İbrahim Güray AYTEKİN- ÖZEL HABER ARAŞTIRMA
Unutmamalıyız ki kimse kral olarak doğmaz ve kral olarak ölmez. İnsanlığın başlangıcından bugüne değin yönetenlerin yönetilenler üzerinde kurduğu bir hegomanya olduğu yalın bir gerçektir Krallar, sultanlar, alide sultanlar, kraliçeler, eceler, padişahlar, başbuğlar, hükümdarlar, firavunlar, hakanlar, hanlar, beyler, tekfurlar bir ırkın, bir soyun diğer insanlar üzerinde kurdukları hegomanyanın sonucu ortaya çıkmışlardır.
Eski Yunanca “demos”(halk) ve “kratos”yönetim” sözcüklerinin birleşmesinden oluşan Demokrasi sözcüğü “Milattan önce beşinci yüzyılda demos, ekklesia’da bir araya gelen Atinalı topluluğu demekti“. Demokrasi ile ilgili ilk yazılı değerlendirmeye M.Ö. 5.yüzyılda yazılmış olan Herodot Tarihi’nin üçüncü cildinde rastlanmaktadır. Bu yapıtta “Demokrasi, halkın yönetimi, yasalar önünde eşitlik, bütün sorunların açık tartışmaya sunulması, yöneticilerin makamlarından hareketle sorumlu tutulmaları” olarak nitelendirilmişti
Eski Yunanda demokrasisi bir çeşit eşitsizliğe dayanmıştı. V. yüzyıl Atina’sında 400.000 kişi yaşıyordu. Bunlardan 40.000’i Meclis’e katılma hakkına sahipti. Ne var ki, yalnız 4.000’i halk toplantılarına katılmaktaydı
Roma İmparatorluğu döneminde uygulanan devlet sistemi, temsilî demokrasiye yakın bir nitelik taşımaktaydı. Demokratik haklar genellikle sosyal sınıf ayrımına göre şekillenirdi ve güç elitlerin elindeydi. Bununla beraber, Eski Hindistan'da bazı bölgelerde uygulanan sistemler de temsilî demokrasiye benzetilir. Roma İmparatorluğu ile paralel olarak, kast sisteminin varlığı, gücün varlıklı ve asil bir azınlığın elinde olduğu bir gerçektir
Ünlü Yunan düşünürü Platon da demokrasiden söz ederken;
Demokraside ise, fakirler zenginlere karşı galebe çalmışlardır. Burada hürriyet tamdır, canı istemeyen emirlere uymayabilir…Demokraside her şey mübahtır. Devlet hayatı bir anarşiden ibarettir
Aristo ise; Demokrasilerde egemen olan halktır. Egemen iktidar hür insanların elinde ise demokrasi vardır. Demokrasi ve oligarşi; zira, aristokrasi bir oligarşi çeşidi olarak telakki edilir ve cumhuriyet denen şey demokrasiden başka bir şey değildir . yorumlarını yapmışlardır.
Demoklasin Kılıncı hikayesi bir efsaneden günümüze gelen anlatımdır. İktidarda olan kişilerin nasıl bir büyük ve ağır bir okadarda acı bedeli olan anlatımdır. Efsaneye göre; Siraküza Kralı Dionysos, kral olmanın çok rahat ve güzel olduğunu savunan Demokles'e ders vermek için onu yemeğe davet eder. Onu ince bir sicimle tavana bağlanmış ağır bir kılıcın altındaki koltuğa oturtur ve ona iktidarın aslında ne kadar zor olduğunu gösterir.
"Demokles'in kılıcı" deyimi günümüzde farklı anlamlarda kullanılmaktadır. Bu anlamlardan birisi "önemli mevkilere yönelik potansiyel tehditleri" vurgulamak içindir. İktidar güzel gözükür ancak ölüm tehlikesiyle burun burunadır. Bununla beraber bu deyim; ''önemli mevkilerde'' bulunan idarecilerin makamlarına aldanıp, o makamların taşıdığı ağır sorumlulukları unutmamaları gerektiğini vurgulama manasında da kullanılmaktadır.
