İnkılap Târihi Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Dr. NURİ YAZICI ile

KÜRESELLEŞME POLİTİKALARI  Ve Avrupa'nın Yeniden Yapılandırılması Meselesini Konuştuk. 

Oğuz Çetinoğlu: Hocam sizinle ‘küreselleşme politikaları ve yenidünya düzeni’ kavramları hakkında konuşmak istiyorum.  Lütfedip teklifimi kabul ettiğiniz için teşekkür ederim. ‘Düzen’ denilen sistem nasıl oluşuyor?

Dr. Nuri Yazıcı: Târih boyunca bir ‘güçlü devlet’ gerçeği vardır. Bu devletlerin ortaya koydukları büyük politikalar doğrultusunda ‘yenidünya düzeni’ şekillenmektedir.

1815 Viyana Kongresi, monarşileri yeniden canlandırırken, 1919 Paris Barış Konferansı’nda milletlerin mukadderatlarını kendilerinin tâyini ve iktisâdî münâsebetlerin serbestliği ilkesi etrafında, 1945 Yalta Konferansı’nda da, iki kutuplu bir dünya politikası etrafında ‘yenidünya düzeni’ yapılandırılmıştı.

ABD ve Sovyetler Birliğinin liderliğindeki, bu iki kutuplu dünya 20. yüzyılın sonlarına kadar revam etmiştir. Bu yarışın veya mücâdelenin gerektirdiği ekonomik yükü Sovyetler Birliği’nin çekemez hâle gelişiyle bu denge bozulmaya başlamıştır. ‘Yıldız Savaşları Projesi’ bu mücâdelenin bir halkasıydı. Anlaşılan o ki, zirvelerde Sovyet yapılanışı tasfiye edilirken, ‘yenidünya düzeni’nin de pazarlıkları yapılmaktaydı.

Çetinoğlu: Hedefleri neydi?

Dr. Yazıcı: ABD, yenidünya düzeninin liderliğine hazırlanmaktaydı: Nitekim ABD’de, 1997’de, ‘Yeni Bir Amerikan Yüzyılı Projesi’ adını taşıyan ve İsrail lobisi ile birlikte oluşturulan bir belge yayımlanmıştır. Bu belgenin altında, ABD Eski Savunma Bakanı Rumsfeld’in yardımcısı Wolfowitz’in, Perle’nin, Neo-Con’ların baş ideologu sayılan târihçi Bernard Lewis’in, Başkan Bush’un ağabeyinin imzaları yer alıyordu; tek süper güçle, yâni Amerika’yla dünya nasıl yönetilir sorusunun karşılığını arıyorlardı. 

Doğu Avrupa’daki 1989 ihtilâllerinden sonra artık, ‘Yıldız Savaşları’ konuşulmamaktadır. ABD Kongresi, ‘Yıldız Savaşları Projesi’ne karşı çıkmakta, Bush yönetimi de, bu işin peşini bırakmış görünmektedir.  Çünkü artık politik hedefe ulaşılmış gibidir. Şimdi, askerî, ekonomik ve ideolojik olarak bir ‘Doğu Bloku’ yoktur. Dünya tek kutuplu olmaya doğru gitmektedir.

Doğu Avrupa’nın eski komünist ülkeleri, hızla çok partili demokrasi ve pazar ekonomisine geçiş sürecine girmişlerdir: 23 Ekim 1989’da Macaristan Cumhuriyeti doğmuş, yine aynı siyâsî programla Walesa, 9 Aralık 1990 seçimlerini kazanarak Polonya Cumhurbaşkanı seçilmiştir.

Çekoslovakya’da ise, bu süreç içinde Komünist Parti’nin iktidarı sona ermiş, 29 Mart 1990’da Slovak Cumhuriyeti ve Çek Cumhuriyeti’nden müteşekkil bir ‘Çekoslovakya Federal Cumhuriyeti’ doğmuş, bu Cumhuriyet de, 1 Ocak 1993’de, ‘barışçı bir boşanmayla’ parçalanarak Çek ve Slovak Cumhuriyetleri’ne dönüşmüştür.

