâne, ne de o Beyefendi Türk ve Rum müşterilerden eser kalmıştır... 

Yedi-Kule Bahçekapu Tramvayı köşeyi dönüp de Aksaray’a doğru hızlandı mı, semtin çocuklarından gözü pek olanlar Tramvay’ın basamağına sıçrar ve böylece Aksaray’daki Tramvay durağına yakın mesafeye kadar giderlerdi. Durağa kadar gitmemelerinin sebebi ise; yakalanıp, dayak yemek korkusu idi. Evet, korkarlar ve hem de buna rağmen tramvaylara atlar dururlardı... 

Bu yaramazların en gözü peklerden birisi Yeni-Kapulu meşhur Topal Garbis gidi. Ermeni asıllı Garbis, bir seferinde tramvay’ın altına kaymış ve böylece bir ayağını kaybetmişti. Meşhur Mücevher taşı mıhlayan nadir ustalardan olmuş bulunan Topal Garbis gayet yakışıklı bir şahıstı. Merhumu tanıyabilme şansım olmuştur, ne de olsa Yeni-Kapulu idim. 

Aksaray Tramvay Durağı hemen yanındaki gazete bayii ve ayakkabı boyacısı, görüntüye renk kazandıran nesnelerdi. Durak gazetecisinden bir gazete alıp, tramvay’a binmek; okula ve işe giden insanların başlıca zevki idi. 

Aksaray-Tramvay Deposu: Meşhur Aksaray Sebze ve Şarküteri Pazarı’nın hemen yanındaydı. Aksaray’a gelen tramvaylar pazarın içinden dönerek mezkûr durağa gelirler ve oradan da yeni sefere çıkarlardı. Tramvay Deposu girişine yakın ve pazarın hemen ağzında bir de küçük bir park yapılmış ve pazara gelen kadınlar bu parkta dinlenirlerdi. Depoya yakın olan bir de “Çorap-Fabrikası” vardı. Aksaray’ın, Etem Pertev Bey’e ait bir eczanesi vardı. “Etem Pertev Eczanesi” adıyla bilinen mezkûr Eczane’nin, cilt kremi de meşhurdu. 

Aksaray Pazarı dönemecinde bir Ermeni doktor’un kliniği vardı ve Dr.Esayan olarak bilinen bu doktor’un koyduğu teşhisler hemen, hemen hiç şaşmazdı. Ayrıca Kemaliye Caddesi’nin Aksaray’a yakın mesafede meşhur “Salim Eczanesi” vardı ki, Ermeni asıllı Eczacı Salim’in vefatından sonra oğlu çalıştırmaya başladığı Eczane’nin adını değiştirdi ve “Sarın Eczanesi” adını koydu. Halen faaldir: (2014). 

Pertevniyal Lisesi: Aksaray Valide Sultan Camii’nin hemen yanında yer almakta olup, Atatürk-Bulvarı çıkışındadır. Aksaray’ın meşhur bir Hamamı ve “Aynur Sineması” adında küçük bir sinema salonu vardı ve tabii meşhur “Aksaray Karakolu” ayrı bir değer taşırdı ve yatırları ise onun ayrı bir değerini temsil ederlerdi. Hele, dillere destan Evliyaları başka semtlerde dahi anılırdı. Meselâ; “Mumcu Dede” hemen, hemen bütün Aksaray ve çevresinin dillerinden düşmeyen bir ulu kişi idi. 

Eski İstanbul’un kışları pek zorlu olurdu, hele karşı ve fırtınalı geceleri sıcacık evlerinde rahat, rahat sohbet edebildiklerine dair Cenab-ı Hakk’a sonsuz şükranlarını sunan Aksaraylı aileler. Bir yandan da, “Mumcu Dede”nin kapılarını çalması için de ayrıca dua ederlerdi. Şöyle ki: bilhassa fırtınalı gecelerde kapılarını çalan Mumcu Dede’nin, onlara büyük şans getireceğine inanırlardı. 