Cumhuriyet ise ; Bir devlet biçimini belirtir. Halkın egemenliğinin geçerli olduğu devlet biçimine cumhuriyet denir…Halk egemenliğinin geçerli olduğu siyasal rejimlere demokrasi adı verilmiştir. Halkın, halk tarafından ve gene halk için yönetimi demek olan demokrasi, günümüzde bile en ileri yönetim biçimidir. Halk egemenliğinin çağdaş anlamıyla gerçekleşebildiği en iyi rejim demokrasidir. Ne var ki, cumhuriyet ile demokrasinin beraberce bulunması, yani demokratik cumhuriyet bu konuda en ileri siyasal rejimdir
Demokratikleşme ise bir toplumda demokratik yapının kurulması, güçlendirilmesi ve daha da ötesi sağlıklı bir biçimde bu yapının yürütülebilmesi demektir.
-Demokrasilerde bireyler, din, mezhep, ırk, cinsiyet ve toplumsal konum ayırt edilmeksizin siyasal ve hukuksal bakımdan eşit haklara sahiptirler.
-Bireylerin tek tek iradelerinin toplamından oluşan üstün iradeye ulusal irade ya da ulusal egemenlik denir ve bu egemenlik hiçbir gerekçe ile seçimle gelmeyen bir başka kişi ya da kurum ile paylaşılamaz.
- Seçim sistemleri bireylerin iradelerini yansıtacak demokratik bir niteliğe sahip olmalıdır. Seçim sisteminin hiçbir yurttaşın oyunun boşa gitmemesini sağlayacak bir nitelikte olması zorunludur.
- Demokratik sistemlerde yasama, yürütme ve yargı kesin olarak ayrılmalı ve yargının tarafsızlığı ve güvenilirliği sağlanmalıdır.
- Sivil toplum örgütleri serbestçe kurulabilmeli, sendikal haklar özgürce kullanılabilmeli ve bu örgütler özgürce çalışabilmelidir.
- Basın özgür olmalı ancak hukuk çerçevesinde denetim altında olmalıdır.
- Üniversiteler yönetsel, ekonomik ve bilimsel yönlerden özgür ve özerk olmalıdır.
- Çok partili sistem sürekli olarak uygulamada olmalıdır. Zira “Siyasi partiler, ister iktidarda, ister muhalefette olsunlar, demokratik siyasi hayatın vazgeçilmez unsurlarıdır“
Bir toplumun gerçek anlamda ve kalıcı olarak demokratikleşebilmesi için, o toplumun demokratik bir toplumda bulunması gereken yukarıdaki koşulları taşıması zorunludur. Böylelikle toplumun düşünsel görüş ufuklarının sınırları genişlemeli ve sınıfsal yapılar belli bir mücadele sonrasında belirginlik kazanarak, bireysel özgürlüklerin değeri anlaşılır hale gelmelidir.
Aksi takdirde, bu süreçleri yaşamamış toplumlarda yukarıdan aşağıya kurulmaya çalışılan demokratik yapı, ya kısa süreli olmakta küçük sarsıntılarla yıkılmakta ya da köklü ve kalıcı hale gelememektedir. Demokratik toplum demokrasiye sahip çıkma bilincine kavuşmadığı sürece o toplumda demokratik düzenin sürdürülme şansının olmadığı bir gerçektir.
Türkiye’nin de içinde yer aldığı Doğu toplumlarında demokrasinin yeteri kadar kökleşememesi, kurumlaşamaması ve süreklilik kazanamamasının temelinde bu gerçek vardır.
Türkiye’de demokrasiyi kurma çabalarının yaklaşık 200 yıllık bir tarihi gelişim süreci vardır. 1808’de Sened-i İttifak ile başlayıp, 1876’da Kanun-i Esasi’nin ilâm ile gelişen süreç Cumhuriyetin bir eseri olarak günümüze kadar devam etmiştir. Bu süreç içinde Cumhuriyetin kuruluş dönemi olan 1923-1938 arasında çok partili sistem denemeleri yapılmış ise de başarılı olunamamıştır.
