Soğuk savaş dönemi, İkinci dünya savaşı sonundan başlayarak Sovyetlerin dağılmasına kadar devam eden süreç olarak tanımlanır. Bu dönem, İslam ülkelerinde Düşüncede ve İnanışta dirilme dönemidir. Bu dönemde birçok İslam devleti, politik inşasını iki kutuplu dünyaya bağlı olarak geliştirmiş olsalar da, İslam coğrafyalarında bu iki karşıt sistemin aksine yepyeni bir sistem inşası fikri kitlelerce kabul görmeye başlamıştır. “İslam dünyası, İslam’a has dünya görüşü ve sistem denemeleri dönemine, yani ideolojik plana girmiştir. Çünkü çağ bir ideoloji çağı oldu. Batı demokrasisi ve komünizm birer dünya görüşü olarak ve doktrini olarak hızla, dünyayı iki düşünce ve yaşayış bloğuna ayırdı. Bu dönemde İslam düşünürleri İslam’ı ayrı ve üçüncü blok olarak kendi toprağında hüküm sahibi kılmak için çalışıyorlardı.” (Sezai Karakoç İslamın Dirilişi s.35)

               Kitabımız ‘Düşüncede diriliş ve İnanışta diriliş’ başlıklarını sıra ile ele alıyor. Düşüncede gerçekleşmiş olan diriliş, akabinde inançta yaşanan dirilişe vesile olmuştur. Batı, bu dönemde Türkiye’de siyasal yapıda oluşturabildiği, sosyal yapıda ise oluşturmaya çalıştığı, seküler değerleri koruyabilme derdindedir. Özellikle bu korku çok partili hayata geçişle birlikte artmıştır.  Bu sebeple İslam’a hizmet edenlerin çalışmalarına engel olacak bir dizi politikayı farklı vasıtalarla uygulamaya geçirdiler. Bu dönemin başında Türkçe ibadet, kuran eğitimine getirilen sınırlandırmalar, bu engellere örnektir. Batı, düşüncede ve inançta yaşanan dirilişin toplumsal tabana yayılması telaşı ile çok partili dönemi(1945-1960) kaygı ile izlemiştir. Ve müdahaleleri ile toplumsal hafızamızda silinmesi mümkün olmayan izler bırakmıştır.

              Bu devrin (1945-1960) en önemli özelliği İslami hassasiyeti en yalın biçimiyle ifadeden korkmayan ve İslam’a hizmeti hayatın anlamı bilen Din âlimlerinin varlığıdır. Biraz daha açık bir ifade ile devrin âlimleri hakikati taşıyabilme potansiyellerini bu dönemde tezahür ettirebilmişlerdir. Bu müspet durumun ortaya çıkışında Osmanlıdan gelen Medrese geleneğinin kısmen Anadolu’da devam edebiliyor olması en kuvvetli amildir.  

             Yine bu dönemde kafasını ve kalemini satmayan hür fikirli, irfan sahibi mütefekkir ve münevverlerin varlığı söz konusudur. Nurettin Topçu, Necip Fazıl Kısakürek, Osman Yüksel Serdengeçti, Cemil Meriç ve Galip Erdem gibi çok kıymetli fikir adamlarının bu dönemde varlık göstermeleri, gelenekli ve manevi hassasiyetli bir neslin ortaya çıkmasında çok önemli rol oynamıştır.  Kitap, İslami hareketlerdeki gelişmeler için: “İslam ülkelerinde, yeni bir idealist gençlik, bu aksiyoncu düşünürleri okuyarak, en küçük hareketlerini izleyerek gün gün yetişiyor, olgunlaşıyor, artıyor ve İslam’ın entelektüeller kadrosunu kuruyor. Bu düşünürler, düşünceye, umut, şevk ve gerçek aşkını katmış, hayatlarını İslam’a adamış ve İslam uğruna harcamış bulunuyorlar. Türkiye’de Necip Fazıl Kısakürek, Mısır’da Seyyid Kutub ve arkadaşları, Pakistan’da Mevdudi, Nedevi ve arkadaşları, Kuzey Afrika’da Malik Bin Nebi ve daha birçok yazar, düşünür ve şair bu çağın İslam düşüncesi hareketini yürütmüşler ve İslam insanının kültür, siyaset ve ekonomide batı köleliğinden kurtulması için bir düşünce cihadına yer yer, ülke ülke girişmişlerdir. Bu uğurda hapislere atılmış, suikastlara uğramışlar, hatta can verip şehit olmuşlardır.” Age. 38

