Oysa İngilizler bu durumdan müşteki ve şikayetçiler haklı olarak. İstiyorlar ki şehirler kıpır kıpır olsun. Sokaklar ışıl ışıl. Giderek devlet; halkın bu eğilimine kulak verecek gibi görünüyor. Her şey zıddıyla biliniyor, değeri anlaşılıyor. Gayri ihtiyarî güzel Türkiyemizin cadde ve sokaklarının hayat dolu, cıvıl cıvıl, şen şakrak hali gözümün önünde beliriyor, resmi geçit yapıyor.

     Çağrışımlar peşimi bırakmıyor bir türlü aziz okur! Birbirini izliyor ne kelime; birbirini kovalıyor sanki. Hepsi de beni de hatırla der gibiler; bir filim şeridi misali geçiyorlar gözlerimin önünden bir bir. Velhasıl yurt dışında bir başka çeşit oluyormuş vatan hasreti be dostlar!

     Türkiyem tütüyor gözümde buram buram. Sn. Sakıb Sabancı’nın sözleri geliyor aklıma. Tam tercüman oluyor hissiyatıma. Hatırlayacaksınız ne demişti Sn. Sakıb Sabancı?

     ABD’nin New York kentinde bir ameliyat geçiren Sabancı Holding Yönetim Kurulu Başkanı Sn.  S. Sabancı: “Vatanımı, bayrağımı, ezan sesini...çok özledim!” (Gazeteler, 19 Temmuz 2003)

     Ben de sevgili dostlar ben de...Bilhassa mavi göklerin en güzel süsü, ay-yıldızlı bayrağımı -inanın dostlar- çok göresim, mavi göklerde, dalga dalga yankılanan, en yanık, en güzel, en hoş ses olan Ezanı Muhammedî’yi, çok duyasım geldi.

     Ve dudaklarımdan kendiliğinden İstiklal Marşımızın şu mısra ve dizeleri döküldü:

          Korkma! Sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak.

          Sönmeden, yurdumun üstünde tüten en son ocak.

          Bu ezanlar ki, şehadetleri dinin temeli.

          Ebedî, yurdumun üstünde benim inlemeli.

X

     Türkiye’den Avrupa insanı, tabiatıyla İngilizler de harika görünüyor. Onlar hakkında hüsnü zan / güzel zan ve sanı besliyoruz. Özellikle insan hakları hususunda Batı’yı tam bir erdem sahibi olarak düşünüyoruz. Anlatamıyoruz Menfî-Resmî Batı’nın iç yüzünü bir türlü. Anlatamıyoruz Türkiye’yi nasıl düşman ve rakîb olarak gördüklerini. Nitekim:

     İstanbul’un Türklerin elinde olmasını, Batı dünyası hiçbir zaman içine sindirememiştir. Özellikle İngiltere; Osmanlının düştüğü dönemlerde, hemen savaş gemilerini gönderir, koşullar öne sürerdi.

     Misak-ı Millî (Ulusal Ant)ın kabûlü İngilizleri çılgına döndürmüş: “Türkleri İstanbul’dan atalım, bizim kararlarımıza saygı göstermeyen tek halk onlar!” (Prof. Dr. Mahir Aydın, Cumhuriyet, 6 Ekim 2003) demeye başlamışlardı. Söz bu aşamaya gelmişken, bir ara gazetelerde yer alan, somut bir örnek vermeden geçemeyeceğim:

     İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde talebeyken; hocam rahmetli Prof. Dr. Tayyib Gökbilgin’den doktora yapan bir Japon arkadaşım vardı. Şimdi Tokyo’da profesör olup, Türkiyat araştırmalarında bulunuyor ve bu konuda birçok eser sahibidir.

     Milliyet gazetesinde kendisiyle yapılan bir mülâkat, bir röportaj yayınlanmış. Burada çok düşündürücü bir hatırasına yer vermişti.

     İstanbul’da Amerikalı bir tarih profesörüyle Galata köprüsünde yürürken, İstanbul’a hayranlığını dile getirmekten kendini alamaz ve ona dönerek der ki:

     “İSTANBUL, NE GÜZEL BİR ŞEHİR DEĞİL Mİ?”

     Amerikalı tarihçinin buna karşı verdiği cevap, ne yazık ki, kanımızı donduracak mahiyettedir. Ve şahsında, Batı aydınının şuur altında yerleşmiş olan ve halen yaşayan ve silineceğine de hiç ihtimal verilmeyen tarihî görüşlerine tercüman olucu nitelik ve vasıfta olup, bir o kadar da düşündürücüdür. İşte Amerikalı Profesörün çok düşündürücü cevabı:

     “Evet, İstanbul, gerçekten çok güzel bir şehir. Fakat bir de TÜRKLERİN ELİNDE OLMASA!” 

     Ne de olsa Doğulu bir tarihçi olan ve Osmanlı Türklerine hayranlık duyan Japon tarihçi arkadaşımı; Amerikalı tarihçinin verdiği şok edici cevap çok şaşırtır. Şüphesiz sizler de şaşırdınız bu cevap karşısında değil mi aziz dostlar?