“İstanbullu olmanın dayanılmaz güzelliği” herhâlde, bu tarihi kentte doğup, büyümükle değil de; “kendini şehrin bir nüvesi addederek, yerinden oynatılan tek taşı için yüreği sızlayıp, canı acıyabilenler olsa gerek!...” İşte bu nüansı iyi değerlendirebilmekle anlayabilirsiniz!... Şöyle ki; İstanbul’da doğup, İstanbul’da büyümüşsünüz ama; “İstanbul sizi görmüş, siz İstanbul’u değil.” Böylesi bir hâlde “İstanbul’da doğup, büyümüş olmanın ne özelliği olur ki!...” Artı bir de “sınıf veya siyasî inanç farklılıklarına göre” değerlendirmek aynı mânâya gelir, yânî hemen hiç bir kıymet ifade etmez. Çünkü böylesi bir düşünceyle yola çıkan; şehrin mistik özelliğini asla kavrayamaz!... Meselâ, senaryolarında “sınıf farklılıklarını” esas alan bizim sinemacılarımız ki, hâlâ bu noktanın ilerisine geçememişlerdir ve TV dizilerinde de aynı metodu uygulamaktadırlar. Yukarıda arz ettiğim faktörleri göremediklerinden dolayı, İstanbul ve İstanbulluyu asıl kimliğiyle tanıyıp değerlendirebilmekten yoksun kalmışlardır. Dolayısıyla bütün bu özellikleri dikkate almayanlar. Sözde İstanbul ve İstanbulluyu anlattığını sanarak; bir takım yakıştırmalarla: İşkembe-i kübradan salvoları gönderir durur!... İstanbul’u, İstanbulluyu anlatmaya çalışmak başka; tarih boyunca şehrin içinde zuhur etmiş olan “negatif ve pozitif” vak’aların seyrine göre şehri ve sakinlerini tanıtmaya çalışabilmek; ayrı, ayrı şeylerdir!... Dolayısıyla bu konuda; “Irki, siyasî ve sosyal yaşantılara göre” şehir halkını kategorilere ayırmak, hemen hepsi için de çok büyük bir haksızlık olur. İnancındayım!... Meselâ: (İşkembe-Çorbası, Kelle-Paça Çorbası, Tandır-Baş, Kokoreç, Söğüş-Baş, Arnavut-Ciğeri, Beyin-Salatası, Baş-suyundan-Pilav, Zerde veya Aşure) Bu saydıklarımın hemen hepsi de (İstanbul İşkembecilerinin) sundukları, birer nefis aştı ki, bilhassa İstanbul halkının damak zevkine göre hazırlanmaktaydı. Sur-içi, sur-dışı İstanbul’un hemen her namlı semtinde muhakkak bir veya iki işkembeci dükkânı olurdu ve çoğunlukla bulunduğu semtin adıyla hatırlanırdı: (AKSARAY-İŞKEMBECİSİ, LÂLELİ-İŞKEMBECİSİ, BEYAZID-İŞKEMBECİSİ, ÇARŞIKAPU-İŞKEMBECİSİ, ÇEMBERLİTAŞ-İŞKEMBECİSİ, SULTAN-AHMED İŞKEMBECİSİ, SİRKECİ-İŞKEMBECİSİ, RUMELİ-İŞKEMBECİSİ, BALAT-İŞKEMBECİSİ, FATİH-İŞKEMBECİSİ, KUMKAPU-İŞKEMBECİSİ, SAMATYAKAPU-İŞKEMBECİSİ, TAKSİM-İŞKEMBECİSİ, KURTULUŞ-İŞKEMBECİSİ, DOLAPDERE-İŞKEMBECİSİ, KASIMPAŞA-İŞKEMBECİSİ VS.) bu liste daha uzar gider Beykoz’un meşhur “İŞKEMBE VE PAÇACISI” başta olmak üzere İstanbul’un Karşıyaka semtlerindeki namlı işkembecileri yazmadım. Zira o zaman başlı başına bir kitap olurdu. İstanbulluların, “yemek kültürünü” varlığı ile uzun yıllar süslemiş ve hâlâ süsleyebilmekte olan “İşkembe Çorbasını”, İstanbul yemek kültürünün dışına atmak ve onu yok saymak, gerçekten pek büyük bir haksızlık olur inancındayım!... Geçen makalemde de işkembe çorbası konusuna ciddiyetle değinmiştim. Çünkü bu bir çorba konusu olmaktan ziyade, İstanbullunun yemek kültüründen koparılmak istenen bir unsur olma durumu söz konusudur!... Bu çok mu önemli!... Evet çok önemlidir! Zira, bütün Cihana parmak ısırtabilecek kalitede ve