Fransız İhtilali, 1787'den başlayarak tüm Fransa'ya yayılan, ilk zirve noktasına 1789'da ulaşan ve 1799'a kadar süren bir harekettir. Fransa’da halkın, kralın baskısına karşı aydınların öncülüğünde isyan etmesi olarak tanımlanan bu hareket sonucunda halk Fransa'da "ancien regime" adı verilen eski yönetime son vermiş ve Avrupa ve dünya tarihinde yeni bir dönem başlamıştır. Fransız İhtilali ile birlikte insan hakları, demokrasi, milliyetçilik, işçi hakları, liberalizm, adalet ve eşitlik gibi kavramlar ortaya çıkmıştır. Fransız devrimi ile tüm dünyada aynı zamanda DEVRİMLER VE İHTİLALLER DÖNEMİ başlamıştır.
1789 Fransız Devrimi’nin etkileri, yalnızca gerçekleştiği coğrafyada kalmayıp, zamanla evrensel bir niteliğe bürünmüştür. Özellikle devrimin zeminini hazırlayan Aydınlanma filozoflarının öne sürdükleri milliyetçilik (ulus-devlet), özgürlük, bağımsızlık ve laiklik kavramları, devrim sonrası önce Fransa’da, daha sonra da tüm dünyada etkili olmuştur. Devrimin dört ana nedeni; düşünsel, toplumsal, ekonomik ve siyasi nedenlerdir.
Devrim, Kral ve Kraliçe’nin idamlarına da yol açmıştır. Avrupa’da gerçekleşen Rönesans ve Reform hareketi etkisiyle gelişen insan hakları kavramının etkileri, devrim sonrası yayınlanan ‘‘İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirisi’’nde görülmüştür. Devrimden en çok etkilenen devletler arasında Osmanlı İmparatorluğu da vardır. Devrimin Osmanlı’ya olan en büyük etkisi, milliyetçilik akımının ortaya çıkmasıyla birlikte çok-uluslu bir etnik yapıya sahip Osmanlı’da isyanların başlamasına yol açarak, Osmanlı’yı parçalanmanın eşiğine sürüklemesidir. Devrim sonrası Avrupa tam anlamıyla modernleşme çabalarına girmiş, Sanayi Devrimi’nin de etkisiyle ekonomisi hızla gelişmiştir. Osmanlı ise, iç ve dış sorunlar nedeniyle bu yenileşme çabasına ayak uyduramamıştır.
Osmanlı imparatorluğu bir ölçekte İslami bir yönetim sistemine sahipti 623 yıllık bu büyük imparatorluk parçalanarak tarih sayfalarında yerini almıştır.
Demokrasi İslam’a karşı bir sistemdir. Çünkü kanun yapma yetkisini halka veya onların yerine (parlamento üyelerine) vekâleten vermektedir. Buna göre burada hüküm koyma Allah’ın dışında halkın veya onların yerine vekil olan milletvekillerinin olmaktadır. Burada ibret toplumun değil onların çoğunluğu esasına dayanır. Bu şekilde çoğunluğun ittifakı ile o halka kanunlar yaratılışa, dine ve akla ters de olsa dayatılır. Bu sistemlerde kürtaj kanunu, homoseksüellerin evliliği, faiz faydaları kanun haline getirilmiş ve şer’i ahkâm ilga edilmiştir. Zina yapmak ve alkol almak mubah görülmüştür. Bilakis bu sistemde İslam ve ona bağlı olanlarla savaşılmaktadır.
Oysa Allah kitabında hüküm koymanın sadece kendisine ait olduğunu ve kendisinin hüküm koyanların en dikkatlisi olduğunu haber vermiştir. Kendi yönetimine kimsenin müdahale etmesini de yasaklamıştır. Ve kendisinden daha iyi hüküm koyacak birinin olmadığını da belirtmiştir. Ayette: “Hüküm koyma(ve verme) el-Âliyy vel-Kebir olan Allah’adır.” (Ğafir, 12) ve ayette: “Allah 'ı bırakıp da taptıklarınız, sizin ve atalarınızın taktığı birtakım isimlerden başka bir şey olamaz. Yoksa Allah onlara öyle bir saltanat indirmemiştir. Hüküm sadece Allah 'ındır. Allah her şeyi en iyi bilendir.
Demokrasinin evrensel nitelikli üç temel öğesi; Seçim, özgürlük ve bağımsız yargıdır. İktidar; her siyasal sistemde vardır ama “muhalefet“in yasal olarak tanındığı, güvence altına alındığı ve seçimle iktidarı elde etme fırsatı verildiği sistem demokrasidir. Demokrasilerde BİAT yoktur.
