İstanbullu olabilmenin özellikleri bir çoktur ve lakin öyle sanıyorum ki, şu üç esas bütün değerlerinin temel unsurunu teşkil etmektedir: (Allah, İnsan ve Vatan Sevgisi.) İstanbullunun mukaddes addettiği bu üç unsur Osmanlı-Türk İmparatorluğu?nun temel direğini teşkil etmekteydi ve bu inanç takriben (1700?lere kadar) güçlü varlığını devam ettirebilmiştir. Cihan İmparatorluğu?nun temel gücünü teşkil eden mezkûr inancın ne yaman bir güç ve kuvvet unsuru olduğunu, ne acıdır ki koca bir Cihan Sultanlığı elden gittikten sonra dahi tam mânâsıyla anlaşılamamış, onu anlayabilip de ayrı bir sistemin temel direğini teşkil ettirmeye çalışan ve fakat ömrü vefa etmediği için tam mânâsıyla uygulayamayan Büyük Önderimiz Gazi Mustafa Kemâl Paşa Hazretleri?nin görüş ve icraatları dahi pek önemsenmemiş, vefatından sonra ise tamamen unutturulmuştur. Bu önemli ve hayati noktaya niçin temas ettim!... Ettim çünkü, ?İstanbul sevgisinin? temelinde bu sihirli inancın gizemli gücü yatmaktadır!... Şayet öyle olmasaydı, İstanbullu olmanın hemen hiçbir özelliği kalmazdı. Bu durumu gayet iyi bilen bazı art niyetli kimseler ise, bilhassa İstanbul?u kötüleyebilmek için, hemen her metoda başvurmakta; İstanbul ile İstanbulluyu bir şekilde kötüleyerek gözden düşürebilmeye çalışmaktadırlar ki, TV dizilerinde uygulanan taktik, bu meselede özellikle işe yaramaktadır. Meselâ: (Bu kahpe şehir... vs.) gibi yakıştırma tabirlere yer veren dizi-filmler; İstanbul şehrinin (İ) harfini dahi bilmekten yoksun on-binlerce taşralı halkın; bilir, bilmez menfi açıdan değerlendirmelerine sebep olması da bir vak?adır diyebiliriz!... Bunun yanı sıra, İstanbul?u hamaset duygularla değerlendirenlerin İstanbul?dan, İstanbulludan ziyade, İmparatorluğun başından geçen müessif vak?aların paralelinde değerlendirmeye kalkışmaları; ne İstanbul ve ne de İstanbulluyu anlatabilmeye yetmemektedir. Meselâ: (17 Eylül 2010 Cuma tarihli Milliyet?in ?Cadde? başlıklı ilâvesinde) Gazeteci-Yazar Güngör Uras meslektaşımız: (İSTANBULLULUK YAŞAM BİÇİMİDİR) başlığı ve nefis kalemiyle İstanbul?u anlatırken, bazı hususları görememiş ve istemeyerek yanlışlara sebep teşkil etmişler. Şimdi bu noktalara temas edeceğim. Zira, İstanbul?u hemen her yazar ayrı, ayrı açılardan anlatmaya çalışır ve tabii ki bunun hiçbir zaman sonu gelmeyecektir. Çünkü, İstanbul?u, İstanbulluyu tam olarak anlatabilmeye imkân yoktur ve dünya var oldukça değişik görüşlere, değişik değerlendirmelere göre hep anlatılacaktır... Ancak bunların içinde makbul olanlar; siyaset ve hamaset görüş dışında kalanlardır ki, asıl İstanbul?u da, İstanbulluyu da onlar anlatır, onlar doğru olanı gözler önüne serer çünkü; ne siyasete ve ne de hamaset duygulara katiyen yer verilmez, verilemez!... Sayın Güngör Uras, Neşe Mesutoğlu Hanım?ın röportajının bir bölümünde: ?İstanbul?u en iyi anlatan isimler kimler sizce?? sualine şu cevabı vermişler: (Yahya Kemal kadar güzel anlatan yoktur. Ama, Yakup Kadri?nin işgal yıllarının İstanbul?unu konu olan ?Sodom ve Gomore? isimli kitabını da okumak lazım.) İstanbul imajı bahsinde ise: (Lahmacun ve Kebap 70?lerde geldi buraya. İşkembeci yoktu, kelle satılmazdı. İstanbullu lahmacun nedir bilmezdi. Eski giyimlere bak İstanbul kadını giyimiyle, şapkasıyla başkadır.) İstanbul?u en iyi anlatanların başında, (Cumhuriyet dönemi) muhakkak ki, merhum Yahya Kemal olmuştur. Ancak, Yakup Kadri yazdığı kitapta; İşgal yıllarının hazin panoramasını çizmiştir ve İstanbul?u anlatmaktan ziyade; ?