İslam’ın Dirilişinde İslam dünyasının durumu anlatıldıktan sonra ‘Düşüncede diriliş’ alt başlığıyla devam ediliyor. Bu başlığın mesajına girmeden evvel, fikirdeki dirilişi hazırlayan tarihsel arka plan veriliyor. İslam’ın Dirilişi mefhumunun fikirden öte fiiliyata geçmiş olması, Soğuk savaş döneminde Avrupalı devletlerin kendi sorunlarına yoğunlaşması ile mümkün olabilmiştir. İslam Tez’inin doğuşunun bu dönemde ortaya çıkmış olması buna bağlanır. Yeniden İslam’ın yol göstericiliğinde kurtuluş arama fikri kitlesel bir güç bulabilmiştir. “Bundan sonra yetişecek nesillerin gittikçe artan bir oranda bu tezi benimseyecekleri, bir kadro kuracakları, bu kadroyu gittikçe büyütecekleri ve sonunda kaçınılmaz savaşlarını verecekleri bugün artık açık ve seçik olarak görülmektedir. Pakistan’da Mevdudi Hareketi, Mısır’da Müslüman Kardeşler, Türkiye’de Nurculuk ve Büyükdoğuculuk, İslami Dirilişin ilk düşünce, inanç ve aksiyon akımlarıdır. İslam tezi yalnız düşüncede ve bir ütopya olarak kalmamış, hatta ülke içi bir aksiyon olma çevresini de taşırmış ve aşmış, devletlerarası diplomasi planına da sıçramış bulunuyor.” 

Var olan İslami diriliş hareketleri, kuruluşlarından itibaren batının hedefinde yer almış. İslam Birliği fikri Batıyı tedirgin etmiştir. Bundan dolayı İslami hareketlerin etkisini her zaman yakından izlemişlerdir. Bilindiği üzere bu onlar için sadece izlemekten ibaret de kalmamıştır. Gerek doğrudan, gerekse gizli temsilcileri aracılığıyla, kurulan ya da kurulması arzu edilen İslami hareketlere müdahale etmişler. Bu müdahaleler, maalesef birçok kez bu kurulan müspet cemiyetlerin amaçlarından sapmaya veya çözülmeye sebep olmuşlardır. Fikri alt yapısını tam anlamıyla oluşturup, var olan programını revize edebilen hareketler ise varlığını bugüne kadar taşımışlardır. 

Buradaki en büyük eksiklik dirilişe öncü kadroların, fikir adamlarının, aydınların var olmaması problemidir. Yazar bunu şu sözleri ile ifade ediyor: “Misyoner mantığının, batılı sığ bilginin yaydığı peşin hükümler deryasında yüzüp duruyoruz. Profesörler de dâhil bütün bir aydınlar kadrosu, düşünce örgüleri bir yığın peşin hükmün eklem ödevini gördüğü bir düşünce magmasına sahiptir. Batı düşünecek biz de onu hemen alacağız, kullanacağız.  Bizde bu bir düşünme hafakanı halini almıştır.” Bu aydın hastalığı, batıdan gelenle gözlerin tamamen kör olmasıdır. Geçmişimizin hatta yakın tarihimizin bile unutulmasına sebep olmuştur. Sadece batının takipçisi ve taklitçisi aydın grubundan, İslam nizamının hâkim kılınması gibi bir ulvi davayı gerçekleştirmesini bekleyemeyiz. Bu sebeple bizde tarih ve inanç köklerinden beslenen münevverlerin yokluğu, inanç sahibi kişileri çaresiz hep bir inkılap ve dirilişi özlemi içine sürüklemiştir. 