1989 Temmuz’unda Doğu Almanya’da yenileşme, demokrasi, yeniden yapılanma istekleriyle başlayan süreç, 12 Eylül 1990’da Batı Almanya ile birleşmeyle sonuçlanmıştır.

Eski Doğu Bloku, Komünist Balkan ülkelerinde başlayan demokrasi, çok partili siyâsî hayat, hür seçimler, insan hakları isteyen reform süreci sonunda, 19 Aralık 1990’da Bulgaristan’da komünist rejim sona ermiş, Romanya’da ise Komünist Devlet Başkanı Çavuşesku, 25 Aralık 1989’da kurşuna dizilmiş ve Komünist Parti iktidardan uzaklaştırılmıştır.

Yugoslavya’da da, rejim değişikliği istekleri ve kışkırtılan ayrılıkçı politikalar, bu ülkeyi dağılmanın eşiğine getirmiştir: Slovenya, Hırvatistan, Makedonya, Bosna-Hersek ve Kosova olayları Yugoslavya’yı kanlı bir iç savaşın sonunda parçalamıştır..

Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra Avusturya ve Polonya’dan toprak da alarak kurulan Yugoslavya, Kosova’nın da ayrılmasıyla tamamen parçalanmıştır. İlginç olan, bu parçalanma sürecinin her safhasının, ‘Avrupa Birliği’ne yaklaştıracak bir adım.’ olarak takdim edilmiş olmasıdır...

Çetinoğlu: İşin hakîkati neydi?

Dr. Yazıcı: Gerçekte olan, Balkanların yeni nüfuz alanlarına bölünmüş olmasıdır; Slovenya ve Hırvatistan Germen nüfuz alanına, Sırbistan, Karadağ ve Makedonya Fransız nüfuz alanına dâhil edilmişti. 

Bosna-Hersek için kavga devam etmekte, Kosova’nın da ABD nüfuz alanına girdiği anlaşılmaktadır: 1999 yılındaki askerî harekât biter bitmez, Amerikalılar, Kosova’nın Güney-Doğu bölgesindeki Dukakin Yaylası’nda, Urosevaş kenti yakınlarında beş kilometrekareye yakın bir araziyi sâhiplerinden satın aldılar ve son hızla bir üs inşa etmeye başladılar. ABD Ordusu’nun ‘İstihkâm Bülteni’ndeki bir yazısında, Albay Robert L. Mc Clure, Temmuz-Kasım 1999 döneminde bu üssün başlıca kısımlarının inşa edildiğini ve bu işte 1000 ABD sabık askerin, 1700 istihkâm askerinin ve 7000 Arnavut’un kullanılmış, haftanın bütün günlerinde ve günde 24 saat çalışılmış olduğunu ifade etmiştir. Dünyadaki ABD üslerinin en büyüğü olduğu söylenen bu üsse ‘Bondstil’ adı verilmiştir. 


Çetinoğlu: Üssün husûsiyetleri nelerdi?

Dr. Yazıcı: Üs hakkında bir fikir vermiş olmak için şunlardan söz edilebilir; üssün çevresinde 14 km. duvar, 84 km. tel örgü ve 11 gözetleme kulesi; üssün içinde 300 bina ve 25 km. yol, asker kışlaları, alışveriş merkezleri, 24 çalışan spor odaları, kilise, kütüphane ve çok donanımlı bir hastane vardır. Üste 7000 ABD askeri bulunmakta ve bunların hizmetini 5000 Arnavut işçi görmektedir.

Çetinoğlu: Muazzam bir tesis… Çevre üzerindeki tesirleri nasıl oldu?