İşgalcilerle? onların yardakçıları ?Gayr-ı İslâm? unsurları dile getirmeye çalışmıştır. Bu İstanbul?u ve İstanbulluyu anlatmak değildir. Dahası; koca Cihan Devleti?ni, ?Almanların aşkına(!)? emperyalist devletlere adeta peşkeş çekmiş duruma düşen, ?İttihat ve Terakki? maceraperestlerini, lâyıkıyla aziz milletimize tanıtmadan; günümüzde dahi hâlâ birer kahraman olarak milletimize yutturulmaya çalışılan bu serdengeçtilerin, yakın tarihimize asıl kimlikleriyle geçirilmeden... İstanbul insanını tanıtmaya gelince. Evet teşhis tamdır ve sayın Uras?ın bu husustaki tespit ve görüşlerine aynen değilse de, kısmen iştirak etmekteyiz. Şöyle buyurmaktadırlar: (İstanbulluluk bir yaşam biçimidir, efendiliktir, giyim kuşamda farklılıktır, insan ilişkilerinde dürüstlüktür. Aydınlık insandır İstanbullu.) Önceki satırlarda kayda geçtiğimiz gibi: (İşkembeci yoktu, kelle satılmazdı. İstanbullu lahmacun nedir bilmezdi. Lahmacun ve kebap 1970?lerde geldi.) buyurmuşlar. Bu doğru değildir. Çünkü, ?Lahmacun? 1959?lardan itibaren, İstanbul?da satılmaya başlanmış ve seyyar satıcılar tarafından, tanesi 25 ve 30 kuruştan satışa sunulmuştur. Bilhassa kahvehâne müdavimlerinin başlıca öğle yemeği idi. Zira, 3-4 tane aldınız mı, çayla birlikte bir güzel doyardınız hem de en ucuzundan... Kebaba gelince: ?Kuşbaşı-Şiş, Şiş-Köfte, Yoğurtlu-Kebap, İstanbul Köftesi diye de anılan: ?Tekirdağ-Köftesi veya Ev-Köftesi olarak da bilinen; ?soğanlı, maydanozlu ve baharatlı suluca olması şartı ile? pişirilen köfteler ise yukarıda saydıklarımızın dışında kalır ki, bunlar ?Osmanlı?dan beri İstanbul?da mevcuttu.? Günümüzde, (17 Eylül 2010 Cuma) hemen herkes tarafından; ?ben yaptım oldu? misâli pişirilip satılan meşhur (Döner Kebabı) ise ilk İstanbul-Bahçekapu?da takriben 150 yıllık mazisi olan meşhur (ÜÇ YILDIZ LOKANTASI?nda) meşhur kebapçı ?İskender Usta? tarafından imâl edilmiş ve İskender Usta Bursa?ya gittikten sonra, meşhur Kebapçı Ustası İhsan Mısırlı Bey?in babası çalıştırmış ve daha sonra Çemberli-Taş?a gelerek, İstanbul İstimlâk hareketine kadar (1956-1957) mezkûr semtte kebapçılık yapmıştır ki, ?Yoğurtlu Kebabı? pek leziz ve meşhurdu: Dönerli, Şiş-Köfteli veya karışık et ızgaralı olarak imâl edilen bu kebabın (Şam yemeği) olduğu, meşhur İhsan Mısırlı Usta?nın ailesi tarafından İstanbullulara tanıtılmıştır. İşkembeci ve Kellecilere gelince: Hemen her gerçek İstanbullu hele akşamcılar ile sosyete hovardaları: İşkembecileri gayet iyi bilirler ve bu bir gerçektir ki, işkembe çorbacılığı İstanbul?a hastır. Taşralı onu pek bilmez. Osmanlı?dan beri mevcut olan bu meşhur çorbanın başlıca özelliği bağırsakları tamamen temizlemesiyle âlâkalıdır. Yânî tıbben de değer taşır. İstanbul?da işkembeciliği özellikle Arnavut asıllı kimseler yapar ve ?Tandır baş, Söğüş-Baş? onlar tarafından satılır ve ayrıca ?Ciğer-Kebap? da bulundururlardı ki, ?Arnavut-Ciğeri? olarak bilinen ve tavada pişirilen bu yiyecek de ?terbiyeli soğan ve maydanoz? karışımı sosu ile pek leziz olurdu ki: ayrıca küçük, küçük kareler hâlinde yanında sunulan kıtır patatesler de tereddütsüz sizlere bir porsiyon daha istetirdi. Dolayısıyla bizler; ?Lahmacun? yerine, ?Hamburger, Cizburger, Pizza? gibi yabancı yiyeceklerini gençlerimize binbir şaklabanlıkla sevdirmeğe çalışanları görebilsek, keza, ?Ekşimeğimizin, Demir-Hindimizin? yerlerini alan yabancı menşeli kolaların bizi bizlerden nasıl uzaklaştırdığını bir görebilsek, muhakkak ki, daha olumlu yarınlara erişebileceğiz. Bizden söylemesi!... Saygıdeğer okuyucularım, yeni bir makalemde buluşabilmek ümidi ile mutlu tatiller diliyorum efendim. Not: Bu makale: (17 Eylül 2010 Cuma tarihinde) yazılmıştır.