İnsanı Anlamak

Abone Ol
Bir yazar olarak Homeros’un sahneye koyduğu kişiler kusursuz kahramanlardır. Villon’unkiler caniler, hırsızlar, suçlu kişiler. Masal ve efsane anlatan Homeros’un anlattığı her şey gerçek dışı birer hayaldir. Nasıl karşılaştırılır hayalle gerçek?
İnsan hayata nasıl doğduğunu anlatamadığı gibi, kültüre de nasıl doğduğunu anlatamaz. İnsanın içinde yaşar ve gelişir o kadar.
Goethe’nin şu sözleri, insanın özvarlığını anlamak için gidilecek yollardan birini anlatır: “İnsan çevresindeki nesnelerin farkına varır varmaz, onları kendi ölçülerine göre değerlendirmeye başlar. Haklıdır da çünkü tüm yazgısı bu şeylerden hoşlanıp hoşlanmamasına, çekici, itici, yararlı ya da zararlı bulmasına bağlıdır. Bu çok doğal bakış açısı, hem kolay hem de gerekli görünmekle birlikte, sık sık insanı utandıracak ya da üzecek sayısız yanlışa yol açabilir. 
Doğanın nesnelerini kendi içlerinde ve birbirleriyle olan ilişkilerinde gözlemeyi candan isteyenlerinse işleri çok daha zordur. Çünkü kısa süre sonra kendine göre değerlendirmesine yardımcı olan ölçeği yitirirler. Yani hoşlanıp hoşlanmama, çekilip itilme, yararlı ya da zararlı olma ölçeğini. Oysa tüm bunları bir yana bırakıp neyin ne olduğunu araştırmaları gerekir, neyin hoşlarına gittiğini değil.”
Goethe’nin dile getirdiği bu düşünceler insanın ilgisini üç değişik yöne çeker: İnsan üç dünyanın hemşehrisidir. Birincisi ile çevresini saran dünyayı algılar ve verilmiş bir gerçek olarak kabul eder. İkincisiyle dünyayı kendi sorununa, kendisi için anlamı olan bir hale dönüştürür. Üçüncü biçimiyse durmadan erişmeye çalıştığı bir amaç olarak görür. İnsan; sadece duyularıyla algılayabildiği şeylerle akrabadır. Bu yüzden dünyayla sürekli bu üç biçimde ilişki kurar. 
İnsanın anlamı birey olduğu yerde başlar. Ancak insanca davranışı her bir bireyde bambaşka bir biçim alır. İki insanın davranış biçimi hiçbir zaman aynı olamaz. Bu ayrımın yalnız çevre ve eğitim değişikliğinden kaynaklandığı ileri sürülebilir.