İstanbul Sözleşmesine dair birçok mağduriyet şikâyeti gündeme geldi. Biz de dinlediğimiz bu şikâyetlerin bir kısmını zaman zaman yazılarımıza konu ettik. Mesela 50 yaşın üzerinde bir öğretmen ‘sınıfın neredeyse tamamına yakını lehinde şahitlik etmesine’ rağmen bir öğrencisinin ‘dokunarak taciz etti’ kabilinden bir iddiasıyla hapse girdi, mesleğinden atılıp perişan edildi. Aynı okuldaki bir kaç öğretmenle de konuşmuştuk bu konuyu; hepsi de arkadaşlarının masumiyetinden son derece emindi. 

Küçük bir belde de yaşayan bir başka mağdur da; “Akşamüzeri arkadaşımın yanında otururken jandarma gelip ‘Eşimin şikâyetiyle evden uzaklaştırıldığımı’ tebliğ ettiğinde şaşırdım kaldım. Ne zaman eve gitmişim de şiddet uygulamışım. Darp raporu, delil, hiçbir şey yokken aylardır kendi evime giremiyorum”  demişti.

Keza bir Kaymakam ziyaretimizde rastladığımız vatandaş “Benim hanım işin ilmini öğrendi. Uzaklaştırma cezam biteceği gün yeni bir şikâyetle tekrara uzaklaştırma kararı aldırıyor” diye anlatmıştı. Hatta kolluk kuvvetlerinin dâhi İstanbul sözleşmesine dayalı şikâyetlerden muzdarip hale geldikleri de ifade ediliyordu.

**

Peki, neydi bu İstanbul sözleşmesi? Kanunlarımız şiddeti önlemeye, şiddet göreni kollamaya, korumaya, şiddet uygulayanı cezalandırmaya kâfi değil miydi? Buna bir bakalım:

Meselâ kusurlu eşin evden uzaklaştırılmasına dair uygulama İstanbul sözleşmesinden yıllarca evvel, 14.1.1998 tarih ve 4320 sayılı kanunla yürürlüğe girmiş. 

Ya da erkek zinası 27 Aralık 1997’den itibaren sonra suç olmaktan çıkarılmışken, kadın zinasını düzenleyen 440. madde ise ‘eşitlik ilkesine aykırı olduğu gerekçesiyle’ 23 Haziran 1998 tarihinde iptal edilmiş. Bunlar da İstanbul sözleşmesinden önceye dayanıyor. 

Eşcinselliğin suç olmaktan çıkarılması ise 1858 tanzimat reformlarına dayanıyormuş… O günden bu yana eşcinsel olduğu için herhangi bir bireye ceza uygulanmamış. Ayrıca 1993-2001 arasında dört eşcinsel örgüt kurulurken bunlara2006 da iki örgüt eklenmiş. 

Bir de süresiz nafaka meselesi var dillerde pelesenk olan. Daha önce nafakada bir yıllık süre varken 04.05.1988 tarih ve 3444 sayılı Kanunla bir yıllık süre sınırı kaldırılarak ‘yoksulluk nafakasının süresiz olarak istenebileceği’ hükmü getirilmiş. Fark ettiniz herhalde, bu da İstanbul sözleşmesinden önce getirilmiş bir düzenleme. Ama bugünlerde kime sorsanız bu düzenlemelerin hepsini AK Parti’nin getirdiğini söyleyecektir.

Yukarıdaki bilgileri Avukat Hülya Gök Hanımefendiden edindiğimizi belirtelim. Kendisine teşekkür ediyoruz.

**

Peki, İstanbul Sözleşmesinin marifeti ya da suçu ne?

Türkiye hukuku 2000 yılından önce bu düzenlemeleri yaptığı halde ki; bunlardan erkek ve kadın zinalarının suç olmaktan çıkarılmasıyla, kusurlu eşin evden uzaklaştırılmasına dair yasal düzenleme Mesut Yılmaz’ın Başbakan, Bülent Ecevit’in Başbakan Yardımcısı olduğu 55. Hükümet döneminde yapılmışken, mesela İyi Parti Genel Başkanı Meral Akşener’in AK Parti’yi kastederek “Tek yaptıkları doğru şey İstanbul Sözleşmesiydi, onu da kaldırdılar” demesi neyle izah edilebilir? Üstelik 1990’lı yılların meclisinde kendisi de bulunmuyor muydu?

