KADINLARI VE ÇOCUKLARI SAVUNDUKÇA GÜÇLENİYOR DEVLEŞİYORDUM

ASLI M. SARI KİMDİR?

Geçenlerde DHA haber ajansına verdiğim röportajdan sonra önünü alamadığım sorular var. İnsanlar mailimde ve özelimde çaresiz. Nasıl toparladım, hastalığım neydi, nasıl mücadele ettim, beni ayakta tutan şeyler neydi…? Hepsi ama hepsi bu makalemde. TV programları ve TV belgeseli için yazılmış bir yazıydı. Belki bir kişinin bile hayatını değiştirebilirsem bu ahir zamanda ne mutlu bana… Ben görev insanıyım. Ben bu hayata çok büyük bir görev için getirildim. Bu içsel yolculuğumdaki kutsal görevimin bilincindeyim.

 Ben, Aslı Mercan Sarı.

11.06.1987 Adana/Kozan doğumluyum. Güzel bir Haziran öğlesinde doğmuşum, sene 1987 diyerek başlamalı söze... Dört çocuklu ailenin ikinci çocuğuymuş kara kuru çirkince bir kız çocuğu. İlkokulu köyde okudum.

  İlkokul çağlarında nasıl bir çekingen, dilsiz, ürkek ama içinde de fırtınalar kopan bir yavrucak. Öyle ki bana verilen şiiri bile okuyamadan sahnede altına kaçıran saf temiz ruhlu Aslıcık… Böyle başlar işte hayat hikâyem benim. Ortaokul yoktu köyümüzde. Babam bizi okutmak istiyordu. Şehirden ev aldım diye mutlulukla geldi bir gün. Yeni bir hayat başlangıcıydı hepimiz için. Köyde yaşıyorduk esasında ama babam hep bizi diğer köy yaşantısından farklı kıldıracak şekilde sürekli büyük şehirlere götürüyor, gezdiriyor, evlatlarının büyürken hiç bir şeyden eksik kalmasını istemiyordu. Çok baskılı bir ailede büyüdüm ben. Muhafazakâr değildi ama Adana’da erkekçil zihniyet çok ağır bastığı için erken o genç kızlık gömleğini giydim üzerime. Hep çekip çeviren... Evin akıllı, ses çıkarmaz profilinde bir evlattım. Ortaokulu ve liseyi Adana/Kozan’da Okudum. Başarılı, azimli hep tırnaklarımla kazıyan bir öğrenciydim. Okulum bitirdikten sonra üniversite hayatım başladı. Mersin Üniversitesi Bahçe Ziraatı bölümünden yüksek onur öğrencisi olarak mezun oldum. Mezun olduktan sonra hemen iş hayatım başladı. Aile durumum çok iyiydi. Varlıklı bir ailenin kızıydım. Hayatımda toplu taşımaya binmemiş hep özel arabası olan bir yaşamım vardı. Ben hiçbir zaman bunu tercih etmedim. Kendim emek verip, kendim kazanıp her şeyimi kendim almak istedim hayatı kendi ellerimle yoğurmak istedim. Ailem çok büyük ve tanınmış olunca aşırı stresli ve inişli çıkışlı günlerimiz vardı. Çocukluğum hep böyle geçti. Stres, sıkıntı… Çok büyük travmalar… Bense çok ince düşünür, herkese yetmeye çalışırken kendimi unutabilen bir yapıya sahibim. Hep farklı bir dünya yaratmak, o stresli dünyanın, ego savaşlarının içinden kaçmak istiyordum. Kimsenin varlığıyla, yediğiyle, içtiğiyle, gezdiğiyle ilgilenmeyip gerçek doğal bir hayat kurmak istiyordum. Bu mücadelem beni çok yordu çok. Bu girdaptan sıyrılabilmek yıllarımı aldı. Hep içimde yaşadım.

