İngilizler medenî bir görünüş içindeler. İç durumlarını gizlemesini çok iyi biliyorlar. Âdeta ser verip sır vermiyorlar. Birbirlerine hâllerini pek açmıyorlar. Yani birbirlerine çok ketum, çok kapalılar. Birbirleriyle karşılaştıklarında sarfettikleri kelime ve cümleler eften püften, havadan sudan şeyler. Birbirlerinin mahremiyetini ne merak ediyor, ne de bilmek istiyorlar. Tecessüs denen başkalarını merak arzusu, burada yok gibi bir şey. Bir bakıma bunlar -ölçülü olmak kaydıyla- güzel ve takdire değer huy ve hasletler. Fakat herkesin başkalarına karşı iyi görünme hırsı; Avrupa’da hastalık hâlini almış yerler de var.

     Mesela İtalya’da azımsanmıyacak sayıda tatile çıkamayan bir kısım insanlar; çevrelerinde tatil yapmış izlenimi bırakmak için, kendilerini olmadık cendereye sokuyorlar. On onbeş günlük ihtiyaçlarını evlerinde depoluyorlar. Pencere ve camlarını sıkı sıkıya kapatıyorlar. Kendilerini evlerinde hapsediyorlar. Sonra da tatilden gelmişçesine cam ve pencerelerini açıyorlar. Önceden aldıkları hediyelik eşyaları konu komşuya dağıtıp güya tatilden dönmüş havasına bürünüyorlar.

     Bütün bu işkenceler; yıllık izinlerinde tatile gidememiş demesinler diye. Evet, Hakk’tan utanmak  yerine Halk’tan utananların sergilediği vaziyet; ne kadar fecî ve ne kadar gülünç oluyor değil mi aziz okur?

     Cambridge’de “Town Cambridge Crier” yani “Cambridge Şehrinin Sesi” adlı haftalık bir gazete çıkıyor. Çok sayfalı ve renkli olarak yayınlanıyor. Cambridge’e ait reklâm bolluğu içinde neşrediliyor.

     Cambridge ve çevresindeki her eve bedava olarak dağıtılıyor. Belli ki reklâmlardan edinilen gelir; hem kaliteli bir gazetenin çıkmasını sağlıyor, hem de halkın eline ücretsiz olarak geçmesine imkân veriyor.

     Böylece halk, içinde yaşadığı çevrenin her şeyinden haberdar olmak imkânını elde ediyor. Güzel, yerinde ve faydalı bir uygulama, örnek alınacak bir husus. Tabii Cambridge’de çıkan başka yayın organları da var.

     İngiliz televizyonları genellikle hep kendilerini yani İngilizleri anlatıyor, nazara veriyor, onları konu ediniyor. Haberler bile çok kısıtlı. Sanki dünyadan soyutlanmış. Şüphesiz Resmiyet dünyadan haberdar. Fakat halkı dünyadan tam olarak haberdar etmeyi, zait ve gereksiz görüyor.

     Çünkü halka rağmen politika yapmaları, halka muhalif olacak, ona aykırı gelecek, herhangi bir siyaset gütmeleri zor. Bu yüzden politikalarına engel çıkarmıyacak şekilde bir kamuoyu oluşturmak işlerine geliyor. Ancak bu suretle İngiliz kamuoyunun nabzını ellerinde tutmak istiyorlar.

     Bu husus özellikle 11 Eylülden sonra bir kat daha belirginleşmiş; kendini açıkça göstermeye başlamıştır. Nitekim Sn. Ali Sirmen, geçenlerde bir yazısında, bu gerçeğe parmak basan somut bir örnek veriyor:

     ABD’den yeni gelen bir yakınına: ‘Orada ne var ne yok? Haberler nasıl?’ diye soracak olunca, şaşırtıcı bir durumla karşılaşıyor. Sorulan kimse, aşağı yukarı şöyle bir cevap veriyor:

     -Ne haberi diyor, ABD’de kamuoyuna bir şey aksettirilmiyor. Kimse dünyada olan biten hakkında, doğru dürüst bir şey bilmiyor! ABD’de yayın organlarına örtülü bir sansür uygulanıyor. Ben Ortadoğu’da olan bitenleri, asıl burada Türkiye’de öğrendim, diyor. Sanki orada öyle de İngiltere’de öyle değil mi? BM’de silâh denetçisi olarak görev yapan Mikrobiyolog Dr. Kelly “Irak’la ilgili istihbarat raporları abartıldı” şeklindeki haberlerin kaynağı olarak deşifre edilmedi mi? (Gazeteler, 19 Temmuz 2003)

     Gerçekleri bir nebze dile getiren Kelly’ye bu yüzden dünyası zindan edilmedi mi? Kelly intihar edecek adama hiç benziyor muydu? Bir bakıma susturulmuş olamaz mı? Nitekim gazeteler yazdı. Kelly’ye arkadaşı endişeli bir şekilde, bu işin sonu nereye varacak? Diye sorunca Kelly çok şaşırtıcı, bir o kadar da düşündürücü, aslında başına gelecekleri -hissi kable’l-vuku- bildiğini vurgulayan bir cevap veriyor: “Cesedimi ormanda bulurlar!” Yani beni öldürürler demek istiyor. Bu cevabı nakleden şahıs, çekindiği için olsa gerek, aslında Kelly’nin cevabını çok yumuşatarak naklediyor bizlere. Yine de güneş balçıkla sıvanmıyor. Hakikat kendini ustaca yapılan ifadede açıkça gösteriyor. (25 Eylül 2003)