Bazı tanıştığımız Türkler; Türklerle  görüşmediklerini söylediler!

     Bir gün  Cambridge caddelerinde yürürken, birilerinin bizi dikkatle izlediğini farkettik. Vitrinlere bakarken gözleri üzerimizde ve nereye gitsek peşimizde.

     Hem merak ettik, hem de ne yalan söyliyeyim, biraz da tedirgin olup endîşelendik. Sonra onun farkına vardığımızın farkına varan kişi, yanımıza yaklaştı “Merhaba dedi, siz her hâlde Türksünüz!” Ve tanıştı bizimle. Çocuklar birbirinin adresini aldılar.

     Niçin tereddüt ettiğini, niçin bizleri endîşeye sevkettiğini sorduk. Türklerle görüşmediğini, bundan kaçındığını söyleyince önce şaşırdık. Sonra durumu anladık. Ve ona hak verdik.

     Meğer Türkiye’den gelen kimi Türk vatandaşları; bölücü, yıkıcı fikirler taşımakta, onları etrafına aşılamakta, daha ilerisi üstlerinde manevî baskı kurmak istemekte; işi zorbalığa dökmekte, kişileri haraca bağlamakta. Bunun için örtülü tehditlere başvurmaktaymışlar!

     Böylece uzaklaştırıcı, nefret ettirici hareket ve davranışlar içine giriyorlarmış. Bu yüzden o tip kimselerle tanışmak ve görüşmek istemediğini beyan etti.

     Vatandaşlarımızın, yurt dışında bile bilinçli bir şekilde hareket edişleri, beni çok memnun etti. Ve mesrur kıldı / sevindirdi.

     Bu milletin üç buçuk bölücü ve yıkıcıya prim vermedikleri, vermiyecekleri ümitlerime ümit kattı. Bir o kadar da duygulandırdı.

     Bu milletin sağduyusu ve sağduyulu hareketi, istikbal ve geleceğimizin teminatı diye düşündürdü.

     Bu millet, dünyanın neresinde olursa olsun; vatanına sadık, devletine bağlı, bayrağına meftun / vurgun ve saygılı.

     İş için ta buralara kadar gelmiş bile olsa, vatanına muhabbeti / sevgisi büyük. Memleketine asla kırgın değil. Kalbi hep vatanı için atıyor.

     Karşılaştığımız kişi, bir kurumun şoförlüğünü yapıyormuş. Üç senedir yurda gidememiş. Sıla hasreti burnunda tütüyormuş. Vatan hasreti bağrını delmiş.

     Türkiye hasreti ile yanıp tutuşan bir Türk genci. Bizleri görünce gözleri ışıl ışıl oldu. Sanki dünyalar onundu artık.

X

     (...) Bey, uçak mühendisi. İstanbul Teknik Üniversitesi mezunu. Buradaki bir üniversitede araştırıcı bir projede çalışıyor. Türkiye’de Yard. Doç. Dr. imiş.

     Amerika ve Avrupa’da konferanslar veriyor. Cambridge Üniversitesi mensubu olarak bir makalesi, konferansta en iyi makale kabul edilmiş geçen yıl ve ödül kazanmış.

     Uzay teknolojisi hakkında yaptıkları yenilikler ve katkılar, İngiliz tekniği hesabına geçiyor.

     Belki bir gün Türkiye, kendi yetiştirdiği kabiliyetlerin buluşlarını edinmek için, kimbilir nice patentler ödemek zorunda kalacak.

X

     Dünya, kâinatta nasıl mavi bilye, mavi boncuk hükmünde ise, Türkiye de dünyanın mavi boncuğu. Sanki bu renkle vasfediş nazar değmesin diye lisânı hâlle...

     İşte İngiltere’de biraz tepemsi yerlere gelişte, çocukların heyecanlanması; gözümüzde Türkiye’nin dünya konumu içindeki değer ve kıymetini bir kat daha artırıyor.

     Hele gurbette Türk radyolarını dinlemenin hüzünlü, buruk zevkine diyecek yok doğrusu.

     Her şey zıddıyla bilinir hükmünce, uzaktayken vatan bir başka güzel oluyor.

     Gurbet, insanı bir başka insan ediyor.

     Dağı, taşı, çiçeği, toprağı, gülü havası bir başka çekici şekle bürünüyor.

     Vatan sevgisi neymiş, vatan nasıl bir şeymiş? Asıl burada anlaşılıyor.

     “Hubbü’l-vatan mine’l-iman.” gerçeği bir başka mânâ kazanıyor zihnimde.

     “Bir başkadır benim memleketim.” dize ve mısraı; hayalen vatanda tur attırıyor. Resmi geçit yaptırıyor vatanı içimde.

X

     Her meyvanın, meyva suyunu yapmışlar. Bildiklerimiz dışında, dünyanın her yerindeki meyvaların meyva suları var. 

     Hafif meyvalı, hafif gazoz tadı veren sular yoğunlukta.

     Arazinin büyük kısmının düz oluşu. Dağlık olmayışı. Kaynak sularının pek bulunmayışı; var olan suları içilir hâle getirmek için, bu yola başvurmuşlar diye düşünüyorum.

     Çeşitli meyvaların tadlarını anımsatan sular; boy boy dizili vitrinlerde.

     (16. 04. 2005, Bar-Hill, Cambridge-England)