Afganistan’la başlayıp Suriye, Irak ve benzerleriyle  devam eden ve Avrupa ülkelerine de sıçrayan dini radikalizmin kanlı elleri şimdi de İstanbul’da kendini gösterdi. Dostluğun ve düşmanlığın akşamdan sabaha yer değiştirdiği ve bir çok devletin mücadele alanı olan bu coğrafya, radikal örgütlerin kullanılmasına uygun bir zemin oluşturmaktadır. Yıllardır Türkiye’yi hedef alan PKK, MLKP, DHKP-C gibi sol tandanslı terör örgütlerine ek olarak şimdi de IŞİD’in eylemleri ülkemizin huzurunu kaçırmaktadır. Son yılların en vahşi radikal islamcı  terör örgütü IŞİD’in bu ilk saldırısı değil elbette.
11 Mayıs 2013: Reyhanlı'ya bombalı saldırı
20 Mart 2014: Niğde'de IŞİD saldırısı
11 Haziran 2014: Musul konsolosluğumuza baskın yapıp çalışanların rehin alınması
1 Ekim 2014: Süleyman Şah Türbesi kuşatması  (22 Şubat 2015: Türbe ve karakol taşındı)
5 Haziran 2015: Diyarbakır HDP mitingine bombalı saldırı
20 Temmuz 2015: Suruç'ta bombalı saldırı
10 Ekim 2015: Ankara’da bombalı saldırı, ve şimdilik son olarak
12 Ocak 2015: Sultanahmet’te turist kafilesine bombalı saldırı.
Dostluğun ve düşmanlığın akşamdan sabaha yer değiştirdiği ve bir çok devletin mücadele alanı olan bu coğrafya, radikal örgütlerin kullanılmasına uygun bir zemin oluşturmaktadır. Bol etnikli, birkaç mezhepli, çok tarikatlı yapısıyla her devirde kullanılmaya elverişli Ortadoğu’da, ülkemize de sıçrayan ateş ve dehşet, bölgemizin ve ülkemizin uzun bir süre daha bu şiddetle beraber yaşayacağına işaret ediyor. Gençlerimizin dini duygularının sömürülerek, bu akıma kapılmalarını ve  bu kanlı örgüte maşa olmalarını engelleyemezsek işimiz zor.
Prof. Dr. Ercan Çitlioğlu’na göre, yurt dışından örgüte katılanların profilleri ve motifleri çok farklı. Macera arayanlardan, para ve ganimet peşinde koşana, psikopatlardan sapkın duygularını tatmin etmek isteyenlere kadar her tür insan mevcut. İslam adına savaşacağına inandığı için cihadist motivasyonlarla gelenler, dini hassasiyetleri sömü- rülenler, sapkın bir din yorumuna inananlar var. Türkiye’den katılanlar ise daha çok dini dürtü ve gerekçelerle hareket ediyorlar. Eğitim seviyeleri düşük, dar gelirli ve çok çocuklu ailelerden, toplumla sosyal bağları zayıf olan, kimlik bunalımı yaşayan, düzenli bir işi ve geliri olmayan kişiler genellikle örgütün ağına takılıyorlar. Çoğunluğu her ne kadar gençler oluştursa da yapılan araştırmalar orta yaşlı, evli ve çocuklu, düzenli bir iş sahibi insanların da bu tarz örgütlere katıldıklarını ortaya koyuyor.
Prof. Doğan Şahin, “Yaşam tarzlarının tehdit altında olduğunu düşünen insanlar daha kolay radikalleşirler” diyor. Sünni-Şii çatışmasının bölge halklarının ciddi bir kısmını bu hissiyata itelediği aşikâr. Kendisi ve ailesinin güvenliğinden endişe duyan, inancından veya mezhebinden ötürü yok olma tehlikesiyle karşı karşıya olduklarını düşünenlerin radikalleşmesini anlayabiliriz. Avrupa’da yaşayan Müslümanlar ise islamofobia nedeniyle ayrımcılığa maruz kaldıkları ve ötekileştirildikleri için  kültürel anlamda uyum sağlamakta daha çok zorlanıyorlar. Uyum sağlayamayınca antisosyal eğilimler gösterenler, suça bulaşanlar, terörizme sempati duyanlar olabiliyor.” Kuran’ın ne dediğini bile bilmiyen dini açıdan cehalet içindeki kişiler, radikal fikirleri kolay kabul edilebiliyorlar.
İlahiyat profesörü Mehmet Ali Büyükkara, Ortadoğudaki savaşların, Irak’ın işgalinin, yıllardır süren Filistin sorununun, dikta rejimlerin ve Müslümanların zulme uğradığı algısının insanları radikal örütlere çekebildiğini söylüyor.
İslam’ın temel esaslarını  istismar ederek, aynı mezhepten olanı kollarken dindaşını öldürmeyi cihad gören, yarattıkları dehşet, vahşet ve korkuyu İslama bağlayan bu sapkın zihniyet, en büyük kötülüğü yüce dinimize ve Müslümanlara yapmaktadır. “Kötü imam dinden edermiş” sözünü ispatlarcasına, hem müslümanları rencide etmekte, hem de insanlık aleminde “islamofobiayı” tetikleyip “düşman” kazandırmaktadır.  Şeytan’ın arkadaşlığını kuran’ın rehberliğine tercih edip, acımasızca Müslüman kanı akıtmaktan adeta zevk alan bu yapının ortadan kaldırılması için tüm siyasi partilerin katılacağı ortak bir fikir etrafında birleşilmelidir. Sonrasında ise aileden başlayarak, okullar, medya organları, STK’lar, diyanet, cami ve kuran kursları ile uygun görülecek diğer krum ve kuruluşlar, belli bir plan çerçevesinde organize edilip, aydınlatılmalı ve görevlendirilmelidir.