UNUTULANLARDAN “SEMT-İ YENİ-KAPU” 

-I-

“HÜRRİYET” Gazetesi’nin “22 Ağustos 2014 Cuma” tarihli “KİTAP” ilavesinde, saygıdeğer Doğan Hızlan Beyefendi’nin, “İSTANBUL SADECE PERA DEMEK DEĞİLDİR” serlevhasıyla neşredilen değerli yazısını zevkle okudum ve hemen aynı konuya temas ederek, benim doğup büyüdüğüm ve de hâlâ unutamadığım, Marmara’nın sahil semtlerinden “Yeni Kapu” aklıma geldi ki, mezkûr semti defalarca; kitap ve makalelerimde her daim yazmış olduğum hâlde, menfi veya olumlu bir çağrışım görmedim ki, çok şükür yazdığı kitapları okunan bir yazar olduğum halde!... 

Her ne ise, biz mevzuumuza yani, Yeni Kapu semtinin tarihçisi ve sakinleri hakkında özet tanıtım yazımıza: 

Tarihi ve Osmanlı açısından maddi, manevi değer taşıyan, Marmara-Denizi sahillerinden Yeni Kapu semti (1760-1957) hemen her açıdan insanı büyüleyen özellikleri olan bir semtti. Günümüz insanı için (2014) sadece bir sahil semti olmanın dışında hiçbir mana ifade etmez. 

Meselenin en hazin yönü de, mezkûr semt, günümüzde nasıl bir görünüm sergiliyorsa, ona göre değerlendirilmekte oluşudur ki, bu durum ona karşı yapılan en büyük haksızlıktır diyebiliriz. 

Aslında Yeni Kapu, bir zamanlar sahil semtlerinin en mütena olanların saflarında yer alan ve Ermeni asıllı Devlet adamlarından en değerlilerinin ikamet ettikleri nefis bir sahil semti idi. Ermeni Amiralar içinde istisnai bir mevkii bulunan ünlü Devlet adamı “Bezciyan Amira” bu semtte doğup, bu semtte büyümüş (1771-1834) değerli bir Osmanlı Devlet adamı idi. 

Cumhuriyet döneminde de sur içi sakinlerine mesire olarak yıllarca hizmet sunmuş bulunan Yeni Kapu; “kadife döşemeli, mesire sandalları, sahil Çayhane ve Gazinoları, Yazlık Sinema bahçeleri” ile sur için İstanbul sakinlerinin asla unutmamaları icap eden bir mesire idi. 

Ne var ki, acımasız zaman mevhumu; kendisi ile birlikte sakinlerini de alıp götürdü!... Yani, onu gören, onu yaşayan ve de her zaman anan kadim İstanbullular da birer vesile ile kayıplara karıştı ve geride kalan 3-5 Sur-içi sakini de, bilhassa, “57 İstimlak” hareketinden sonra, kozmopolit bir akımın kurbanı olarak: “Acılı-kebap, Lahmacun, Künefe vs.” kokuları içinde, neye uğradıklarını anlayamadan, kaynayıp gitmişlerdir... 

YENİ KAPU SEMTİNİN DOĞUŞU : (1760)

VE

BÜYÜK VLÂNGA LİMÂNI

Yeni Kapu sahil semti, Osmanlı İmparatorluğu’nun, III.Mustafa Hân devrinde bizzat Padişah iradesiyle meydana getirilmiş bir sahil semtidir. Yani günümüzdeki kazılar dolayısıyla, Bizans başta olmak üzere, çıkarılan muhtelif medeniyetlere ait kalıntılar, asıl Yeni-Kapu sahiline ait olmayıp, “Büyük Vlânga Limanı Sahili”nden çıkartılmaktadır. Çünkü kazıların yapıldığı mahal, Büyük Vlânga Limanı bölgesidir. Dahası, (1760)lara kadar, Yeni-Kapu adıyla anılan herhangi bir sahil semti mevcut değildi. Dolayısıyla, kazı yapılan mahale mezkûr adı koymak veya yakıştırmak, bir fantezi olmaktan ileri gitmez, gidemez! 

BÜYÜK VLÂNGA LİMÂNI’NIN ÖZET TARİHÇESİ

Bizans devrinde mezkûr mahalde, büyük bir ticaret limanı mevcutmuş. Bir ikincisi ise; “Hâliç”de yer alan, “Keras-Boynuz”dur. Ancak, Hâliç Kapusu daha ziyade (Eminogi-Eminönü) ve çevresinin de dahil edilmesiyle bir bütün teşkil etmiştir. 

Eremya Çelebi devrinde, muazzam bir Bostan durumunda olan VLÂNGA Limânı, Bizans İmparatorluğu’nun başlangıcından itibaren mevcutmuş. İlk “Thodosisos” Limânı olarak kayıtlara geçmiş ve bilahare “Elefterıios” Limânı, yani Vlânga Limânı olarak bilinmiş. 

Bu tarihi Limân, Büyük Konstantin devrinden beri mevcutmuş. Bizans Tarihçileri’nin kayıtlarından da anlaşılacağı gibi Vlânga Limânı adının kullanılması ise, XII. Asırda gerçekleşmiştir. 

Mevzubahis Limâna en ziyade “Ticaret Gemileri” yanaşır, Gemilerden boşaltılan muhtelif cins mallar; Vlânga Limân Caddesi’nden geçirilerek, Aksaray’a varılır ve oradan da, Konstantiniyye’nin her tarafına dağıtılırmış. 