Dr. Yazıcı: Doğu Avrupa’daki bu hızlı değişim (veya paylaşım), Arnavutluk’u da etkilemiş, iç ve dış politikalarında demokratikleşmeye yöneltmiştir.

Târihî perspektiften bakalım: Orta Çağ’da bölgenin siyâsî gücü Doğu Roma İmparatorluğu idi. Bu gücün çökmesiyle doğan siyâsî boşluğu, bir mücâdeleler ve fetihler döneminden sonra Osmanlı Türk Devleti doldurmuştur.

20. yüzyılın başlarından itibâren Osmanlı’nın bölgeden çekilmeye başlamasıyla, Balkanlar’daki siyâsî boşluğun, yeni Rusya (SSCB) tarafından doldurulduğu görülür. Şimdi de, Sovyetlerin ve Sosyalist düzenin tasfiyesiyle bölgenin, 21. yüzyılın ‘düvel-i muazzama’sı tarafından tasfiye ve tanzim sürecini yaşamaktayız.

Avrupa’nın bu, ‘ufalanma süreci’nin devam edeceği, 1989’da Doğu Bloku’nun yıkılmasıyla 18 bağımsız yeni devletin ortaya çıktığı Avrupa’da bu devletlere önümüzdeki 14 yıl içinde, 21 yeni bağımsız devletin veya devletçiğin katılacağı öngörüsünde bulunulmaktadır: The Times gazetesi 2 Haziran 2006 târihinde, bu değişimin 2020’ye kadar devam edebileceğini ifade ederek, ‘…ve sıradakiler’ başlığıyla Avrupa’nın muhtemel haritasını yayımlamıştır. , 

Çetinoğlu: Avrupa’da bu değişiklikler olurken, 21. yüzyılın dinamiği ve kaçınılmaz olarak takdim edilen küreselleşme politikaları, bir bumerang etkisiyle ABD’yi de etkileyebilir mi?

Dr. Yazıcı: Bu hususlarda fikir kuruluşlarından bir üretim, bir senaryo görülmüyor; gözün kendini görememesi, kulağın kendini duyamaması gibi, bu küreselleşme politikaları belli bir politik merkezden üretilip yönlendiriyor da, kendisi etki alanı dışında kalabilir mi?

Bu hususta, bir Rus araştırmacısı, uzun vâdeli tahminlerde bulunuyor: bir tetiklemeyle; toplu göçler, ekonomik ve ahlakî çöküşün tetikleyeceği bir iç savaş ve doların düşüşüyle ABD’nin de, bölüneceğini iddia etmektedir: Sovyetler Birliği’nin dağılacağını da, yıllar önce öngören Rus Profesör Igor Panarin, uzak bir gelecekti ABD’nin bölüneceğini öne sürmektedir.

İ. Panarin’nin teorisine göre, bölünme ihtimali %45-55 olan ‘ABD, ülkenin batısında kurulacak Çin etkisindeki ‘California Cumhuriyeti’, Meksika etkisindeki ‘Texas Cumhuriyeti’, ülkenin doğusunda başkent Washington D.C. ve New York’u da içeren bölgede kurulacak AB etkisindeki ‘Atlantik Amerika’,  Kanada etkisindeki ‘Merkezî Kuzey Amerika Cumhuriyeti’, Japon ya da Çin’in himayesindeki ‘Hawai’ ve Rusya’ya katılacak olan ‘Alaska’dan oluşan altı parçaya bölünecek.’

Çetinoğlu: Amerika’nın kendisi dışında bir süper güç oluşursa neden olmasın? Peki efendim, gerçekleşen değişimler ve tahayyül edilen değişimler Türkiye’yi nasıl etkiler?   

