Yüce İslâm Dini’nin ilme verdiği ehemmiyet ve Kur’ân-ı Kerim’de, ilk nâzil olan Ayet-i Kerime’nin, “Yaratan Rabbi’nin adıyla oku! O, insanı bir aşılanmış yumurtadan yarattı.” (el-Alak 96/1,2) olması, tâ Asr-ı Saâdet’ten i’tibâren, Resûl-i Ekrem Efendimizin, Mescid-i Nebeviyye’nin etrafında oluşturduğu, Medrese’de, “Ashab-ı Sufee” denilen, ashab’dan ba’zı, mümtaz şahıs’ların ilim tahsil etmelerini emretmesiyle başlayan, medrese, Türk Milleti’nin İslâm’ı kabulüyle, Türkistan’da, Buharâ, Semerkand illerinde, yaygınlaşmaya başlamış, Büyük Selçûkî’ler, Anadolu Selçûkî’lerinin hükümferma oldukları ülkelerde ve şehirlerde daha da genişleyerek, hemen hemen dünya’nın yarısına yayılmış, Azîz Devletimiz, Osmanlı Devlet-i Aliyye’miz zamanında, Anadolu şehir’lerinde, Rumeli’de ve de Pay-i Tah’t, İslambol’da, Âsitâne’de, İstanbul’da zirveye ulaşmıştı.
MEDRESE: Lügatta, Arapça, ders verilen, ders okutulan yer, mekân demek olup, ıstılahta, İslâm ülkelerinde, İslâmi ilimlerin tahsil edildiği mekân, demektir.
Sevgili Peygamber’imiz, Haz. Muhammed – Mustafa salla’llâhu aleyhi ve sellem Efendimiz ve O’nun ümmetinden olan devlet’ler, millet’ler İslâmî İlimlere verdikleri ehemmiyete paralel olarak, bu ilimlerin tahsil edildiği mekân’lara da fevkalâde önem göstermişlerdir.
İlim tahsili kesintiye uğramasın diye, Selçuklu ve Osmanlı Devlet-i Aliyye’mizde, müderris’ler ve Talebe-i Ulûm, cihat’dan, sefer’den muaf tutulmuştur. İstinad ettikleri nâs, Tevbe Sûresi’nin, 122. âyet-i Kerimesi’dir; Şöyle ki; “Mü’min’lerin hepsinin toptan sefere çıkmaları doğru değildir. Onların her kesiminden bir grup dinde (dinî ilimlerde) geniş bilgi elde etmek ve kavimleri (savaştan) döndüklerinde onları ikaz etmek için geride kalmalıdır. Umulur ki, sakınırlar.” (Tevbe 9/122)
(Bu âyetten anlaşıldığına göre, bir milletin topyekûn savaşa çıkması doğru değildir. Savaş durumunda toplumun silah kullanabilen bir kısmı silah altına alınırken, bir kısmı da, ilmî faaliyetleri devam ettirmelidir. Özellikle dinî ilimler toplumun ihtiyaçlarını karşılayacak seviye’de ilim adamları yetiştirilmelidir ki, toplumu aydınlatıp, Allah’ın emir ve yasaklarını toplum fertlerine öğretsinler. Ancak âyette geçen din ve dinî ilimler, dar ma’na’da anlaşılmamalıdır. Çünkü İslâm aynı zamanda, siyâsî, içtimâî ve iktisâdî hayatı tertip ettiğine göre bu ma’na’daki ilimler de, dînî ilimler’den sayılabilir. Savaşlar uzun süreler devam edebilir. Bir toplumun ayakta kalabilmesi için din ve ilim adamlarının iman, bilgi ve teknoloji bakımından savaşmakta olan askerleri beslemeleri ve desteklemeleri gerekmektedir. Bir millet ilim ve teknik alanında geri kalmışsa askerî sahada çok kuvvetli dahî olsa çabuk çöker. İlim ve teknoloji’de ilerlemiş milletler, askeri alanda zayıf bile olsalar, noksanlarını çok çabuk telâfi edebilirler. Bu sebeple, cihâdı ilim ve teknoloji ile destekleyen ve tamamlayan bilim insanlarının cihadı daha önemli görülmüştür. Savaşan insanlara gaziliğin, şehîd’liğin önemini anlatacak gerçek bilim adamlarına da ihtiyaç vardır.
Bu bakımdan, Osmanlı Devlet-i Aliyye’miz, medrese’lerde, İslâmî ve dünyevî ilimleri ta’lim edenleri de, tahsil edenleri de, askerlikten muaf tutmuşlardı.