Üniversite biter bitmez bir özel eğitim merkezinde kısa bir çalışma dönemim sonucunda tamamen kader olduğuna inandığım Eşim Hüseyin Sarı ile yollarımız kesişti. Ailelerimizin tanıştırmasıyla 6 ayda evlendim. Belki de benim için kumardı. Evlilikte tanıdık birbirimizi. Nihayetinde 12 yılı devirdik. Tertemiz gerçek bir hayat sundu bana. 11 yaşında dünyalar tatlısı bir kız çocuk annesiyim.  Aslında her şey evlendikten sonra başladı. Evlilikte 1 yıl çocuk düşünmedik 1 yıldan sonra düşündük ve 3 defa düşük yaptım. Yaşadığım streslerin sonucunda olduğu aşikârdı.  Düşüklerle beraber yoğun, hiç bitmek bilmeyen bir ishal ve kilo kaybı başlamıştı. Eziyetli günler o zaman başlamıştı. Teşhis koymakta çok geç kalınıyor vücudum her şeye ters tepki veriyordu. Sonunda tam teşekküllü bir hastanede yapılan ağrılı, acılı tetkikler sonucu çölyak hatalığı teşhisi koyuldu. Hassas ve ince düşünenlerin hastalığıymış. Gluten diyetine başladım. Bu arada hamile kaldım ve muhteşem bir dokuz ay geçirdim. Buğdayın girdiği hiçbir şeyi yemiyordum, tozu bile yasaktı. 9 ay özellikle kızıma hamileyken ağzıma kesinlikle değdirmedim. Kızıma baktığımda hep azmimi görüyorum. Ta ki kızım doğana kadar. Kızım doğduktan sonra şikâyetlerim yine başladı çok hızlı kilo veriyor hiçbir şekilde yemek yiyemiyordum. Çok çaresiz ve bitkindim. Kızım büyüyordu ve ona asla yetemiyordum. Doktora ne zaman gitsem çölyak teşhisi deyip gönderiyordu. Çaresizdim… Bir gün yine bu çaresiz günümde eşimin eve getirdiği eczane poşeti gözüme ilişti. Poşetin üzerinde “İLTİHABİ BAĞIRSAK HASTASI olabilir misiniz?” diyordu. Hemen doktorumu aradım. Lütfen beni tekrar tetkiklere çağırın, dedim. Özel bir hastaneye milyarlar döküyordum. Bana, bizden daha mı iyi bileceksin diye sürekli azarlıyor, çaresizliğimle baş başa bırakıyordu. Zor bela tetkik yaptırmayı kabul ettirdim. Kolonoskopi ve endoskobiler sonucu bağırsaklarımda iltihabın olduğunu ülseratif kolit olduğumu söylediler. İlaç tedavisine başladım. Yine olmuyordu, asla vücudum tepki vermiyordu ilaçlara. Günden güne eriyor, ayağa kalkamaz bir hale geliyordum. Ne zaman gitsem doktora yeni bir ilaç verip eve gönderiyordu. Akşama kadar bir poşet ilaçla gezen, günde 40 tane ilaç kullanan, tamamen asosyelleşen bir kadın olmuştum. Sürekli makattan kanamam geliyordu. Gördükçe üzülüyor saatlerce ağlıyordum. Evladımın bana ihtiyacı vardı ama ben bir şişe sütünü veremiyordum bu süreçte 75 kilodan 35 kiloya kadar düşmüştüm. Artık sırtımda yatak yaraları başlamıştı her yerim mosmor resmen ölümü bekliyordum. Belli bir zaman sonra asla evime, çocuğuma, eşime yetemez oldum. Psikolojik tedaviler görüyor, aldığım ağır ilaçların yan etkisiyle kafamı yastıktan kaldıramıyordum. Eşim MEB’de Türkçe öğretmeniydi, her sabah okula gitmeden kızımın sütünü içiriyor, yatakta yanıma yatırıyordu. Aileme bu dururumu ısrarla yansıtmamaya çalışıyordum. Üzülmelerini istemiyordum. Hangi anne baba evladını böyle görmek isterdi ki? Bir yere kadar saklayabildim. Babam ve annem bu durum olmaz böyle, dediler ve ailemin yanında kalmaya başladık. Kızıma annem bakıyordu. Kızımın bende 3 yılı yok, hiç hatırlamıyorum. O döneme ait kıyafet bile almamışım çocuğuma. Beni kucaklarında taşıyorlar sandalyeye bile oturamıyordum. Günden güne bitiyordum. Çaresini bulamıyorduk. Hatta hiç unutmuyorum. Babam beni alıp doktoruma götürdüğünde 38 kilo halimde Prof. doktorum yapabileceğimiz hiç bir şey kalmadı vücut hiçbir tedaviye cevap vermiyor demesi bütün dünyamı başıma yıkmıştı. Günlerce evimin odalarında gezip yüksek sesle ağlamıştım. İnsanın öleceğini bilerek yaşaması ne acı değil mi? Belki bir kanser değildim ama hastalığıma teşhis koyulamıyor, bu illet neyse beni günden güne bitiriyordu.  