Gerçekten de mezkûr eren kimin kapısını çalarsa o ailenin işi açılır, sıkıntılarından kurtulurmuş. Bunun aynen böyle olduğunu hemen her kadim Aksaraylı doğruluğunu tasdik etmiştir. Olay aynen şöyle cereyan etmekteymiş: Karşı fırtınalı bir kış gecesi, herhangi bir evin kapusu çalındığında, hane halkı hiç düşünmeden sokak kapusunu açar ve bir elinde tahta bir çanak, diğer elinde de avuç içiyle korumaya çalıştığı bir mumun titrek ışığında; ak sakallı yaşlıca bir zat, selâm verdikten sonra bir tas yiyecek rica edermiş ve böylece yemeği aldıktan sonra geçer gidermiş ki, o hane sahibinin de talihi açılır ve işi, gücü düzelirmiş. Dahası o mumun söndüğü hiç mi hiç görülmemiş!... 

Osmanlı Tarihi açısından pek eski bir geçmişe sahip bulunan Aksaray, Sur-içi İstanbul semtleri içinde en ziyade dikkati çekenlerdendir: Büyük şahsiyetler, Evliyalar, Sanatkâr ve zenaatkârlar, pehlivanlar ile külhaniler yetiştirmiş bir semt olarak, Osmanlı tarihine renk katan semtlerin başta gelenlerindendir. 

Yeni-Kapu Tren Garı’nın kara yönü çıkışından itibaren başlayan Kemal-Paşa Caddesinin merkezini teşkil eden “Küçük Vlanga”ya gelindiğinde, Aksaray hududuna girilmiş olur ki, bu hayli geniş bir alanı kaplar. Çocukluk yıllarımı kapsayan (1938-1948) Aksaray’ın daha ziyade dikkatlere çeken özellikleri ise özetle şuydu: Meşhur Aksaray Pazarı, Aksaray Hamamı, Aksaray’ın “Aynur Sineması”, Aksara Karakolu, Aksaray Yatırları, Aksaray Tramvay Deposu, meşhur Bulvar Sineması’nın hemen karşısına düşen Aksaray Tramvay durağı ki, genç aşıkların randevulaştıkları bir mahaldi. 

Hemen her birisi Osmanlı Mimarisi’nin birer emsalsiz abidesi konumundaki “Selâtin Camileri ile Mescitleri” bu eserimin dışında tutmaktayım. Zira, bu eşsiz, emsalsiz sanat şaheserlerinin ilham kaynağı, hiç şüphesiz; İslâm aleminin ruh derinliğinden fışkıran, emsalsiz bir inancın abideleri olarak varlıklarını ebede kadar sürdürebilecek bir konumdadırlar. 

Bu çalışma sadece unutulmaya terk edilmiş semtleri yeni nesilere tanıtabilme gayesinin ürünüdür. 

Varlığını (1959-1957) İstimlak hareketine kadar, tam bir Şark Pazarı görünümünde, varlığını sürdürebilmiştir. Gerçi günümüzde de mevcut bir bölümü durmaktadır ama, ne yazık ki, o eski görünümünden eser kalmamıştır... 

Çocukluk yıllarımda, rahmetli babamın sayesinde görebildiğim, Meşhur “Bağdat Hırsızı” filmini, ne zaman rahmetli Anamla Pazara gitsek hatırlar, bizim Aksaray Pazarı’nı hayalimde ona benzetmeye çalışır kendimce serüvenler yaşardım... 

Bizim pazarımızın görünümü şuydu: Sebzecilerin sabit sergileri yer, yer karşılıklı ve yer, yer de tek sıra halinde, aynen bir peyzaj Ressam’ının tuvalinde nakşetmeye çalıştığı bir Pazar yerinin renk cümbüşü içinde seyrimize sunduğu bir tablo görünümü bana ziyade tesir ederdi. 

