İslam’ın dirilişi”, Sezai Karakoç üstadın 1967 yılında diriliş dergisindeki yazılarından oluşturulmuş kitabıdır.   Elimdeki örnek 2017 yılının Eylül ayında 26. Baskı olarak çıkarılmış. Üstadın tüm eserlerini okumak gibi güzel bir niyetim var. Geçen yıl bu zamanlar “Yitik Cennet” isimli kitabını yarıda bıraktım. Kısmette bu yıl güzel bir başlangıç yapmak varmış. “İslam’ın Dirilişi” hacim olarak dar, mesaj olarak ise geniş bir eserdir. Bu sebeple verdiği mesajın yoğunluğuna binaen çok şeyler söylemek lazım. 

Geçen yıl “Tarih Ekonomi ve Siyaset araştırmaları derneği” TESAD yazı direktörü Ertuğrul Gazi Kefinsiz, kitabın analizini yapmış. Benim inceleme anlayışımdır; önce yazar hakkında bilgi sahibi olmak isterim. Buna müteakip kitabı okuduktan sonra bu kitapla ilgili neler söylenmiş bununla ilgili kısa bir araştırmayla bu iş biter. Yazılacaksa yazılır; yazılmayacaksa hızlı bir şekilde kütüphane de yerini alır. Zamana muhalefet etme gibi bir lüksümüz yok. Birkaç yazar ağabeyimiz sağ olsunlar, bu anlayışın gelişmesine vesile oldular. Her zaman olduğu gibi kitabı okuyuşumun hemen arkasından bahsi geçen kitap analizlerine göz attım. 

Eserin ilk bölümüne “İslam’ın Dirilişinde Avrupa’nın Durumu” başlığı ile Rönesans’tan 20. yy’ a gelinceye kadar olan süreçte eski dünya kıtalarının sosyo-politik durumları ile ilgili bilgiler verilmiş.  20.yy başından günümüze kadar gelen süreçte Asya ve Afrika’nın, Avrupa’ya olan bakışını belirterek, tarihsel serüvenin incelemesinde iki dönem belirlemiştir. Rönesans’tan 1900’lü yıllara kadar olan süreç ile 20.yy’dan günümüze kadar devam edegelen süreç. Kronolojik ayrım ile iki dönemde Avrupa, Asya ve Afrika kıtaları incelenmiş. Burada özellikle dikkatimi çeken şey kitabın tamamında İslam’ın dirilişini, olgu olarak herhangi bir zaman dilimine bağlamamış olmasıdır.

Yazar’ın Avrupa tarihi hakkında genel bir değerlendirme olarak çıkarımları şu şekildedir:  “Kendinden önce gelen her medeniyet, daha önceki medeniyetlere bağdaşma yoluna gitmiş olsa da, Avrupa, gerçek bir hümanizmden yoksun olarak, kendisine her müspet alanda öğretmenlik yapan İslam Medeniyetini bütün gücüyle inkâra, yıkmaya, yok etmeye çalışmıştır. Kendi hocasına saygı borcunu unutan, çömezinden saygı beklememelidir.”  Evet, Avrupa, en başta İslam medeniyeti olmak üzere farklı medeniyetlerden beslenerek bugünkü durumuna gelmiştir. Fakat Avrupa medeniyeti beslendiği kaynakların aksine hümanizm olgusunu içselleştirememiştir. Kendi dışındaki insana bakışı ve tavırları tüm dünyada aykırı Avrupa algısı oluşturmuştur. Üstadın dediği gibi ‘barbar’ ve ‘büyücü’ gibi görülmüştür. 

Üstadın Asya ve Afrika için yapmış olduğu yorumlar gerçekliğini bugünde korumaktadır. Asya ve Afrika medeniyetlerindeki uyanış ve kendini gerçekleştirme isteği Batı tarafından hissedildiğinden, sömürü düzeninin olanca yükü bu coğrafyaların üzerindedir.  Avrupa’daki ekonomik refahı sadece gelişen sanayisi ile özdeşleştirmek çok yanlıştır. Bu refahta kanın, gözyaşının ve emek hırsızlığının rolünü yadsımak körlüktür. 

Afrika ve Asya’da başlayan uyanış için, tarih olarak II. Dünya Savaşı veriliyor. II. Dünya savaşı bir başlangıç olarak kabul ediliyor. Bu tarihten sonra bu coğrafyalardaki siyasal gelişmelerden bu sonuç çıkarılabilir. Fakat Avrupa, bu gelişmelere kayıtsız değildir. Avrupa, Doğuda ortaya çıkabilecek ayaklanma, başkaldırma, statükoyu devirme tarzı hareketlerin var olabileceği ihtimalini göz ardı etmiş değildir. “Batı, bütün güçleriyle Asya ve Afrika ayaklanmasına yükleneceklerdir. Bu uyanışa karşıdan durup bakacak değillerdir elbet” (Karakoç S. s.12) Günümüz gelişmelerine baktığımızda Ortadoğu’da yaşananlar ve Arap Baharı gibi gelişmelerde Avrupa’nın tavrı, diktatörlere, darbecilere verdiği destekle bir kez daha gözler önüne serilmiştir. 

“Türk toplumu olarak yıllardır maruz kaldığımız sıkıntılardan sebep, anlıyoruz ki Batı her zamanki gibi kendisi hariç tüm oluşları inkâr ve sindirme peşindeydi. Ancak, 2. Dünya Savaşı’ndan sonra bir türlü engel olamadıkları İslami Dirilişten kurtulmanın yolunu bir küfür ve zulüm ittifakı olan Avrupa Birliği’nde aramaya başlamıştır. Bu anlamda Türkiye’nin de on yıllardır Avrupa Birliği ısrarı garipsenmeli ve bir şekilde bu hatadan vazgeçilmelidir. Zira AB sevdası, gün be gün daha da gelişen bir İslam ülkesinin, aç kurtların pençesine kendisini bırakmak olduğu gün gibi ortadadır… Bunun bir çözümlemesi olarak, 15 Temmuz darbe girişimi sonrası, NATO’nun ülkemize karşı tutumunu ve şuan gelmiş olduğumuz noktayı kritik edebiliriz.” Ertugrul Gazi Kefinsiz, eserin tahlilinde batının bu bencil tavrından dolayı bizim duruşumuzun ne şekilde olması gerektiğini bu sözleri ile özetliyor. 

İnsanlık, diğergamlık vasıflarını ancak İslam ile kazanacaktır. Ötekileştirmek yerine ötekine sahip çıkma anlayışı ile İnsanlık, özünde var olan erdemlere kavuşacaktır. Bencil, hodkâm, barbar birlikteliklerin müspet istikamette insanlığa verebileceği hiçbir şey yoktur. İnsanlığa hakikat medeniyetini getirecek olan İslamdır. Kitabın ilk bölümünde verilmiş olan derste, alınacak olan nasihattte budur: İslam bölgelerinin iç dirilişini gerçekleştirebilmesi için hem doğuyu hem batıyı her vakit gözlemlemesi zarurettir. İkinci şart ise bu dirilişin gerçekleşmesi için dıştan gelecek handikaplardan etkilenmemek ya da asgari surette etkilenmektir. Bunun içinde İslam’ın ruhunu önce kendimize, özümüze, kardeşimize telkin etmemiz şarttır. Başarıyı bağışlamak yüce Allah’ın lütfudur. Çalışmak ise Müslümanın vazifesidir. 

Tevfik ve İnayetle