Özgürlük ve yargı güvencesi olmazsa, sadece seçim, demokrasiyi değil, olsa olsa “çoğunluk diktası“nı yaratır. Özgürlüklerin içinde de, demokrasinin işlenmesi açısından, haber alma, düşünce ve örgütlenme özgürlükleri ön sırada gelir. Özgür bir haber alma ortamı yoksa, insan özgür bir biçimde düşünemez. Düşünme özgürlüğü, öncelikle yönetenlerden farklı düşünebilme özgürlüğüdür. Demokrasinin iki temel unsuru vardır Yöneten ve Yönetilen buna kısaca iktidar ve Muhalefet denilmektedir.
Demokrasilerin olmazsa olmazları şunlardır
Milli Egemenlik: Demokrasilerde egemenlik millete aittir. Millet bu hakkını seçtiği milletvekilleri aracılığıyla kullanır.
Özgürlük: İnsanın doğuştan sahip olduğu temel haktır. Özgürlük, bireyin başkalarına zarar vermeden istediği her şeyi yapabilmesidir.
Güçler Ayrılığı İlkesi: Güçler ayrılığı ilkesi; yasama, yürütme ve yargı güçlerinin, devletin farklı kurumlarına verilmesidir. Bu ilke iktidarın tek elde toplanmasını engeller. Ayrıca aşağıdaki görselde verildiği benzeri bu üç kurumun birbirlerini denetleyebilmesi için gerekli koşulları da sağlar. Yasama gücünü meclis, yürütme gücünü hükûmet, yargı gücünü de bağımsız mahkemeler kullanır.
Hürriyet ve Eşitlik: Tüm insanlar kanunlar önünde eşittir. Yasalar din, inanç, cinsiyet ayrımı olmadan herkes için aynı uygulanır. İnsanların başkalarına zarar vermemek ve kanunlara aykırı olmamak koşuluyla dilediğini düşünebilmesine ve yapabilmesine hürriyet veya özgürlük adı verilir. Demokrasilerde insanlar özgür iradeleriyle karar verebilir, düşüncelerini özgürce ifade edebilir.
Çoğulculuk ve Katılım: Demokrasilerde farklı görüşlerin, farklı siyasi partiler ile temsil edilmesine çoğulculuk denir. Çok partili siyasal düzenle çoğulculuk uygulanmaktadır. İnsanların görüşleri birbirinden farklı olabilir. Farklı düşüncelere sahip olan insanlar düşüncelerini özgürce ifade edebilmeli ve yönetimde temsil edilmelidir. Buna demokrasinin çoğulculuk ilkesi adı verilir. Çoğulculuk ilkesi gereğince insanlar yönetime katılmalı ve kendilerini etkileyen kararların alınmasında etkili olmalıdır.
Hukukun Üstünlüğü :Demokrasilerde hukuk devleti ve hukukun üstünlüğü ilkesi geçerlidir. Ülkeyi yönetenler, bütün eylem ve icraatlarında kanunlara uymakla yükümlüdür.Aynı zamanda idareciler vatandaşlara karşı sorumludur. Söz konusu sorumluluk anayasa ile güvence altına alınmıştır. Buna göre idareciler keyfî davranamazlar. Kaynağı kanuna dayanmayan hiçbir yetkiyi kullanamazlar. Hukuk devletinde, idare etme yetkisi kanunlara dayanır.Kanunlar da anayasaya ve evrensel hukuk kurallarına aykırı olamaz. İcraatların yasalara ve anayasaya uygun olup olmadığı hukukun denetimine tabidir. Dolayısıyla herhangi bir uyuşmazlık durumunda hukukun hakemliğine başvurulur. Hukukun verdiği karar başta yürütme organı olmak üzere herkesi bağlar.
Siyasi Partiler İlkesi : Siyasi partiler demokrasinin vazgeçilmez unsurlarındandır. Partiler aracılığı ile farklı fikirler parlamentolarda temsil edilir. Demokratik ülkelerde siyasi partiler, bireylerin aktif siyaset yapacakları alanlardan biri ve en önemlisidir.