En iyi doktoralara bile gitmem asla bana derman olmuyor, kızımın gülüşü gözlerimin önünden gitmiyordu. Eşim sabahlara kadar başımda bekleyip bir türlü dinmek bilmeyen kas ağrılarımla mücadele etmeye çalışıyordu. Hem ovalıyor hem de moral vermeye çalışıyordu. Yıllarca aynı evin içinde yaşamamıza rağmen eşimin yüzünü bile görmek istemiyordum. Eşim çok vefalı, çok anlayışlı mükemmel bir insan. Bu süreçte kimse bana destek olmadı. Aksine o kadar çok yalnız kaldım ki kimse beni anlamadı. Hep konuşmayı ve dedikodu yapmayı tercih ettiler. Düşmeye gör dedim. Düşmeye gör…

Artık vücudum iyice sinyal veriyor, her gün bir organımın ağrısıyla uyanıyordum. Ağzımdaki dişlerimin birçoğu çürümüş ve dökülmüştü. Kucaklarında beni alıp arabaya koyup doktora götürüp bebek gibi geri getiriyorlardı. Bir gün yine bir diş doktorundan döndüğümüzde annemlerin evine çıkarken asansör bozuk olduğunu gördüm. Evimiz 6. kattaydı. O kadar katı çıkarsam ölürüm düşüncesiyle apartmanın altındaki cafeye oturdum.  Sene 2014 O zamanlarda soyal medya hiç meşhur değil. Yeni yeni Facebook var. Facebook’tan hastalığımla ilgili İNFLAMATUVAR BARSAK HASTALIKLARI diye bir guruba üye oldum. Ağlıyordum… Oraya, hiç unutmuyorum “Ben Adana’da yaşıyorum, hastayım, ne olur beni kurtaracak bir doktor ismi yazın lütfen!” diyordum. Niyetim onu yazıp kapatıp artık aylar sonra açıp tekrar okumaktı. Tam kapatıyordum bilgisayarı ki hemen mesajıma karşılık geldi. Yazan dernek başkanı Ercan Zorlu’ydu. Bana iletişim numarasını bırakmış, beni acilen arayın diyordu. O anki sevincim görülmeye değerdi. İçimde bir umut ve sevinçle, hiç çıkamam 6 kat dediğim  merdivenleri koşarak çıkıyordum. Eve gittiğimde hemen aradım Ercan Bey’i. Beni bir hanımefendi ile tanıştırdı. Numarasını verdi, hemen aradım. Adana’da yaşıyordu. Bana hanımefendi dedi ki: Hiç korkma, sana bir doktor ismi vereceğim, ona görün. Verdiği ismi heyecanla aradım randevu almak için. Zorlansam da randevu almaya, bir şekilde halledip ertesi gün bütün aile doktora gittik. Gece geç saatlere kadar sürdü tetkikler. İLTİHABİ BARSAK HASTALIĞININ en üst seviyesine gelmişim bağırsaklarım yara içinde kanserleşme riski çok yüksek, sürekli kanıyor ve nefes alamaz haldeydim. Ama doktorum bana güven verdi. Kimseden görmediğim o desteği doktorumdan gördüm. Bu süreçte psikoloji çok önemli. Neyi nasıl anlattığın çok önemli. Doktor Bey bana iyileşeceksin, sadece bana güven toparlayacağız, dedi. Bu hastalık kronik, evet ömür boyu geçmeyecek ama düzene koyacağız, dedi. Bütün ilaçları kesti. Sadece iki ilaçla tedaviye başladı. Benim içimde büyük bir sevinç, doktorun verdiği çok büyük umutla mutluluktan uçuyordum. İçtiğim su bile tat vermeye başlamıştı. Günler geçiyor ben çok hızlı kilo almaya başlıyordum. Bütün depresif ilaçları kesmiştim. Mutlu, içi içine sığmayan eski Aslı’ya dönüyordum. Hayatı yakalamıştım ucundan. Bırakır mıydım? O mutluluğun ve yaşama sevincinin