Evet, insanın değeri neye göre ölçülür?... Bu sualin cevabını verebilmek gerçekten zor, hem de pek zor olduğu hâlde, biz faniler bir şekilde vermeye çalışır ve de her defasında verebildiğimizi sanırız. Sanırız diyorum zira, aslında verebilecek kapasitede olmadığımızın farkında dahi değiliz!... Bu niçin böyledir? Böyledir çünkü hemen her birey bir toplumun daha doğrusu bir ırkın veya milletin mensubudur. Öyle olduğuna göre de değer ölçüleri, hangi kültürün mensubu ise, o kültürün ölçülerini esas alır; doğru mudur, yanlış mıdır? Bu husus asla ve asla düşünülmez. Zira, her fert kendi mensubu bulunduğu toplumun kültür derecesine göre yetişmiş ve o ölçülere göre değerlendirir; ne bir eksik, ne bir fazla!.. Mesela, ülkemizdeki insanlar, Türk karakter yapısına göre yetişmiştir ama, bu topraklarda daha önce yaşamış olanlardan da bazı özellikler Türklere geçmiştir ve bu bir tabiat kuralıdır ki, kaçınılabilmesine asla imkân yoktur denebilir ki; “Kültür değişmelerinin” temelinde bu özellik yatar!... Bir ülkenin halkı; “İslâm, Gayrı İslâm hiç fark etmez. Bir bütün olarak aynı kültürü paylaşır ve zaman içinde aynı karakter yapısını benimser ve farkına varmadan paylaşır. Meselenin en trajikomik yönü de, her iki tarafın da mezkûr kültürün sadece kendi ırki harslarından kaynaklandığına inanmasıdır. Hâlbuki her iki cenahın fertleri de bu noktada yanılmaktadır. Çünkü bu faktördeki başlıca hususiyet, her iki cenahın halklarının aynı toprağı paylaşmalarından kaynaklanmaktadır. Başkaca bir özellik aramak ise, “Irki harsların tesirinde” kendi kendisini aldatmaktan ileri gitmez!.. Baştan beri yazılanları dikkate alacak olursak, ortaya çıkan tablo özetle şu olur: (Değer ölçüleri, ırki harsları göre değil, millet bütünlüğüne göre değerlendirilmelidir.) aksi taktirde sadece yanılmış olmaktan ileri gidilemez!... Bunun bir de bir başka boyutu vardır ki, bu diğerinden de zorlu ve güçlüdür: (Dini inançlara göre, insanları değerlendirmek) Bu değerlendirme mantığa en uygun ve fakat en tehlikeli olanıdır. Mantığı en uygun düşenidir. Şöyle ki, dini inançta yer alan başlıca faktör; “ahlâk kurallarındaki katı ve düz çizgidir.” Dolayısıyla, fertleri değerlendirdiğiniz zaman, Âdemoğlunun değer ölçüsüne adeta paha biçilemez. Fakat, bilhassa meşru dinlerin hizmetkârları, yani “Din adamları” mukaddes kitaplardaki ilâhi buyrukları, kendi dünyevi çıkarlarına göre değerlendirdikleri için; Dinler arasındaki farklı özellikleri, kendi menfaatlerine uygun bir ölçü ile din saliklerine aktardıkları ve din saliklerinin de ekserisi bu hususta “zihin tembeli” sayılabilecek düzeyde olduklarından, din adamları içinde bazıları, daha doğrusu siyasilerin işlerine yarayanların aklı çelinerek, mü’minleri, diğer dinlerin inananlarına karşı kışkırtarak hasım durumuna getirirler ki, bu bir ülke içinde yapılabilecek en büyük bölücülük faaliyetidir diyebiliriz. Dahası: İslâm, Hıristiyan. Hiç fark etmez. Mezhepler arası rekabet ise en dehşetengizidir!.. İşte “İnsanoğlu’nun değer ölçüsünü” en âlâ şekilde dile getirebilecek başlıca unsur olabilmesine rağmen, yeterince verimli olamamaktadır. Zira, dinlerin başlıca dayanakları konumundaki mezhepler, bilhassa siyasiler tarafından değerlendirilmekte ve politik matah şeklinde kullanılmaktadır. Bu durum İslâm dünyası için de, Hıristiyan dünyası için de aynı ölçüde, aynı maksatlarla