Zaman içinde tabii olarak muhtelif değişikler zuhur edince, Limân önemini yitirmeye başlamış ve böylece; Lycus-Bayrampaşa deresi’nin getirdiği kum ve çakıllarla dolmuş ve bu durum karşısında semtin sakinleri, mevzubahis mahalli muazzam bir Bostan’a çevirerek, bu açıdan istifade yolunu açmışlar. 

Bahsi geçen Limanın Deniz yönündeki merkezine demir parmaklıklar döşenilerek, yek diğerine bağlanan iki emniyet kulesi inşa edilmiş ve içlerinde bulunan Muhafız Askerleri; “Deniz Korsanlarına karşı” mevcut mahali korumakla görevlendirilmiş. 

YENİ KAPU ADININ MEYDANA ÇIKIŞI!...

Eremya Çelebi Kömürcüyan’ın, (XII. ASIRDA İSTANBUL – İSTANBUL’UN TARİHİ) adlı eserinde, kaynak olarak gösterilen, “A.Van Millingen”e ait bulunan kaynağın (263’üncü sayfasında) alınan kayda göre; (Lânga mahallesinde bulunan bu kapunun üzerinde keşfedilen lâtince bir kitabeden, onun bir Bizans Kapusu olduğu anlaşılmışsa da eski adı muhafaza edilmemiştir. 

Bu kapuya “Yeni-Kapu” adının verilmesi (fetihten sonra tâmir edilmesinden ileri geldiği, anlaşılmaktadır.) 

Görülüyor ki, mezkûr Tarihçi, onca uğraşına rağmen, kesin bir neticeye varamamış ve kesin sonuç elde edebilmek için, doğrudan “Osmanlı-Ermenileri” tarihini iyi bilmek ve araştırmanın bu yönde yapılması elzemdir. Aksi taktirde bir konunun tarihçesini sunmaya kalkışan, laf salatasından ileri gidemez!... 

KARA GÜMRÜK ERMENİLERİ

VE

“YENİ-KAPU” ADININ DOĞUŞU!...

Kara-Gümrük Ermenileri okumaya düşkün ve çoğunlukla münevver kimselerdi. Nitekim, ilk Ermeni matbaası, bu semtin Ermeni Kilisesi’nin müştemilatında kurulmuş olduğuna dair kesin kayıtlar mevcuttur. 

Nitekim, Matbaacı Apgar Tıbir’in biyografisinde de, aynen kayda geçtiğim gibi notlar mevcuttur. Şöyle ki; Matbaacı Apgar Tıbir, 1567’de Venedik’ten, İstanbul’a gelerek, meşhur Matbaasını Karagümrük’teki, “Surp-Nigoğayos Kilisesi”nin müştemilatında tesis etmiş ve ilk baskılarını bu mahalde gerçekleştirmişti. 

Kara-Gümrük, Balat arasında bulunan meşhur, “Salma-Tomruk” bölgesinde ikamet eden Ermeniler, İstanbul’un diğer semtlerinde yaşayan Ermeniler’e pek benzemez, onlardan farklı bir yaşantıları vardı ve son derece çile çekmiş bir topluluktu. 

1475 yılında Kevfee’den İstanbul’a göç eden bir Ermeni kolonisi; Edirne-Kapu’da bir Kilise ve bir Okul inşa ederek buraya yerleşmişlerdi. İnşa ettikleri Kilise’ye, “Kefeli Kilisesi” olarak tesmiye edilmişti. 

Ne var ki, mezkur mıntıkaya yerleştikleri henüz yarım asrı bulmadan fanatik bir İslâmi tarikat mensupları tarafından 1627 tarihinde gasp edilerek el konmuş ve Camiye tahvil edilmişti ve adı ise “Kefeli Camii” şekline dönüştürülmüştü. 

Kara-Gümrük’te ise: “Surp Nigoğayos” Kilisesi ve ayrıca “Surp Tatiyos ve Partoğomiyos” adında bir de karma okul mevcuttu: (1846) ayrıca bir de “Vosgiyantz” Kilisesi ve karma bir okul mevcuttu ve dağınık şekilde yaşayan ve takriben 800 civarı Ermeni mevcuttu. 

Mevzubahis Koloniye karşı nahoş hareketler, ve büyük yangınlar sonucu, bölgedeki Ermeniler göç etmeye mecbur kalmışlardı: (Yedi-Kule, Samatya-Kapu, vs. ayrı, ayrı semtlere dağılmışlar ve bilhassa Kara-Gümrük Ermenileri pek ziyade zarar görmüşlerdi. Zira, bu dağılışta koloni olma vasıflarını yitirmişlerdi. 

Biz, sebepler üstünde durmayı yersiz bulduk. Zira asıl konumuzun dışına çıkar ve böylece, konumuzun yönü değişebilirdi. 

Meşhur ve tarihi, Yeni-Kapu semtinin mezkûr ismi nasıl aldığı ve sakinlerinin hangi semtlerden göç eden Ermeniler olduğu hakkında bilgi aktarmadan önce: “Yeni-Kapu ve Sandık-Burnu” açıklarında bulunan ve yakın mesafeden bakıldığı zaman; suların durgun olduğu dönemlerde, Denizin derinliklerinde görünen meşhur bir kulenin hikayesini de değerli okuyucularımla paylaşmak isterim ki, yıllar zarfında tamamen yoklara karışana kadar, suların durgun olduğu dönemlerde bilhassa meraklılar tarafından izlenmiştir. 

Saygıdeğer okuyucularım yeni bölümde buluşabilmek umudu ile cümlenize hayırlı yaşantı ve mutluluklar dilerim efendim. Saygılarımla. 

Not: Yazıdan herhangi bir pasaj alınması halinde gazetemize müracaat edilmesi gerekmektedir.