Bir varmış bin yokmuş. Bir İstanbullu gelin varmış 8 martta gazeteye sürmanşet adını kazımış. Türkülere gelin gitmiş. Herkes onu cam kavanozda seyredermiş. Köşe yazarımız da dermiş ki, okuduğum İstanbul müzik okulunun kızları da iki zengin ailelere gelin gitmiş, benim dışımda. Eee peki şimdi ne olacak dönelim geriye bizlerde 8 mart yazımıza Türkülere gelin giden hastane önünde incir ağacı tüyleyen türküsünü çığıran, söyleyen kadınlara
Zerrin Özer’in ilk L.P’sinden kalma bir şarkı: “Hekimden sorma, çekenden sor demişler”. Yıl 1980. Nida Tüfekçi ise bu şarkıdan çok daha öncesinde Yozgat’ın Akdağmadeni ilçesinden şu türküyü derlemiş: “Hastane önünde incir ağacı (anem ağacı)/Doktor bulamadı bana ilacı (annem ilacı)/Baştabip geliyor zehirden acı (annem vay acı)”.
Daha anne karnındayken başlıyor hastalık tehlikesi. Hatta bazı genetik hastalıklarda henüz anne karnına düşmeden önce acaba bir hastalık olur mu telaşı sarıyor ebeveyni. Hayat boyu çeşitli hastalıklara yakalanıyor: çevremizde sevdiklerimizin hastalıklara yakalanıyor: çevremizde sevdiklerimizin hastalıklarına üzülüyor ve bazı hastalıkların vesilesiyle de son nefesimizi veriyoruz. Hastalık insanın dünyadaki macerasında ifade etmekle tükenmeyen bir dert. Hastalık temasını merkeze almak kaydıyla her sanat dalında kapsamlı çalışmalar yapılıyor zaten. Zira doğrudan yahut dolaylı, az ya da çok bu tema hayatla sürekli iç içe. Şiir de şairi kadar bu temanın için de yer alıyor elbette.
Nazım Hikmet, 1961’de bir kalp krizi geçirip son nefesini vermeden iki sene önce şu mısraları yazmış nitekim:
Hoş geldin bebek
Yaşama sırası sende
Senin yolunu gözlüyor kuşpalazı boğmaca kara çiçek satma
İnce hastalık yürek enfarktı kanser filan
Hastalık, yaşa bakmadan inşalara uğrasa da biz çocukların hastalanması hepimizi daha farklı etkiler. Hastalığı en çok onlara konduramayız, onların hastalıktan etkilenmesi ve hayatını kaybetmesi en taş yüreklilerimizi bile rahatsız ederi. Bir öğretmen olan Ceyhun Atıf Kansu, bir “Kızamuk Ağıdı” yazmış mesela. Eskiden böyle destancılar, ağıtçılar varmış. Halk şiirinin imkanlarından da yararlanan bu uzun ağıdın son bölümü ise şöyle:
İlkindiye doğru bırakıp kendimi
Bu küçük mezarların üstüne
Bikmeyeceksiniz, perişan, çaresiz halimi,
Gül diyeceğim, gül dereceğim gül üstüne.
Yol kıyısında yirmi üç çocuğun mezarı.
Ah diyeceğim, ah dökeceğim yol üstüne.
Fazıl Hüsnü Dağlarca ise bir çocuğun gözünden anlatır hastalığı:
Üfleme bana anneciğim korkuyorum
Dua edip edip, geceleri.
Hastayım ama ne kadar güzel
Gidiyor yüzer gibi, vücudumun bir yeri.
Hastalık çocuğun erken olgunlaşmasına sebep olsa da çocuk yine de oyuncaklarını unutmaz. Bir yanıyla hala çocuktur:
Annecigim, büyüyorum ben şimdi,
Büyüyor göllerde kamış.
Fakat değnekten atım nerde
Kardeşim su versin ona, susarmış.