son derece zengin Osmanlı Mutfağımızı kendimize dahi unutturmaya çalışmak ve onun yerini: (Fransız, İtalyan, Çin vs.) mutfaklarına terkle ne yaman bir hata işlediğimizi bir türlü göremiyoruz!... “Kaşarlı, sucuklu, pastırmalı ve kıymalı”, “Yumurtalı Karadeniz Pidelerimizin” yerlerini alan “Pizzalar”. Nefis köftelerimizin yerini alan “Hamburger, Cizburger” gibi nesneler. Acaba bizlere kazanç mı, yoksa telâfisi imkânsız zararlar mı vermektedir?.. Bu hususu hiç düşünmekte miyiz?... Hayır, koca bir hayır! Çünkü, “Tanzimat dönemini” tekrardan yaşamaya başladık ve böylece İstanbul denince akla ilk gelen Cizvit mıntıkası “Pera” yânî “Beyoğlu”. İstanbullu denince akla ilk gelen “Gayr-ı Osmanlı olan” unsurlar ile Levantenler olmaktadır. Gerçek Osmanlıyı tüm ruhu ile temsil eden Müslim ve Gayr-ı Müslim bir bütün olarak iç içe yaşayan sur içi halkı çok şükür hâlâ mevcuttur. Ve lâkin; adına Kumpir denen ve koca bir haşlanmış patatesin içini kısmen oyup, Rus-Salatası konarak, satışa arz edilen ve de gençlerin pek rağbet ettikleri nesne ile ince kıyım kızartılmış patateslerden müteşekkil bir küçük kâğıt torba ile tavuklu sandviç vs. nesneler, bizlerin güzelim yiyeceklerimizin, çerezlerimizin yerlerini aldı ve de TV dizilerinde aşılanmaya çalışılan “yatakta kahvaltı” modası ve daha neler, neler aşılanarak; bizleri bizden uzaklaştırabilmek için, her ne melânetlik var ise yapılmaktadır... Bütün bunlara karşılık bizler hâlâ: (Efendim eski İstanbul veya bizim dönemimizin İstanbul’u) diye söze başlayarak; yarım yamalak hatırladığımız, İstanbul’umuzu sözde yeni nesillere anlatmaktayız ve Lahmacun’dan, İşkembe’den ve de Kelle’den söz ederek, İstanbul’a sonradan girmiş olduklarıyla birlikte, İstanbul’un yiyeceklerinin dahi yozlaştığından şikâyet etmekteyiz?!... Ancak, sıra: (Hamburger’e, Cizburger’e, Fas-Fot yaşantısına gelince) O pek hamasetçi unsurlarımız, adeta bakar kör kesilmekte, bu garabetin lâfını dahi etmemektedirler?!.. Rum veya Yunanlı “yaramaz komşumuz”, Ermeni ise “Türk’ü sırtından vuran hain düşman!” Kafkaslara gelince. Bu problemli bölgede günümüz Emperyalistleri “Kafkas-Petrolü” hakkında her ne düşünüyorlar, petrol pastasından nasıl bir pay almayı düşünüyorlarsa, Kafkas siyasetimiz ona göre şekillenmekte ve böylece “Ermeni-Türk Münasebetleri” sözde, Azeri soydaşlarımızın lehine olmak üzere değerlendirilmektedir!.. Dahası, yeni bir sistem üzerinde dururken (Başbakanlık Sistemi) Ana-Muhalefet, Muhalefet İktidar ve Türk-Basını: Birlik, beraberlik içinde olmadığından tam bir keşmekeş içinde bocalamakta, yekdiğerimize bu konuda yardımcı olacak yerde, yekdiğerimize en acımasız şekilde adeta saldırmaktayız?!.. Bir başka garabette: “AB, bizi istemiyor, bizi oyalıyor...” nevinden iddiaların sahipleri, acaba “AB’ye girebilme uğruna gerçek mânâda mücadele vermişler midir?...” İşte bütün bunların A’dan, Z’ye en ciddi şekilde tetkiki elzemdir. Zira söz konusu olan hepimizin yegane vatanı Türkiye’dir!... Yeni bir makalemde buluşabilmek dileği ile hepinize mutlu tatiller diliyorum saygıdeğer okuyucularım. Önemli Not: Bu makale: (20 Eylül 2010 Pazartesi günü) yazılmıştır.