değerlendirilmekte ve bu uğurda nice değerli din adamı veya mü’min, sırf işlerine engel sayıldığı için ya pasifleştirilmiş veya bir başka şekilde uzaklaştırılmışlardır... İslâm dininden olmayanlara: (Kâfir veya Gâvur) denmesi ve toplum dışına itebilme çabaları, hep aynı kaynağın ürünüdür... Benim, bu meselede bizim ülkemizi esas almam ve değer ölçüsünü bizim halk kesimlerine göre dile getirmeye çalışmamdaki başlıca unsur; bu konuda misal teşkil edebilecek özelliklere haiz olmasıyla birlikte, ülkemizin şu an pek kritik bir dönem yaşamakta oluşundan dolayıdır. Yoksa herhangi bir şikâyet maksadıyla yazmış değilim. Bizler, çoğunlukla; “büyük, büyük dünya meseleleri” ile alâkadar olduğumuz için, böylesine pek küçük(!) meselelerle sadece zihnimizi dinlendirmek istediğimiz zaman ilgilenmekteyiz!... Evet! Tekrar dönelim bizim asıl konumuza. Yânî, değer ölçümüze!.. “İnsanlığın değer ölçüsü” artık bütün dünyada Napolyon’un o meşhur benzetmesini doğrulayan tek bir esasa dayanmaktadır: Dolar!, Dolar!, Dolar! Yânî, ne kadar doların var ise, o ölçüde insansın ve değerin de mezkûr esasa göre ölçülür!... İnsan değeri ölçüye vurulduğu zaman bu faktörü esas almak artık elzem olmuştur. Zira, günümüzde insan olmanın değer ölçüsü hemen, hemen hiç kalmamıştır. Bir başka ifadeyle: Maneviyat başta olmak üzere hemen her değer, isporta malı misali hâşa satılabilmekte ve de alıcı da bulmaktadır!.. Eskiden ülkeleri temsil eden devletlerin maddi güçlerini temsil eden para primini, söz konusu ülkelerin kendi taktıkları adlarla bilinirdi. Meselâ: “Türk Lirası – TL.”. Günümüzde ise bilhassa iktisaden zayıf olan ülkelerde sadece Dolar primi geçerli olmakta, kendi öz para adları hemen, hemen hiç geçmemektedir?!... Bu durum bir tek gerçeği göstermektedir ki, o da şudur: (Dünya tek bir idareye doğru koşmaktadır. Hem de pek hızlı adımlarla...) O hâlde bu değişimin içinde yönetilen değil, yöneten Devletler konumunda olabilmek için mücadele vermeye mecburuz. Zira, aksi takdirde bir müstemlekeden farkımız kalmaz. Milletler sosyetesinde günümüzdeki “hak hukuk anlayışı” eskisinden daha acımasız olarak şu esasa dayanmaktadır: (Hak da, hukuk da, verilmez.) Sadece alınır! Alabilmek için de gayet güçlü ve kuvvetli olmak şarttır! Evet, günümüzdeki dünya ahvali budur. Aksini iddia edenler ise, pembe rüyaların sihrine kapılmış olduklarından meselenin aslını göremiyorlar demektir!... Hâl böyle iken bizler hâlâ, hemen hiçbir problem yokmuş gibi hareket etmekte ve adeta kaygısızca bir yaşantı sürdürmekteyiz?!... Hemen her şey; yanlışıyla, doğrusuyla kesin tespit edilmişken, bizler hiçbir menfi durum yokmuş gibi: (Pembe diziler, trajik temsiller, evlendirme ve yemek yarışmaları gibi tozpembe TV programlarıyla zaman geçirmekte değil, zaman öldürmekteyiz?!..) Sadece TV’lerdeki dizi-filmlere bakacak olursak: (Bizim, biz olmaktan çoktan çıkmış olduğumuzu) açıkça görebiliriz: “Hemen, hemen 10. karenin sekizinde; elde şarap veya viski bardakları dikkatleri çekmekte, çiftlik hayatları ise (Dallas benzeri) yapımlar olmaktan ileri gitmemekte ve taşra insanlarımız dahi, hemen her sohbetlerinde aynı usulü tatbik etmektedirler. Peki bütün bunlar neyin mahsulüdür, medeniliğin mi, insanlığın mı?... Mezkûr makalemin devamında buluşabilmek dileğimle mutlu tatiller diliyorum efendim. Not: (Bu makale: 18 Ocak 2011 Salı günü kaleme alınmıştır.)