Bazı çocuklar için de hastalık bile nimettir. Görevi nedeniyle evinden uzun süreler ayrı kalan Hasan Ali Yücel’e oğlu Can Yücel bir hastalığı sebebiyle kavuşmasını “Ben Hayatta En Çok Babamı Sevdim” adlı meşhur şiirinde anlatır:
O çapkın babamı ben öyle sevdim
Bilmezdi ki oturduğumuz semti
Geldi mi de gidici –hep, hep acele işi
Çağın en güzel gözlü maarif müfettişi
Atlastan bakardım nereye gitti
Öyle öyle ezber ettim gurbeti
Sevinçten uçardım hasta oldum mu,
Kırkı geçerse ateş, çağırırlar İstanbul’a
Bi helallaşmak ister elbet, diğ’mi oğluyla!
Tifoyken başardım bu aşk oy’nunu,
Ohh dedim, göğsüne gömdüm burnumu.
Bu güzellikler elbette istisnadır. Bazı Hastalıkların adı bile söylenemez Sezai Karakoç, “ Baba Umudu” adlı şiirinde bakın ne der?
Oğlun Söylemesi güç ama gerçek şu ki
Aklını yad yellere emanet etmiş gibi
Dillere düştüğünü bilmeyen mi var
Var onu başka türlü kurtar.
Mehmet Akif Ersoy’un “ Vak’a Halkalı Ziraat Mektebi’nde geçmişti epigrafıyla anlattığı “Hasta ise veremin son aşamasındadır. Akıcı ve etkileyici bir üslupla diyaloglarla ilerleyen şiir bir şiir olmaktan uzaklaşmayacak denli de güzeldir. Şiir, neticesinin umutsuz olduğu kendisinden saklanan ama bunu hisseden hasta ile Mehmet Akif Ersoy arasında geçer.
-Seni bir kerre koğan yok, bu sözün pek haksız.
‘istemem yollamayın’ dersen eğer kal, yalnız.
Hastasın.
-Hem veremim! Söyle, ne var saklayacak!
-Yok canım, öyle değil….
-Öyle ya herkes ahmak, Bırakırlar mı, eğer gitmemiş olsam acaba?
Doğrudur gitmeliyim. Koşturunuz bir araba. Son sınıftan iki vicdanlı refikin koluna
Dayanıp çıktı o biçare, sefalet yoluna.
Atarak arkaya bir lemba-i lebriz-i elem,
Onu teb’id edecek paytona yaklaştı ‘verem’!
Tuttu bindirdi çocuklar sararak her yerini,
Öptüler girye-i matem dökerek gözlerini;
-Çekiver doğruca istasyona
-Yok, yok, beni ta, Götür İstanbul’a bir yerde bırak ki; guraba,
-Kimsenin onlara aldırmadığı bir sırada
-Uzanıp ölmeye bir şilte bulurlar orada!
Söz ecele gelip dayanınca bize dua etmek düşer. Cahit Zarifoğlu “ Ateşli Hastalıklar” adlı şiiriyle hastalıktan duaya sığınır. “Şiir ya duadır ya bedduadır” diyen Paul Valery’e selam edip Zarifoğlu’nun “Bir ateşli hastalık/Orak ucu gibi geçmiş karnına” mısralarıyla başlayan şiirine amin diyoruz.
Yarab şifa sendedir
Etten ottan değil
Eğer kavi kulların olaydık
Yemeden doyar
Görmek için göz aramaz bakmazdık
Mikroplar
Hastalık şifalar
Emrimizde olurdu
Yine de takdirini gözlerdik
Onu yeğlerdik
Bir ateşli hastalık
Eklem ağrıları ve baş
Sanki yerinde değil
Karyolanın yanında bir uçurum hissi
Bahçede
Sularla oynayan çocukların arasına karışmak
Yazar Banu Doğan
Köşe Yazarının Esinlendiği Öz Kaynakçalar
1)H&B Asistanlık Ders Notları
2)Nihayet Dergisi Sayı:26 Şubat 2017 Sayfa 94-95 Suavi Kemal Yazgıç ve dergi içerisindeki ilgili makaleler.
3)Herkese bilim ve teknoloji 4 Kasım 2016 Sayı 32 Türkülerde Erkeklerin Kadınlara Bakışı