**

İstanbul Sözleşmesi’ne de hızlı bir bakış yapalım. Sözleşmenin şartları arasında “Bu Sözleşme, barış zamanında ve silahlı çatışma durumlarında geçerli olacaktır” ibaresinin bulunması sizce de manidar değil mi?

“Taraflar kadınların daha aşağı düzeyde olduğu düşüncesine veya kadınların ve erkeklerin toplumsal olarak klişeleşmiş rollerine dayalı ön yargıların, törelerin, geleneklerin ve diğer uygulamaların kökünün kazınması amacıyla kadınların ve erkeklerin sosyal ve kültürel davranış kalıplarının değiştirilmesine yardımcı olacak tedbirleri alacaklardır” şeklindeki hüküm bütün erkekleri suçlu görmekten, peşin önyargıdan başka ne anlam taşıyabilir?

Sözleşme de “Taraflar, soruşturmada ve koruyucu tedbirler uygulamasının her aşamasında, bu Sözleşme kapsamındaki şiddet eylemlerini gerçekleştirenlerin ateşli silahlara sahip olduğunun göz önüne alınmasını temin etmek üzere gerekli yasal veya diğer tedbirleri alacaklardır” diye bir hüküm de bulunuyor. Yani şiddetle suçlanmış bir kişiye ‘silah taşıyor’ muamelesi yapılmasını şart koşuyor.

Sözde şiddeti önlediği ya da kadını koruduğu zannedilen kısımları tek tek saymaya lüzum yok. Tamamında peşin hüküm ve ayrıştırıcı dayatmalar var.

Bunlardan başka bir de Göç ve iltica Maddesi konulmuş. Burada “Sözleşmede suç olarak tanımlanan bir eylemin mağdurlarının, bu suç ikamet ettikleri ülkeden başka bir Taraf devletin topraklarında gerçekleştiği takdirde, ikamet ettikleri Devletin yetkili makamlarına şikâyet başvurusunda bulunabilmelerini temin etmek üzere gereken yasal ve diğer tedbirleri alacaklardır” şeklinde bir hüküm var. Örnek vermek gerekirse;  Türkiye’de yaşayan birinin Almanya’da şikâyette bulunmasına zemin hazırlıyor.

Sözleşmenin esas mide bulandıran bölümü ise İzleme Yöntemi maddeleri ve görev ve yetkileri bu kısımda tanımlanan GREVIO üyeleridir. Sözde kadınlara yönelik şiddetle mücadele konusunda uzmanlar grubu diye tanımlanan GREVIO üyelerine ülke ziyaretleri yaparken ayrıcalık ve dokunulmazlıklar veriliyor. Üyelere ve ziyaret heyetindeki diğer görevli üyelere imtiyazlarına da bir bakalım:

Gümrük ve döviz kontrollerinde, geçici resmi görev yapan yabancı hükümet temsilcilerine sağlanan kolaylıklar ve hizmetlerden yararlanacaklardır.

Çalışmalarına ilişkin belgelerin, GREVIO’nun faaliyetleriyle ilgili olduğu sürece dokunulmazlığı vardır.

GREVIO’nun resmi yazışmalarında ve haberleşmelerinde kesinti ve sansür uygulanamaz.

Söz konusu kişilerin bu görevleri sona ermiş olsa bile, görevlerinin yerine getirilmesi sırasındaki sözlü veya yazılı ifadeleri ve her türlü eylemleri, yasal işlemlerden muaftır.

Kadına şiddeti durdurma araştırma heyeti değil de sanki casusluk birimi!

**

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın cumartesi gecesi imzaladığı kararname ile yürürlükten kaldırılan İstanbul Sözleşmesi, yine sözleşmede yer alan hükme göre konuya ilişkin bildirimin Genel Sekretere ulaştırıldığı tarihten itibaren üç aylık sürenin bitimini izleyen ayın birinci gününde uygulamadan kalkacak. 