verdiği mutlulukla 1 ayda 20 kilo almıştım ve hızlıca almaya devam ediyordum. Kendini toparlayacaksın Aslı diyordum. İyileşeceksin ve senin gibi dibi görmüş herkesin elinden tutacaksın, omuz olacaksın diyordum. Evet toparlıyordum. Kızımla ben ilgilenmeye başlamış, artık evime geçmiştim. Evime çeki düzen vermiş, artık her şeyle ben ilgileniyordum. Hastalığım hiç geçmemişti ama psikolojik olarak güçlenmiştim. İçimin o coşkun halini durduramıyordum. Bir şeylere sarılmam gerekiyordu. İçimi bir yerlere dökmem gerekiyordu. Kitap yazmaya karar verdim. Zaten küçüklüğümden bu yana hep bir melankolik, hep bir duygusal yanım vardır. Küçüklüğümde kitap okumaya aşıktım. O zamanlarda çok zordu kitap bulabilmek. Halk kütüphanelerine üye olur, her hafta koşa koşa kitap getirirdim eve. Her gece okumaya koyulur, her kitabın bitiminde gözyaşlarımı tutamazdım. 3 kız kardeş bir odada yatardık. Diğer kız kardeşlerim müsaade etmezdi gece ışık açmama. Ben de el feneri ile okurdum kitaplarımı. Kendi çapımda yazmaya başladım. Yazarken içimdeki gizli beni çıkarmaya başlıyordum. Yazdıkça yazıyor, bunu insanlarla paylaştıkça mutlu oluyordum. Yaşadığım şehir Adana’da günlük yayın yapan bir gazeteden köşe yazmam için teklif gelmişti. Çok mutlu olmuştum. Artık her hafta gazetede yazıyor, bir yandan da geceleri şiir seslendiriyordum. Aile düzenim yerine girmişti. Eşim çok mutluydu. Kızım çok mutlu büyüyordu. Yıllar geçerken yazdığım her makale güncel gündeme dair medyada çok yankı buluyor, sevip sarılanım çoğalıyordu. Günceli yazmaya devam ederken, kadının adı ve yaşama hakkı olmadığı ile ilgili sürekli yazı kaleme alıyor, çocuk istismarına karşı cesur bir mücadele veriyordum. Birçok saygın platformlarda ve gazetelerde yazmaya başlamıştım. Her gün farklı mecralarda kitlem büyüyordu. Bir yandan sürekli maaile Ankara’ya gidip imza yetkisi için Tarım Danışmanlığı sınavlarına giriyordum. Neticede sınavı yüksek derece ile kazanmış, imza yetkimi almıştım. Her şey düzene giriyordu. Bu düzeni gördükçe haydi devam Aslı diyordum. Bir yandan gazete devam ederken yalnız ve çaresiz kaldığım günlerin verdiği o buruklukla nerede yardıma ihtiyacı olan insan, çocuk varsa buluyor, organize oluyor, kendi başıma yardım ediyordum. Sonrasında bu çığ gibi büyümeye başlamıştı. Binlerce çocuğa, aileye ulaşmaya başlamıştım. İnadına iyilik, İnadına güzellik felsefesiyle yürüdüğüm yolculukta bana inanan, güvenen insanlar destek veriyordu. Günden güne elim güçleniyor, yolum açılıyor, aslında var olan kronik hastalığımı unutuyordum. İnsanlara dokundukça iyileşiyor, kadınları ve çocukları savundukça güçleniyor, devleşiyordum.  Artık bulunduğum şehre sığamıyordum. Kabuğumu yırtmam gerektiğine inanıyor, bunun için ciddi bir mücadele veriyordum. Gazete, basın, iletişim, spiker, sunucu ile ilgili eğitimler almayı aklıma koymuştum. Üç şehirden birini seçmem gerekiyordu: İstanbul, Ankara, İzmir. Eşime bu konuyu açtığımda bu yolculuğun bana iyi geldiğini söylüyor, sonuna kadar yanımda olduğunu söylüyordu. Ben öğretmenim, tayinle istediğimiz yere gidebiliriz diyordu. Ailelerimizin hayır, gitmeyin, demesine rağmen, eşimden aldığım destekle bastık İzmir’e geldik. İzmir benim için haritada bildiğim bir şehirdi. Sıfırdan bir yaşam, koskoca şehirde 3 kişilik ordu kadar büyük çekirdek ailemle büyük bir