Bu meyanda: Kasap, Ciğerci, Tavukçu, Bakkal, Şarküteri-Turşucu, Baharatçı, Karamela-Şekercisi, Börek ve Baklavacısı vs. dükkânları da karşılıklı dizilerek dekoru tamamlardı ki; emektar tramvay aralarından kıvrılarak, tramvay deposu istikametinden kıvrılıp Kemaliye Caddesine çıkardı. 

Böylesi bir ortam içinde yayalar, daracık yaya geçitlerinde, birbirlerine sürtünerek yürümeye çalışır ve böylece alışveriş işlemi biraz zor olurdu ama, hemen hiç kimse durumundan şikayetçi olmazdı. 

Evet bu gerçekten görülmeye değerdi. Zira, bütün bu sıkıntılara rağmen sur-içi halkı; satıcısından alıcısına varıncaya kadar; hep birlikte neşe içinde pazarın tadını çıkarmaya çalışmaları idi!... 

Pazarcıların çığırtkanlıkları, çocukların feryatları vs. hemen hepsi de Pazar alış-verişine gelenlerin kulaklarına, adeta bir musiki misali hoş gelirdi!... 

Pazarcıların yakışıklı ve genç çığırtkanları kendilerine has has şive ve nağmeleriyle: (Ayşeleri Beykoz’un, Kabağa gel, Kabağa... Okka, Okka 15’e bende şaştım bu işe?!... Müşteriler peş, peşe pazarcı Yusuf’u boş geçme... Hanım abla pek nazlı, pazarcı Ali top attı...) 

Yukarıda kayda geçtiğim gibi, bunlara benzer daha nice tekerleme ile sattıkları sebzelerin tazeliği ile haklı olarak övünürlerdi ki; taranmış saçları, tıraş olmuş temiz yüzleri, tertemiz önlükleriyle Aksaray pazarcıları, gerçekten görmeye değerdi. 

Hele Tramvay Deposu bitişiğindeki “Minik Pazar Parkı” ve mezkûr pazara uygun banklar üstünde Pazar yorgunluklarını geçirmeye çalışan genç, yaşlı ev hanımlarının aralarındaki sohbetler, gerçekten dinlemeye değerdi: (Ay komşu hiç sorma! Frenkler azmış, savaş çığlıkları bütün frenkistan’ı sarmış! Alamanlar ise, haklı mı, haksız mı bilinmez? İngiliz gâvuru ise, malûm; İstanbul’umuzu işgalle kirletmiş, Mehmetçik zor kurtarmıştı!...) 

Evet! (1930’lu 1940’lı) yılların İstanbul’unda, böylesi münevver İstanbul Hanımları da vardı ve kaderin cilvesi, varlıktan yokluğa düşmüş bulunan bu aristokrat ailelerin çocukları şimdi Aksaray pazarında dertleşiyorlardı!... 

Biliyorum, bu adam atıyor diyenleriniz olacaktır. Yadırgamıyorum. Zira, sizlere yani yeni nesillere: (İstanbul “Ulan! İstanbul insanı da, kadını zır cahil, erkeği ise hilekâr, madrabaz sınıfından parazitlerden müteşekkildir...) inancı aşılanmıştır... 

Evet! Tekrar ediyorum; Cümlemizin başının tacı İstanbul’umuzun Hanımları arasında böylesine münevver olanları da vardı ve bunlar daha ziyade: (Aksaray, Lâleli, Şehzade-Başı, Fatih gibi, (30’lu, 40’lı) yılların mütena semtlerinde ikamet etmekteydiler.) 

Çok şükür ki, bazılarının konuşmalarını Aksaray-Pazarı Parkında Anamla birlikte otururken, duyup, dinleyebilmiştim ki, yaşça küçük olmama rağmen, onların asil görünümü beni büyülemiştir ki, hâlâ unutmam ve zaten unutamam!... 

- Devam edecek- 

Saygılarımla cümlenize hayırlı haftalar diliyorum efendim. 

Not: Yazıdan herhangi bir pasaj alınması halinde gazetemize müracaat edilmesi gerekmektedir.