Var olan elim durum bize büyük vazife yüklüyor. En başta çok ciddi anlamda kendimizi bir hesaba çekmemiz gerekiyor. “İkinci dünya savaşının doğurduğu Batıya yönelmiş şüphenin müspet etkisi olmuştur, İslam ülkelerinde, İslam düşüncesinin de bir kıpırdanışının başladığına şahit olunmuştur. Bu kıpırdanış ve kımıldama henüz ilk emekleme dönemindedir. Bir yandan, İslam’ı yeni nesillere benimsetmek için alçakgönüllü bir çalışma içinde, bir yandan da, batının kritiğini yapmanın güç çalışması ve çalkantısı içindedir. Düşünce de diriliş, bu bocalayışın durması sonucunda ağaracak bir gün ışımasında mümkün olacaktır.” Dirilişin ilk adımı, ilk görüntüsünün arz ettiği bu ortamdan çıkalı çok oldu. Peki, o günden bugüne değişen ne olmuştur? Bu bocalama, bu buhran devri bitmiş, ağaracak günü derin bir tefekkür ile bekliyorsak daha çok bekleyeceğiz demektir. İslam için yapılan tefekkür, aksiyona sürüklemedikçe bu tefekkür bize bir şey kazandıramayacaktır. İslam dünyasının soğuk savaş döneminden bugüne İslam için çalışan aksiyoner bir kadroya ihtiyacı vardır. Bugünkü kaotik ortam göz önüne alındığında her zamankinden fazla buna ihtiyacın olduğuna şahitlik ediyoruz.

----------------------------------------------------------------------  

Kültür, en büyük sosyal formlardan biridir. İnsan problemi, inanç problemi, dediğimiz diriliş amillerinin hepsinin çözüm bulacağı tek sahadır. Kültür, dil dediğimiz semboller dizesi ile ifade edilir. Yazı ve konuşma dilinin bozulması kültürdeki dejenerasyonu gösterir. Yazarın dildeki değişme ile ilgili görüşü dikkat çekicidir: “Düşünce dirilişi konusunda, İslam ülkeleri içinde yalnız Türkiye’yi ilgilendiren yazı meselesi vardır. Kendi geleneksel yazısını atarak Latin harflerinden yeni bir alfabe düzen Türkiye, bu yazı durumuyla köklü bir düşünce dirilişine gidemez. Geçmişin kültürüyle yazı değişmesi yüzünden tamamen ilgisini kesen Türk düşüncesi, temelli bir yapı nasıl kurabilir, bilinmez.” Bu aslında genel olarak muhafazakâr düşünceye sahip birçok münevverin ortak görüşüdür. Dildeki kopuş doğrudan doğruya kültürden kopuş demektir. İnancımızın kavramlarını kapsayabilen, anlam dünyamızı tam manasıyla aktarabildiğimiz, kapsamlı bir dil çalışması şarttır. Tartışmaya açıktır elbette, fakat bugün yoğunluk kazandığını gördüğümüz Osmanlıca dersleri bu konuda atılan en önemli adımlardandır. 

Bir yeni arayışı, bir modernlik tutkusu; körleşen yığınlar, amaçsız kitleler, popülizmin esaretinde bir gençlik getirdi. Çıkış noktası itibariyle varılması muhtemel olan şeyde buydu. Buradan dönmek, kaotik halleri aşmak, geleneklerimizden ve tarihimizden beslenmek, İnanç eksenli bir dünya kurmak, İnsanlığın iyiliği için mücadele etmek gibi ulvi hedeflerimiz olacaksa düşünce dünyamızı değiştirmemiz zarurettir. Düşünce dünyamızı kendi kültür ve inanç kavramlarımızla dolduramazsak bu değişimde bir hayalden öteye geçemez. 

Düşüncede diriliş; başlı başına bir hedef değildir. Düşüncede diriliş, İslam’ın dirilişinde en önemli amildir. Hedefe taşıyan en önemli araçtır. Olması arzu edilen inkılabın itici gücü, aksiyonun muhtevasıdır... Düşüncede diriliş, sadece Tarihsel kimliğimizin merkeze almak, eskiye duyulan bir özlemle hareket etmek, var olan gelişmelere gözlerimizi kapatmak, çağın gereklerini görmezden gelmek değildir. Bilim ve teknik alanında yapılan yenilikleri takip etmemek değil. Aksine her alanda ilerlemenin gereklerini yerine getirmeyi, bitmeyen bir süreç olarak algılamaktır. Dünyada var olan gelişmelerin yakın takibi ile birlikte kendi kavramlarımız üzerinde kafa yorup, kendi kavramlarımızın penceresinden hayata bakabilme becerisidir.