mücadeleye başlamıştım. Bir yandan gözlerimden yaşlar akıyor, biryandan yeni yerler keşfediyordum. Kültürler çok farklı, her şey çok farklı nasıl olacak ki Aslı diyordum. Sonra olsun diyordum. İnsan yaşadığı yere göre değil, yüreğinin büyüklüğüyle yaşar diyordum. İnsan her yerde insan diyordum. Elimden hiç tutan olmadı bu hayatta, hep tırnaklarımla kazıdım. Dürüstlüğüm, benliğim, gerçekliğim çoğunun hoşuna gitmedi, tehlike arz etti başarılarım birçok platformda. Olsun dedim, sen benliğinden vazgeçme Aslı dedim; eğitimlerin hepsini tamamladım. İzmir’e alışıyordum. Okyanusları aşan derede boğulmazmış diyerek her sabah uyanıyor, gazete makalelerimi, yazıp röportajlarımı veriyor, haber metinlerimi yazıyordum. Gün gittikçe daha çok büyüyordu sorumluluğum. Sosyal sorumluluk projelerinde yer alıyor, birçok kadın ve çocuğun yanında oluyordum. Hastalığım hala devam ediyor ama benim gözüm hiçbir şey görmüyordu. Bu iyilik, güzellik yolculuğu beni iyileştiriyordu. Makale yazdığım günlük ulusal bir gazeteden resmi gazeteci yazar olmam teklifi geldi, resmi gazeteci olmam isteniyordu. Yetki verilmez alınır Aslı Hanım deniyordu. Gözlerimden yaşlar akıyor, doğru yoldasın diyordum. Mücadelen göz ardı edilemeyecek kadar kutsal diyorlardı. Resmiyetim başlamıştı. Artık yurt içi ve yurt dışı uluslararası haberler yazıyor, meclis görüşmelerine katılıyordum. Çocukları çok daha rahat savunuyor, istismara uğrayan evlatlarımızın davalarına basın kimliğimle katılıyor, sonuna kadar onları savunuyor, seslerini duyuruyordum. Kadınlarımızın elinden tutup savcılığa çıkarıyor, koruyun bu kadınlarımızı diyordum. Kimsesizlerin sesi oluyor, el altından yüzlerce evlat okutuyordum. Ben bir dernek değildim ama bu yolculukta çok güzel dostlar edinmiştim. Güçlerimizi birleştirip binlerce ailenin yüreğine dokunuyorduk. Günler böyle geçerken İzmir’de büyük ulusal bir derginin genel yayın yönetmenliği teklifi aldım. Gururluydum. Yolum daha çok açılmış, yüreğimin ekmeğini yiyordum. Bir zamanlar hiç çalmayan telefonlarım hiç susmuyor, düşkünken, kimse yokken yanımda binlerce insan vardı artık. Ben de dedim ki Aslı sen bir zamanlar senin gibi yalnız olan herkesin yanında olacaksın, bu dünyada iyi insanların olduğunu bilecekler. Evet, şimdi sabahlara kadar uyumuyorum. Maillerimi tek tek inceliyorum, sosyal sorumlulukları kesinlikle bir maddiyata bağlamayarak en ön sıraya koyuyor, susanın, ezilenin yanında oluyorum.

 Ben Aslı Mercan Sarı 2,5 yılda İzmir’de sanki 20 yıldır yaşıyor gibi bir çevrem oldu. Çekirdek ailemle beraber çok güzel bir düzenimiz, İzmir’de yüzlerce dostum oldu. Ve en güzeli de ne biliyor musunuz? Zamanında benim yaşamıma yeni bir renk veren, hayatımın dönüm noktası olan  “İLTİHABİ BAĞIRSAK HASTALIKLARI DERNEKLERİ”nin tüm basın işlerine ben bakıyordum.  Artık benim gibi olan sessiz çığlıkların sesini duyuruyor, farkındalık yaratıyordum. Çocuklarla, kadınlarla ilgili olan derneklerin basın desteğini veriyordum. Dernek başkanlarıyla ve üst düzey yöneticileriyle TV programlarına katılıyor,  güçlü bir kadın olmanın hazını yaşıyor, birçok iyilik hareketinde en ön sırada yer alıyor, binlerce evladın annesiydim. Dualarla ayakta kalıyor, bunlardan besleniyor, yolum daha çok açılıyordu. Yaşamdaki inadına iyilik, inadına güzellik mücadelem her şeye rağmen devam edecek…