İSTANBUL’DAKİ İLK MEDRESE:
Bilinenin aksine, ilk medrese, Fatih Medrese’leri değil, Ayasofya Medresesi’dir. İstanbul’un feth’inden sonra, derhâl, Ayasofya cami’e çevrilmiş, ta’kiben, Ayasofya’nın kuzeyinde bir medrese inşa ettirilmiştir.
Meşhûr Evliya Çelebi, Seyâhatnâmesi’nde, “Ebu’l-Feth Sultan Han Binası olan Ayasofya-i Kebîr Medresesi olarak sözünü ettiği bu medrese, Ayasofya ile Topkapı Sarayı dış avlu surları arasında yer alıyordu. Evliya’nın anlattığına göre, daha önce burada, rahip ve keşişlerin İncilhâne’leri bulunuyordu. Ayasofya etrafındaki bu yapılar, 1493 tarihli bir Alman tasvirinde de görülmektedir.
P.G. İnciciyan, Ayasofya Medrese’lerinin inşa tarihi olarak, H.857, M.1453 yılını işâret etmiştir. Ayrıca, cami’i’n kuzeyinde, talebe odaları, Dâru’l-Hadis ve en az 150 talebe’nin devam ettiği medrese inşa ettirilmiştir,” demektedir. Ayrıca, Fatih Sultan Mehmed Han’ın Ayasofya vakfiyesinde de bu medrese’den bahsettiği bilinmektedir.
Hüseyin Ayvansarayî, Hadîkatü’l-Cevâmî isimli eserinde “Fatih Sultan Mehmed’in cami’i’yi temizletip minber koydurduğunu, bir tuğla minare ve bir medrese bina eylediğini belirttikten sonra şöyle devam etmiştir; Badehû medrese hücurât’ının (medrese odalarının) üzerine bir tabaka dahî (kat dahî) bina olup, hücurât tarh olunmak (odaları kaldırmak), Sultan Beyazıt Han’ındır ve Bâb-ı Hümâyûn köşesine bir minâre dahî onlar icad eylemiştir. Müderris vazifesinin, (müderris’lerin vazifeleri karşılığı alacakları ücret’in) nısfı (yarısı) Usûl-ü vakfından (asıl vakıf Sultan Fatih Vakfından) ve nısfı dahî, Sultan Beyâzıd Vakfından verilir.
Meşhûr Osmanlı âlimlerinden, Ali Kuşçu, Fatih Sultan Mehmed Han’ın, Trabzon’un fethi ve Uzun Hasan üzerine yaptığı sefere katılmış, dönüşünde de Ayasofya Medresesi’nde müderrislik yapmıştır. Ali Kuşçu’nun bu medrese’deki ders’lerine, özellikle matematik ders’lerine çok rağbet gösterilmiş, devrin meşhûr âlimleri ve müderrisleri tarafından da ta’kip edilmiştir.
Ayasofya Medrese’lerinin ilk kuruluşunda, Müderris, Molla Hüsrev ve Mehmed Feramürz de müderrislik yapmışlardı.
Fatih Sultan Mehmed Han, Fatih Külliyesi’ni inşa ettirip, “Sahn-ı Seman”, (Semâniye) Medreselerini 1471 tarihinde Külliyeye ilâve etmesinden sonra Ayasofya’daki yüksek öğrenim Fatih’te toplandığı için, Ayasofya Medresesi ikinci plâna düşmüştü. 1479 yılında da tamamen terk edilmiştir. Ayasofya’da Fatih’in yaptırdığı ilk medrese’nin ne zaman yıkılarak ortadan kalktığı ise bilinmemektedir. 17. Yüzyılda yapılan ba’zı gravürlerde burasının düz bir toprak saha olduğu görülmektedir.
Sultan Abdülmecid zamanında, (1839-1861) tamamen toprakla dolu bu saha’ya bu tarih’te, Ayasofya’nın ta’miratını yapan, İtalyan Mimar G.Fosetti’ye, 1847-1849 yıllarında yeni bir medrese yaptırılmıştır. İlk medrese’nin temellerinden faydalanılarak yapılan bu medrese’nin plânları, Ord.Prof.Dr. A.Süheyl Ünver ile Y.Mühendis Ekrem Hakkı Ayverdi tarafından yayınlanmıştır. Plân şeması incelendiğinde, eskisinden farksız olduğu görülür. İkinci Ayasofya Medresesi ayrı ayrı, avlular etrafında, on beş hücreli (odalı), bir büyük yedi hücre ve bir küçük bölümden meydana gelmiştir. Daha sonraki yıllar’da bu ikinci Medrese’nin üzerine ahşap bir ilâve kat yapılmıştır.