Dr. Yazıcı: Bu değişim rüzgârlarının, küreselleşme politikalarının, siyâsî reform taleplerinin Türkiye’deki yansımalarına ve etkilerine gelince; Doğu Avrupa komünist ülkelerinde ve Sovyetler Birliği’nde ortaya çıkan ve yapı ile alakalı bir değişim getiren Batı tipi demokrasi talepleri, zaten Türkiye’nin 21. yüzyıl başlarından itibaren siyâsî hedefi idi…

Türkiye, iki yüz yıl önce siyâsî tercihini yapmış ve bu hususta en önemli hamlesini “Atatürk İnkılâplarıyla’ gerçekleştirmiştir.

Türkiye, bu temel tercihini 1946 sonrasında bir kere daha göstermiş, Batılı kurumlaşmaların içinde yer aldığı gibi, “Batı”yı kendisine çağdaşlaşmanın modeli olarak seçmiştir.

Çetinoğlu: Bütün bunlara rağmen, batımızda ve doğumuzda, taşlar yerinden oynamakta ve ayna kırığı gibi, çizgiler Türkiye’ye doğru uzanma emâreleri göstermektedir. Bu emâreler, “yeni dünya düzeni”nin Türkiye ile alakalı stratejisinin bir parçası mıdır?

Dr. Yazıcı: Türkiye, “taşlar yerinden oynadı”, “yeni dünya düzeni”, “küreselleşme” vb. ifâdelerle 2000’li yılların başlarından itibaren tanışmıştı. Ayrıca Türkiye, Doğu Avrupa ülkelerinde sonun başlangıcı sayılan dış borç yükü ve kemer sıkma politikalarına da, yabancı değildi. Bir avantajı veya farkı Batı’lı kuramların içinde yer almasıydı. Fakat yine bu sebeple, o kurumların yardımı veya desteği adı atında müdâhalelerine mâruz kalıyordu.

Toplumu, kendi çıkarları doğrultusunda yönlendirmek, zihinleri ve davranışları şekillendirmek için sanat, edebiyat en çok kullanılan bir alan olmaktadır: Bir dönem belli konuları işleyen romanlar, filmler ve bunların tanıtım yazıları furyası başlamaktadır. O biterken yeni bir strateji başlamaktadır; toplum bunu fark edemeyebilir bile...

1960’lı yıllarda ülkemizde, yukarıda saydığımız sanat alanlarında hep köy, köylü, işçi, patron temalı çatışmalar işlenmişti. Bu durum, herhalde sol politikalar stratejisi gereğiydi. AB müzâkere sürecine gireliden bu yana, azınlık kavramı, azınlıkların acıları (!), mübâdele ve mübâdillerin duygu yüklü profilleri üzerine romanlar yazıldı, filmler, belgeseller ve diğer sanat ve kültürle alakalı faaliyetler gerçekleştirildi. Bu çalışmalara ödüller (!) verildi. Bu bir sektördür diye de düşünülebilir ama, bu alanlar aynı zamanda milletlerarası siyasetin, “Yumuşak Güç”lerinin  çarpıştığı, kamuoyunu kazanmaya çalıştığı alanlardır.

İnsanlara, âdeta doğruyu arama, bulma, tartışma fırsatı verilmemektedir. Bu türlü müdâhalelerin dışında, bazen de alenî müdahalelere marûz kalınmaktadır.  Meselâ, Fransa’nın eski Adalet ve Kültür Bakanı ve AB-Türkiye Karma Parlamenterler Komisyonu Başkan Yardımcısı Jacques Toubon, iç politika tartışmalarına karışarak, ‘2006 İlerleme Raporu’nun yayımlanmasından önce Brüksel’de yapılan bir röportajda, “Siz ifade özgürlüğünü sınırlayan Ceza Kanunu’nun 301. Madde’sini kaldırmaya hazır mısınız? Siz ulusal egemenliğinizi terk etmeye hazır mısınız? Siz bu prensiplerden kurtulmaya hazır mısınız?”  diyebilmektedir. Tabiî bu soruya, ‘Fransa, millî egemenliğinden ve diğer ilkelerden ne kadar kurtulduysa, Türkiye de o kadar kurtulmaya hazırdır’ denebilir. Fakat tutum önemlidir...

