Zamandan süzülen anlardayız. Çokça kahroluyor çokça eyvah diyoruz. Başlayıp da bitmeyen yok oluş filmini, tenhada saklanan bir çocuğun hüznüyle izliyoruz. Toprak ömür uzatır derler ya hani, bu aralar hep birlikte toprağın içinde ki çığlıkları duyumsuyoruz. İnsanlar yaşadıkça, kahkahaları ile şenlendirip güzelleştirmesi gereken mekânları maalesef merhametsizce yalnızlık kuyularına dönüştürüyorlar

İnsanlar ve mekânlar

Zamanın içinden geçiyorken

Duvarlarda ıssızlık yanıyor

İçin için kanıyorken anılar

Ocakta pişmanlık pişiyor

Parmak uçları değmeyen

Ziller toz topluyor

Gıcırdamıyor kapının menteşesi

İnsanlar artık mutlu olmuyor

Mekânlara sığmıyor acılar 

Hepiniz zaman zaman insanlar ve mekânlar hakkında derin düşüncelere dalmışsınızdır. Hani bir yolculuk sırasında, alnınızı soğuk camlara dayarken ışıkları yanan pencerelere, rengârenk çiçeklerin bulunduğu balkonlara, süslü işlemeli binalara, bazen mavi bazen kırmızı bazen de siyah boyalı kapılarının üstünde bereket duası asılı olan evlere, bahçe duvarları taştan veya çitlerden içerisinde ağaçların bulunduğu yahut kale gibi gizemli evleri gördüğünüzde o evlerin içinde yaşayanları merak edip bazen hüzün bazen sevinç duymuşsunuzdur. Yürüyerek sokaklarda dolaştığınız anlarda kapılarının önleri el emekleriyle süslenmiş evleri gördüğünüzde kapıyı vurup ev sahibesine ‘selam’ vermemek için kendinizi zor tutmuşsunuzdur. Mekânın dıştan görünümüyle alakalı içinde yaşayanlarla ilgili bir öngörü hayal etmişsinizdir muhakkak.

Işıksız evlerin kasvetini görmezden gelirken, bir vitrine bakar gibi bakıyoruz mekânlara ve içinde neler yaşandığını bilmediğimiz an sarkacına.

Uzun zaman önce görmüştüm iki katlı terkedilmiş tarihi evi. Yanındaki villanın korkunç ihtişamı yanında tarih yarası gibi sessiz sessiz, yıkılmaya yüz tutmuş ama inatla dimdik duruyordu. Kendini büyüten bir yoksullukla duruyordu karşımda.

Uzaktan hep dikkatimi çeken bu eve her baktığımda aramızda kurduğumuz bir bağ olduğunu fark etmiş ve yıllara ve insanlara meydan okuyan bu evin içinde de ayak sesi duyulsun istemiş, fısıltıyla da olsa birkaç kelam edip gözlerimi kapatıp dokunmak arzusuyla adım atmıştım.

Ahşap kaplamaları olan Safranbolu evlerini anımsatan bu harabe evle aramda sanki bir bağ vardı. Evin kırık kapısından geçip, geçmiş zamana sürüklenme istenci doğdu içime. Dokununca un ufak olan duvarların tılsımını parmak uçlarımda hissettim. Tozu dumana katarak tarihi içime çektim. Tırnak uçlarımla kazıdım bir bir duvarlardaki renkli boyaları kaç mevsime ev sahipliği yaptığını saymak istedim.

Bir kadının hüznünü anımsatıyordu evin balkonundan sarkan asma yapraklarının sararmışlığı. Eski merdivenler yıkılmaya yüz tutmuştu adeta. Çeşmeler her yaşta bir anıyla damlıyordu. Kim bilir tavanlardan ne şarkılar yankılanmıştı. Dolaplardan hala naftalin kokusu yayılıyordu bu sahipsiz hatıradan.

Kaç yazı ayaza çevirmiş, kaç kışı bahar etmişti de böylesi devirmişti bu tarih acısı ev. Hüzün salkımı gibiydi her bir balkonunun parmaklıkları. Kim bilir kaç gözyaşı sinmiş de bakışlar yuva yapmış soba bacalarına. Kaç kere kirpikleriyle göğe güvercin çizilmiş de kuş tüyleri eksik olmamış. Kaç utangaç kahkaha sinmişti bahçede kuruyan çiçeklere.

Söyleyin kırık duvarlar

Söyleyin kuş konmaz pencereler

Söyleyin kolu kalmamış kapılar

Söyleyin bu köhne evle birlikte kaç doğuma aralandınız, kaç ölüme ağıt yaktınız, kaç hayali boğdunuz, kaç genç kızı gelinlik yerine kefenle uğurladınız? Ses vermedi duvarlar, pencereler, kapılar. Hiçbir şey söylemediler. Sanki suçluydular.

Ölü rüzgârların o kesif ıslığıyla inliyordu ev. Solgun  nilüferler gibiydi. Masalları derin uykulara dalmış ve artık eksik uyanıyordu sabahlara.

Dar koridorda durup gözlerimi kapadım. Iğıl ığıl bir ağıt ç’ağladı yüreğimde, rengi griye çalan beyaz duvarlardan, geçmişin uğultusuyla suskunan evde.

Şimdi onu insansız bırakan bir kalabalık vardı çok uzaklarda. Yıllarca yaşanmışlık göğü içine çeken pencereden tozla karışık süzülse de dimdik duruyordu bu yaşlı ev. Kirli camlara sarılmış örümcekleri konuk ediyordu artık.

Bir an hayal ettim yaşamaklı halini. Çocuk seslerinin yankılandığı  şen sofraların kurulduğunu, bayramlarının tatlı telaşlarını, ikindi kahvelerinin muhabbetini, turuncu akşamüstlerinde eve sinen o gizemli sessizliği.

Bir mekânı tanımak için orda yaşayan insanları ele almak ve öyle tanımlamak gerekir bence. Zira, insan ve mekan iç içe geçmiş kavramlar. İnsanlardır mekânları güzel kılan. Bir mekânın can yeleğidir insanlar.

“zaman insanı şekillendirirken, insan mekanı biçimlendirir”

Hazal Karadağ Yurdagül