Bu ikinci Ayasofya Medresesi, Dâru’l-Hılâvet-i Âliye Medresesi olarak, 03 Mart 1924 tarihinde çıkarılan, Tevhid-i Tedrisat Kanunu ile bütün medrese’lerin, bir daha açılmamak üzere kapatılmasından sonra kapatılmış, Ayasofya’nın müze’ye dönüştürülmesinden sonra da, 1934 yılında yıkılmıştır, yıktırılmıştır...
Ayasofya Cami’i’nin 1982-1983 yılları arasındaki ta’miri sırasında, temelleri tamâmen toprak altında kalan bu Medrese’nin kazıları, Y.Mühendis-Mimar, Alparslan Koyunlu ve Arkeolog Erdem Yücel tarafından yapılmış, plân düzeni tümüyle ortaya çıkarılmıştır. Bundan sonra Medrese’nin, yeniden inşa-ı için restitüsyon plânları çizilmiş, Anıtlar Yüksek Kurulu’nca da onaylanmıştır. Ancak, Eski Eserler ve Müzeler Müdürlüğü bilinmeyen-belirtilmeyen bir sebeple (aslında biliniyor) Medrese’nin yapımına izin vermemiştir. (Ta’kipçisi olacağız.)
FATİH MEDRESE’LERİ:
İstanbul’da, Ayasofya Medresesi’nden sonra ilk inşa ettirilen medrese, 1463-1470-1481 yıllarında, Fatih Külliyesine ilâve edilen, cami’i’n iki yanında sıralanan, Sahn-ı Semân Medrese’leri... Cami’i’n, şimalinde, Haliç tarafındaki medreselere, Karadeniz, Marmara tarafındakilere, Akdeniz Medreseleri adı verilmiştir. Bu büyük iki medrese’nin dışında ve cami’in iki yanında, arazinin meylinden yararlanılarak daha aşağılara yapılan ve tetimme denilen, Medrese, Yüksek öğrenime hazırlık medreseleri de bulunuyordu. Maalesef, bu tetimmeler’den bir bölümü, Saraçhânebaşından-Edirnekapıya uzanan, Fevzipaşa Caddesi açılırken, Haliç tarafındakiler de bir ilkokul inşası ve diğer ba’zı yapılar için yıktırılmıştır.
Fatih’te, (daha sonra Süleymaniye’de göreceğiz) Cami’i’n kuzeyinde ve güneyinde iki sıra halinde sekizer yapıdan meydana gelen, “Semâniye” adı verilen medreselerde, sekiz ayrı müderrisin aynı anda ders okutmasına karar verilmiş, her bir medresenin arkasındaki, yüksek derecedeki öğrenim kurumu olan Semaniye’ye talebe yetiştirmek gayesiyle tetimme medreseleri yaptırılmıştır. Fatih Medrese’lerinin yapımında, Vezir-i A’zam, Mehmed Paşa, derslerin tanziminde, Molla Hüsrev ve Ali Kuşçu görev almışlardı.
Ayrıca, bu medreseler’de, Tûsî, Hocazâde Muslihiddîn Mustafa, Molla Abdülkerim, Kadızâde Molla Kasım gibi devrin âlimleri müderrislik yapmışlardır. Sahn-ı Semân Medrese’lerinde Mantık, Fıkıh, Kelâm, Tefsir gibi ilimlerin yanısıra, Matematik, Geometri, Astronomi ve Tıp da okutuluyordu.
Fatih Külliyesi arasında bulunan Fatih Medrese’leri, 1766 zelzelesinde, cami ve diğer yapılarla birlikte zarar görmüşse de, yeniden tamir edilmiş, tetimme Medrese’lerinin yıktırılması ve temel altı toprak tabakasının ortaya çıkması üzerine, Güney tarafındaki Akdeniz Medreseleri yıkılma tehlikesiyle karşı karşıya kaldığından, kalın gergi demirleriyle desteklenmiştir. Daha sonra, Fevzipaşa Caddesine cephe olan, Akdeniz Medrese’lerinin altına, sıra dükkanlar yapılmış olup, Vakıflara, buradan önemli bir kirâ geliri gelmektedir.
Fatih Medrese’leri, 1955 yılında önemli bir ta’mirattan geçirilmiş ve bir bölümü, uzun müddet Talebe Yurdu olarak kullanılmıştır.
Hâlen, bu medrese’lerin çok önemli bir restorasyona ihtiyacı vardır. Böylesine bir yer, metrûk, âtıl ve harabe bir vaziyetteyken, yakınlarında bulunan, İstanbul Üniversitesi, İlâhiyat Fakültesi, Sefertası gibi üst üste dizilmiş bir bina’da, nâmüsâid şartlarda, eğitim ve öğretime devam etmektedir...