Her zaman her yerde en çok ilgimi çeken, merak uyandıran yerler kitapçılar olmuştur. Sık sık girip çıktığım mekânlar buralardır.

     Bu üçüncü gelişimde Cambridge caddelerini arşınlarken, yine en çok kitapçı vitrinleri dikkatimi çeker oldu.

     Tabii girmeden edemedim. Fakat girmek kolay da, çıkmak pek zor. Nefis baskılı, çok renkli kapakları, içlerinde yer alan bin bir renkli resimleriyle; hepsi hâl dilleriyle feryat ve figan içindeler “Al beni, al beni!” diyorlar.

     Ne mümkün hepsini almak! Ancak bir servet gerek. Kitaplar önünüzde arzı endam ediyor. Açıp bakıyorsunuz sayfalarına, kendinizi alamıyorsunuz bir türlü onlardan.

     Zaten her konuya bir bölüm ayırmışlar. Sanki ayrı bir hücredesiniz. Her yanınız yöreniz, aynı konunun bilgiçleriyle sarılı. Her biri size, anlatacakları şeyler olduğunu kulağınıza fısıldıyorlar sanki:

          Diyorlar hep bir ağızdan bilmiş bilmiş “Al beni, al beni!”

          Çıkart bu yerden bizleri, insanlara “Sal beni , sal beni!”

          Sayfaları her çevirişte, sanki ümit veriyoruz onlara.

          Biz de bilgiç oluyoruz biraz, sırasında bize soranlara.

          Büyülü bir mahzene girmiş gibi oluyor, burada insan.

          Zaman tünelinde sanırsın kendini, keşke bir uğrasan.

          Gerçi girmek senin elinde, bu enfes kitap sarayına.

          Zor bu çıkmak işi dostum oradan, inan kendi payına.

          Hele bir de kafe’sinde oturup, alırsan kitabı eline;

          Artık kararın kesinleşir, gözün takılıp kalmaz bedeline.

          Durduğun yerde dalarsın derinlere, kendi kendine.

          Kitabın bağlı kalırsın, sana attığı kemendine.

          Öyle akla hayale gelmez konularda, yazılmış ki sayısız kitap;

          Durduğun yerde, onlar ayağına gelmiş, her biri bir dost hitap.

          Tekniğin son imkânları kullanılmış, her baskı türünde.

          Sırf insana yönelen bir sır var, bu göz alıcı üründe.

          Kâinatı alıyor böylece insan avucu içine.

          Kolayca yol buluyor, aklından geçen niçine.

X

     Burada büyük kitapçıların hemen hepsinde, kahvehane köşeleri var. Aldığınız veya almak istediğiniz kitapları burada, bu sihirli kitap atmosferinde kahvenizi veya çayınızı âheste âheste yudumlarken karıştırabilir, inceleyebilir, ya da fikir sahibi olabilir. Kararınızı sâkin bir ortamda çok daha rahat verebilirsiniz.

X

          Cambridge nehri boyunca, inci gibi kitapçı ve kolejler;

          Tenhasını görmedim. Hepsi tıklım tıklım dolu sanki mahşer!

          Ucuz satan kitapçı da var, bu arada büyük ve kebîr;

          Koymuşlar vitrine ne buldularsa, halktan alma kelepir!

          “Heffers” kitabevi, kafe’siyle saydıklarımızdan biri.

          İnsanın çıkası gelmiyor, çünkü insan burada dipdiri.

          Küçük büyük her konuda, rengârenk kapaklı kitaplar;

          İnsanın karşısında her biri, sanki raks edip hoplar.

X

     Velhasıl, kitapların bakmaya doyum olmayan kitapçı vitrin ve mekânlarını ister istemez terkediyor. Bir başka güzelliğin kollarına kendimizi bırakıyoruz.

     Cıvıl cıvıl insanların Cam (Kem) nehrinde, bir o yana bir bu yana süzülen bir çeşit -o yöreye mahsus- kayıklarına takılıyor bu sefer gözlerimiz.

     Bilginin mekân tuttuğu, kutsal soyut güzelliklerden başımızı kaldırıyor. Tabii güzelliklerin yer aldığı, baharın havasını içimize bol bol, doyasıya çekmeye hazırlanıyoruz.

X    

          Zihnen, hayalen girdiğimiz, o rüya gibi cennet yerde;

          Sormayın artık, diyerek endîşeyle, “Ben nerdeyim nerde?”

          Kalın kalabildiğiniz kadar, bir güzel, o kuytu köşede.

          Dönüş sürer ancak bir an, endîşesiz, devam edin neş’ede.

          Asrımızda kitaplar; bir büyülü, sihirli kutu sanki,

          Her sayfada, bir başka yerde buluyor insan, kendini.

          Renkli, câzip fotoğrafların, içine dalıyor bir an,

          Onda hissediyor kendini, istediği süre insan.

          Diyelim yeter bu konuya, artık bitsin bu fâsıla;

          Türkiye geldi hatıra, nüksetti yine dâüssıla.

     (10 Nisan 2005, Cambridge - England)