         Bu dönem Türkiye toplumunun büyük bir kısmında, geniş halk kitlelerinde, diğer İslam ülkeleri gibi üstü örtülmüş; fakat özünden hiçbir şey kaybettirilemeyen bir İslam anlayışı vardır. Çok partili hayatın azda olsa getirmiş olduğu serbestlik ortamı, İnançlarının, değerlerinin farkında olan toplumda tebliğ, davet ve irşat faaliyetlerinin artmasına vesile olduğu söylenebilir.  Ayrıca İslam davası için çaba sarfeden din âlimlerinin bu dönemde nüfuzunu arttırdığını görüyoruz. Bu dönemde Bediüzzaman Said-i Nursi’nin Nur risaleleri(akaid ve tefsir) dersleri, Süleyman Hilmi Efendi Kuranı Kerim öğretimi ve Nakşibendi şeyhlerinin, irşat ve inançta derinleşme faaliyetleri takdire şayan hizmetlerdir. Bu hizmetlerin günümüze kadar artarak devam etmesine öncü olmuş mümtaz şahsiyetlerdir. 

            Bediüzzaman Said-i Nursi hakkında Cemil Meriç onu geç tanımış olmanın verdiği üzüntülerini şu sözleri ile ifade etmiştir: “Şayet kendisini önceden tanıyıp eserlerini tetkik etme imkânını bulsaydım, hayatımın akışı, yaşayış tarzım bambaşka olurdu” diyor ve şunları ekliyordu: “Üstad Bediüzzaman`ın eserlerini şayet ilk gençlik yıllarımda tanımış, okumuş olsaydım, büyük ihtimalle gözlerimi bu kadar erken yaşlarda kaybetmezdim… Önce Batı`ya yönelerek peşine düştüğüm hakikati, yine Doğu`da buldum. Doğu`da ise, en parlak yıldız olarak Said Nursî`yi tanıdım… Tanzimat`tan bu yana, İslâm tefekkürünü temsil makamında, bir tek onu tanıdım. Başka hiçbir şahsiyet, bu makamı dolduramıyor, hakkını veremiyor.”

             Cemil Meriç, devrin en mühim fikir adamlarından biridir. Ömrünü hakikati ifade etmeye ve fikir işçiliğine vermiş olan Meriç, hem Bediüzzamanı hem devrini hem de bu dönemdeki nurcuları karakterize edecek ifadeleri çok kıymetlidir. Said-i Nursi’nin ismini kitabının münzevi yıldızlar kısmında zikrediyor Cemil Meriç ve müritleriyle Said’i bir bütün olarak tasvir ediyor: 

“Said’in müridi, bir havariler ormanı. Yekpare ve kesif. Ağaçlar kaynaşmış birbirleriyle. Ve bağrından adsız bir uğultu yükseliyor… Bir fırtına rüzgârına benzeyen Nur risalelerin zaman zaman boğuk, zaman zaman heybetli yankısı.

     Said, dağ başında vaaz eden bir mürşit. Hor görülenler, her şeyini kaybedenler, mukaddesleri çiğnenenler ona koştu akın akın.

     Nass’ların yalçın duvarları arkasından geliyordu bu ses, tarihin içinden geliyordu: Kabuğuna çekilmiş yüz binlerce insanı uyandırdı. Bu hayali insanlar o konuştukça gerçekleşti. Yani nurculardan önce kelam var.

      O konuştukça, laikliğin kartondan setleri yıkıldı birer birer. Kentle köy, çağdaş uygarlık düzeyi(!) ile Anadolu, tereddütle inanç… Karşı karşıya geldi.

       Nurculuk, bir tepkidir. Kısır ve yapma bir üniversiteye karşı medresenin, küfre karşı imanın, Batı’ya karşı Doğu’nun isyanı. Her risale bir çığlık, şuuraltının çığlığı… Zulmün ahmakça taarruzu olmasa, bu münzevi ses böyle sayhalaşır mıydı?

      Said Nursi, bir kavga adamı. Yalçın bir irade, taviz vermeyen bir mizaç, tefekkürden çok iman. “

             Bu dönemin hülasa edilecek hakikati, Tanzimat’tan soğuk savaş dönemine kadar fikir sahamızı işgal etmesi ve değerlerimizin yerini alması arzu edilen Modernizm, pozitivizm, sekülerizm ve batı kafasında şekillenen türlü ideolojiler beklenilen başarıyı gösterememişlerdir. İslam toplumunu başkalaştırma hedefleri sonuç alamamıştır. İslam akaidinin, inanç esaslarımızın toplumun bilinçaltı olduğu, bu dönemde gelişen İslami hareketlerin kitlesel gücünden anlaşılmaktadır. Batı, bize bulaştırmak istediği hastalıklarının, Kuran hakikatleri ile şifa bulup, kaybolduğunu görmeye tahammül edemez olmuştur.