İslamiyet’in, Hıristiyanlık ve diğer dinlere göre farklı bir yönü vardır. Bu hikmetin sırrı / herkesin bilmediği gizli sebebi ise şudur: İslamiyet’in esası / temeli sırf tevhittir / Allahın birliğinin ta kendisidir. Vasıta / araç ve sebeplere hakiki / gerçek tesir ve etki vermiyor. İcat ve makam bakımından, onları bir değere layık görmüyor. Hıristiyanlık ise, “velediyet” / evlat ve çocukluk fikrini kabul eder. Bunun için vasıta / araç ve sebeplere bir kıymet verir. Bu yüzden enaniyet, benlik ve gururu kırmaz. Adeta İlahi Rububiyet ve Rablığın bir görüntüsünü kendi Aziz ve Büyüklerine verir. Yani Cenab-ı Hakkın bütün varlıklara muhtaç oldukları şeyleri vermesi, onları yetiştirmesi, yaratılış gayelerine uygun biçimde sevk ve idare etmesi demek olan Rububiyet makamının yansımasını, onlar Hıristiyan aziz ve büyüklerinde görürler. Bu tavırlarıyla, ayette belirtildiği gibi: “Onlar Allah’ı bırakıp, hahamlarını ve rahiplerini kendilerine rab edindiler!” (Tevbe: 31) Bunun için Hıristiyanların dünyaca en yüksek mertebe ve makamda olanları; gurur, enaniyet ve benliklerini muhafaza edip korurlar. Ama aynı zamanda, eski Amerika Başkanı Wilson gibi, mutaassıp ve tutucu bir dindar olmaya da, bu halleri engel olmaz Fakat hem salt tevhit dini / Allahın birliğinin ta kendisi olan İslamiyet içinde, hem de dünyaca yüksek mevkilerde bulunanlar; ya benlik ve gururu bırakmak veya dindarlığı bir derece terk etmek zorundadırlar. İşte bundan dolayıdır ki, bu durumda olanlardan bazıları dine karşı lakayt / ilgisiz kalıyorlar. Hatta dinsiz oluyorlar. X İslamiyet’in mukaddes / kutsal milliyetinin / müspet milliyetçiliğin bu vatan evladının sosyal ve toplum hayatına kazandırdığı sayısız faydaları vardır: Mesela: İnsanların iki cihanda mesut, müreffeh ve bahtiyar olmasını gaye bilen Selçuklu, Osmanlı ve günümüzde Türkiye Cumhuriyeti Devleti, hasımları karşısında, nüfuz ve sayıca çok az iken, bütün Avrupa’nın büyük devletlerine karşı hayatını, mevcudiyetini ve varlığını korumasını hep bilmiştir İşte bunu sağlayan şey: Bu devletin ordusundaki Kur’an nur ve ışığından gelen şu fikirdir: “Ölsem şehidim, öldürsem gazi.” Bu inançla, tam bir istek, arzu ve aşk ile ölümün yüzüne gülerek onu karşılamış, daima Avrupa’yı titretmiş. Acaba dünyada basit fikirli, saf, temiz ve samimi kalpli olan askerlerin ruhunda, böyle ulvi, yüce ve yüksek fedakârlık ve özveriye sebebiyet verecek hangi şey gösterilebilir? Hangi hamiyet, onun yerini alabilir? Hangi gayret hissi, hayatını ve bütün dünyasını severek ona feda ettirebilir? Yine bir örnek vermek gerekirse: Avrupa’nın ejderhaları / büyük devletleri, her ne vakit Osmanlı Devleti’ne, kurtuluş ve kuruluş aşamasında olan TBMM hükümetine bir tokat vurmuşlarsa; tüm İslam Âlemini ağlatmış ve inletmiş. Ve o birçok müstemleke ve sömürge sahipleri, onları inletmemek ve sızlatmamak için elini çekmiş, elini kaldırırken indirmiş. Bu hiçbir bakımdan küçümsenmeyecek, manevi ve daimi yardımcı güç yerine, hangi kuvvet konabilir? Evet, o büyük manevi arka kuvveti; menfi milliyet / ırkçılık ile ve sanki ona hiç ihtiyaç yokmuş ve olmayacakmış gibi hareket etmek çeşidinden bir hamiyet ile gücendirmemeli. X Menfi / zararlı milliyette / ırkçılıkta ileri gidenlere deriz ki: Eğer bu milleti cidden seviyorsanız, onlara gerekli şefkati göstermek isterseniz, öyle bir milli gayret taşıyınız ki, onların çoğuna şefkat ve merhamet sayılsın. Yoksa ekserisine / çoğuna merhametsizcesine bir tarzda, acınmaya muhtaç olmayan ve azınlıkta olan bir kısmın geçici, gafletle geçen sosyal hayatlarına hizmet ise hamiyet ve vatanseverlik değildir. Çünkü menfi unsuriyet / ırkçılık fikriyle yapılacak gayretkeşlik; milletin sekizde ikisine, o da geçici olarak ancak faydası dokunabilir. Hiç de layık olmadıkları o hamiyet ve vatanseverliğin ilgi ve sevgisine mazhar olur, erişirler. Kaldı ki, o sekizde altısı ya ihtiyardır, ya hastadır, ya da musibetzededir / dert veya belalara uğramış olan kimselerdir. Yahut da, ya çocuktur, ya çok zayıftır, ya pek ciddi ve samimi olarak ahireti düşünen dindarlardır. Ki bunlar, dünya hayatından ziyade, yönelmiş oldukları berzah ve ahiret hayatına / öldükten sonra kıyamete kadar yaşanacak olan kabir hayatı ve sonrasındaki, sonsuza kadar devam edecek olan öteki hayata karşı bir nur ve ışık beklerler. Bir teselli / onları manen rahatlatacak bir şefkat ve merhamet isterler. İşte kendilerine bu hususlarda yardım edebilecek hamiyetperver, merhametli, mübarek ve hayırlı ellere muhtaçtırlar. Bunların ışıklarını söndürmeye ve tesellilerini kırmaya hangi hamiyet ve gayretkeşlik müsaade eder / izin verir? Öyleyse nerede millete şefkat, nerede millet yolunda fedakârlık? X Hem unutmayalım ki, Türk Milleti sıradan bir millet değildir. İşte bu sebeple yürekten inanıyor ve umuyoruz ki: Allah’ın rahmetinden ümit kesilmez. Çünkü Cenab-ı Hak, bin seneden beri Kur’an yolunda hizmet ettirdiği ve ona bayraktar / rehber / önder ve başkomutan tayin ettiği bu milletin muhteşem / görkemli ordusunu ve muazzam topluluğunu geçici arızalarla inşallah perişan etmez / yani etmeyecek. Yine o nuru ışıklandırır ve kutsal vazife ve görevini yine devam ettirir / yani ettirecek.