Çoğulculuk İlkesi: Demokrasilerde çoğulculuk ilkesi geçerlidir. Bu ilke gereği genel seçimlerde en çok oyu alan dolayısıyla en fazla milletvekilliğini kazanan parti, yeterli milletvekili sayısına ulaşmış ise ülkeyi yönetme ve hükûmeti kurma hakkına sahip olur. Bu sistem çoğunluğun iktidar olma hakkını güvence altına almakla birlikte mutlak hâkimiyetini savunmaz.
Sivil Toplum İlkesi : Sivil toplum, modern manada anlamını demokrasi ile kazanırken demokrasi de katılım problemlerinin çözümünü sivil toplum ile sağlamıştır. Sivil toplum birbirleriyle ortak amaçlara sahip olan insanların oluşturdukları grupların, seslerini ve isteklerini daha fazla duyurabilmelerini sağlar.
Seçim İlkesi : Demokrasinin ilkelerinden bir diğeri de seçimdir. Ülkeyi yönetecek iktidar, ülkeye vatandaşlık bağı ile bağlı olan ve seçme yeterliliğine sahip vatandaşlar tarafından belirlenir.
Demokrasilerde Devlet, belli bir inancı yada fikri yapıyı insanlara dayatmaz ve ayrıca kimsenin de dayatmasına müsaade etmez.
20. yüzyılda demokrasi hızlı bir değişme ve gelişme göstermiştir.Yüzyılın başlarında, I. Dünya Savaşı'nın sonunda Avusturya-Macaristan ve Osmanlı İmparatorluklarının yıkılmasıyla birçok yeni devlet ortaya çıktı ve bu yeni ülkelerin devlet yönetimi genellikle, o döneme göre, demokratik sayılabilecek yöntemlere sahipti.
1929 yılında ortaya çıkan Büyük Buhran döneminde Avrupa, Latin Amerika ve Asya'da birçok ülkede diktatörler ortaya çıktı. İspanya, İtalya, Almanya, Portekiz'de Faşist diktatörlükler ortaya çıkmışken, Baltık ve Balkan ülkelerinde, Küba, Brezilya, Japonya ve Sovyet Rusya'da demokratik olmayan yönetimler iktidara geldi. Bu sebeple 1930'lar Diktatörler çağı olarak nitelendirilir.
II. Dünya Savaşı'ndan sonra sömürgecilik anlayışı son buldu ve tekrar birçok bağımsız ülke ortaya çıktı. Demokratikleşme hareketleri Batı Avrupa'da yoğunlaştı. Almanya ve Japonya'da diktatörlükler son buldu, silahlanma politikası yerine, II. Dünya Savaşı sonunda imzalanan anlaşmalarında etkisiyle, refah devleti olma amacını güttüler.
20. yüzyıldaki en büyük çekişmelerden biri de demokratik olmayan Sovyet Bloğu ülkeleriyle Batı demokrasileri arasında gerçekleşen Soğuk Savaş'tı. Komünizmi yaymaya çalışan Sovyet Rusya ile diğer demokrasi çeşitleri arasından sıyrılmış liberal demokrasiyi yaymaya çaılşan ABD liderliğindeki batı gurubu arasındaki çekişme 1989 yılında son bulmuştur.
Soğuk Savaşın bitmesiyle artık liberal demokrasinin tüm dünyada yayılmıştır. Nitekim bu demokratikleşme süreci, yakın dönemdeki Gürcistan'daki Gül devrimi, Ukrayna'daki Turuncu devrimi ile devam etmektedir.
Diktatörlük veye Otokratik yönetim sistemleri ile idare edilen özellikle Afrikada ve Arap ülkelerinde ( Irak, Suriye, Libya,Tunus, Fas, Mısır Sudan ) Demokrasiye geçmek için halk hareketleri başlatılmıştır. Ancak bir çok ülkede bölünmeler meydana gelmiştir.
DEMOKRASİ siyasal denetimin doğrudan doğruya halkın ya da düzenli aralıklarla halkın özgürce seçtiği temsilcilerin elinde bulunduğu, toplumsal ve ekonomik durumu ne olursa olsun tüm yurttaşların eşit sayıldığı yönetim biçimi olduğuna göre İnsanlığın daha ileri demokrasilerde buluşması yegane dileğimizdir.