Türkiye’de, bir partinin kapatma dâvâsı sebebiyle iç politikaya yapılan müdâhaleler de, bu noktada hatırlanmalıdır; ayrıca, Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi (AKPM) Başkanı Luis Maria de Puig’in açıklamasından anlaşıldığına göre, bazı siyâî gruplar tarafından müdahaleyi dâvet eden tutum ve davranışlar da görülebilmektedir.  Nitekim Anayasa Mahkemesi Başkanı, Yüksek Mahkeme’nin kuruluş yıldönümünde yaptığı konuşmasında, ‘Mahkemeyi yönlendirme, etkileme ve baskı altına alma’ hususunda milletlerarası çevrelerin baskılarından şikâyetçi olmuştur. 

Çetinoğlu: Benzeri hâdiseler Osmanlı Devleti’nin son dönemlerinde de yaşanmıştı… 

Dr. Yazıcı: Evet, o dönemde de, ‘Avrupa büyük devletlerinin İstanbul’daki büyükelçileri, Osmanlı içişlerine karışmak, hatta gelişmeleri kendi ülkesi çıkarları doğrultusunda yönlendirmek için her fırsatı değerlendiriyorlardı. Osmanlı sadrazamları da, bu makama gelebilmek ve makamda durabilmek için büyükelçilerden destek ararlardı ve “Osmanlı devlet adamlarında, kendilerini Avrupa devletlerine beğendirmek düşüncesi ikbal ve iktidar yolunda yükselmede bir mesnet” olmuştu.  Nitekim sadrazamların, desteklerini aldıkları devletin adını çağrıştıran lâkapları da vardı: Sadrazam Said Paşa için “İngiliz Said”, Sadrazam Mahmud Nedim Paşa için “Moskof Nedim”, Sadrazam Mithat Paşa için “Franko-fil Mithat” gibi...

Küreselleşme sürecindeki müdâhaleci politik gelişmeleri Güngör Uras şöyle özetlemişti: “AB diyor ki: 1-Öcalan’ı idam etmeyin, 2-Kıbrıs meselesini bir an önce çözün, 3-Kürtçe yayını serbest bırakın. Ödülünüz: AB’ye tam üyelik vaadidir. ABD demişti ki: 1-Orta Doğu’da ABD için “paralı askerlik” yapın, 2-İsrail’e destek çıkın, 3-Radikal İslâm’a kalkan olun. Ödülünüz: IMF kredisidir.”

Çetinoğlu: Peki efendim, bütün bu gelişmeler muvâcehesinde  Türkiye, “Yumuşak Güçler' mücâdelesinin alanı mı olmaktadır?

Dr. Yazıcı: Joseph S. Nye “güc”ü, istenen sonuçları elde etmek için başkalarının davranışlarını etkileme ve başkalarının pozisyonunu değiştirebilme yeteneği olarak tanımlıyor.  Milletlerarası ilişkiler târihine bakıldığında Bâbil, Asur çağından bu yana siyâsî yaptırım gücünün örneklerini görmek mümkündür.. Dünya nüfusunun belki bir kaç yüz bin veya bir kaç yüz milyon olduğu dönemlerde de, çok büyük istilâlar, büyük meydan savaşları, askerî seferler yaşanmıştır.

Orta Çağ’da Machiavelli (Makyavel), yönetimde korkunun sevgiden daha önemli olduğunu ileri sürerek bir yönetim felsefesi önermişse de artık, insanları, toplumları ve devletleri, güçlü devletin çıkarlarına kendiliğinden hizmet eder hâle getiren politikalar düşünülmüş ve uygulanmıştır.  O insanlar veya o toplumlar ne iseler, yine kendilerini öyle sanmaya devam edebilirler, ama damak zevkinden, toplumla alakalı tepkilere, heyecanlara ve nefretlere vesaireye kadar, fark etmeksizin ve hiç bir kaygı duymaksızın, yeni bir kültürel kimlik kalıbına dökülmüşlerdir.