Otuz sayfalık metinden bazı dikkat çekici bölümleri alıntılayarak özetlemeye gayret ettik. “Cinsiyet, toplumsal cinsiyet, ırk, renk, dil, din, siyasi veya başka tür görüş, ulusal veya sosyal köken, bir ulusal azınlıkla bağlantılı olma, mülk, doğum, cinsel yönelim, toplumsal cinsiyet kimliği, sağlık durumu, engellilik, medeni hal, göçmen veya mülteci statüsü veya başka bir statü gibi herhangi bir temele dayalı olarak ayrımcılık yapılmasına karşı önlem alınması…” şeklindeki bir ifadeyi dileyen dilediği gibi evirip çevirebilir.

Ya da “Taraflar kültür, töre, din, gelenek veya sözde namus gibi kavramların herhangi bir şiddet eylemine gerekçe olarak kullanılmaması…” şeklindeki ifadeyi her kalıba uydurmak da mümkündür.

Netice-i kelam 2011 yılının 11 Mayıs’ında İstanbul’da başlayan garabetin ortadan kaldırılması son derece isabetli bir karar olmuştur. Ülkemizin milli ve manevi hassasiyetleri üzerindeki kirli elleri kesip atmak her hükümetin asli vazifesidir.

**

SUSTURULDUK MU?

Sağlık sorunları sebebiyle iki haftadır yazamayınca bazı dostlarımızdan farklı değerlendirenler olmuş. Hafta içinde muhtelif vesilelerle görüştüğümüz bazı okurlardan “Gizemli hadiseler diye bir konuyu ortaya atıp sonra kenara çekildin. Sustun mu, susturuldun mu?” kabilinden soranlar oldu. Oysa susmak ya da susturulmak söz konusu değildi ve dinlenmemizi gerektirecek bir rahatsızlık hâsıl olmuştu. Doktor kontrolünü de ihmal etmedik.

Gizemli hadiselere gelince; meğer yaşananları ne çok bilen varmış. Kurum ve şahıs ismi zikretmeden yazdığımız konuyla ilgili telefon edip “Filancalardan bahsediyorsunuz” diyen çok kişi oldu. Anlaşılan herkes her şeyi biliyor da seslendirmekte ya da adım atmakta bir başkasını bekliyor.

**

MERKEZ BANKASINDA

İSİMLER SEMBOL MÜ?

Cumartesi gecesi Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın imzaladığı bir diğer kararname de Merkez Bankası Başkanı Naci Ağbal’ın görevden alınmasına dairdi. Bu konuya girmeden önce geçen haftadan aklımızda kalan bir sohbeti nakledelim. CHP’de görevde bulunmuş bir arkadaşımız “Ya dolar kuru yüksek olacaktı ya da faiz. Merkez Bankası Başkanı değişikliğiyle AK Parti dolar kurunu aşağı çekti ama faizler yükseldi. Oysa doların yüksek olması ihracat yapan firmaların işine yarıyordu. Keşke faiz yükseleceğine dolar yüksek dursaydı, hiç olmazsa sanayici kazanırdı” demişti.

Ağbal’ın alınmasını müteakiben aynı arkadaş, “Ekonomide bu hafta yaşanacak bozulmanın sebebi Merkez Bankasındaki değişiklik olacaktır” diye yorum yaptı.

Esasen sorulması gereken soruların kimse üzerinde durmuyor:

Bir önceki MB değişiminin hemen akabinde hangi kararlar alınmıştı da dövizin harareti düşmüştü? Ve MB Başkanının görevden alındığı cumartesi gecesinden pazar gününe kadar, ‘isim dışında’ hangi para politikası değişime uğradı da dövizde tırmanış başladı?

İsimler sembol mü?

CHP’li arkadaşın geçen haftaki zaviyesinden bakarsak faizin kontrol altına alınmasına karşılık döviz yükselecek ama bundan da ihracatçı firmalar memnun olacak. O halde şunu da sormak lâzım:

Faiz lobisi mi kazansın yoksa sanayici mi?

**