Dr. NURİ YAZICI

1969 yılında Ankara Yüksek Öğretmen Okulu ve Ankara Üniversitesi Dil ve Târih Coğrafya Fakültesi Târih Bölümü’nden mezun oldu. Sırasıyla Tokat İlköğretmen Okulu, Samsun-Akpınar İlköğretmen Okulu, Trabzon-Fâtih Eğitim Enstitüsü, Samsun-Eğitim Enstitüsü, Samsun-Terme Lisesi’nde Târih öğretmenliklerinde ve idâreciliklerde bulundu. 1982 yılında Konya Selçuk Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Târih Bölümü’ne Araştırma Görevlisi olarak tâyin edildi. 1985 yılında, “Millî Mücadele’de (Canik Sancağı’nda) Pontosçu Faaliyetler 1918-1922” adlı çalışmasıyla, Atatürk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü’nde doktorasını tamamladı; daha sonra, bir süre özel öğretim kurumlarında öğretmen ve yönetici olarak çalışmış ve Selçuk Üniversitesi-Eğitim Fakültesi Sosyal Bilgiler Öğretmenliği Bölümü’ne öğretim üyesi olarak tâyin edilmiştir. Hâlen Bahçeşehir Üniversitesi İktisâdî, İdârî ve Sosyal Bilimler Fakültesi’nde Târih Öğretim Üyesi olarak çalışmalarına devam etmektedir. 

Yayımlanmış eserleri:*Terme Târihi, Samsun 1982. *Millî Târih Şuuru, Ocak Yayınları, Ankara 1984. *Millî Mücadele’de (Canik Sancağı’nda) Pontosçu Faaliyetler 1918-1922, Ankara Üniversitesi Basımevi, Ankara 1989, 2. Baskı, Çizgi Kitabevi, Konya 2003. * (Testli-Sorulu-Çözümlü) Türkiye Cumhuriyeti İnkılâp Târihi, 5. Baskı, Konya 1993. * Türk Târihi’nin Eski Çağları, Bahçeşehir Üniversitesi Yay. İstanbul 2007. * Küreselleşme ve Sosyal Mozaik Politikaları, Yeni Yüzyıl Yayınları, İstanbul 2010. * Târihte Türkler ve Türk Devletleri, İlgi Kültür Sanat Yayınları İstanbul 2011. *Millî Mücadele ve Türkiye Cumhuriyeti İnkılâp Târihi, Bahçeşehir Üniversitesi Yayınları, İstanbul 2011. *1938-1939 ve 1939-1940 Öğretim Yılları Samsun Vilâyeti İlköğretim Teftiş Raporları, Bahçeşehir Üniversitesi Yayınları, İstanbul 2013. * Millî Mücadele ve Türkiye Cumhuriyeti İnkılâp Târihi, Yeniden düzenlenmiş ve genişletilmiş II. Baskı, Gamze Yayıncılık, İstanbul 2016. * Târihte Terme, Gamze Yayıncılık, İstanbul 2016. *Yeni Dünya Düzeni ve Avrupa’nın Yeniden Yapılandırılması, Gamze Yayıncılık, İstanbul 2017. *Yeni Dünya Düzeni ve Orta Doğu’nun Yeniden Yapılandırılması, Gamze Yayıncılık, İstanbul 2017. * GUAM’da Neler Oldu? Gamze Yayıncılık, İstanbul 2018. *Yeni Dünya Düzeni ve TÜRKİYE, Gamze Yayıncılık, İstanbul 2018.

Dr. Nuri Yazıcı’nın, ayrıca çeşitli dergilerde Türk kültür târihi, Millî Mücadele ve Pontusçu faaliyetlerle ilgili yayımlanmış makaleleri, millî ve milletlerarası kongrelerde sunulmuş tebliğleri de bulunmaktadır.