Şehir ve şehir dışı yollardaki kavşaklarda, dört yol ağızlarının ortasında Raund About (Randebaut) / döner yol diyebileceğimiz yuvarlaklar var. Burayı dolaşmadan istenilen yola sapılamıyor. Böylece kavşağa yaklaşanlar hız kesmek, yavaşlamak ve durmak zorunda kalıyor. Muhtemel ve olası kazalar da bu şekilde önlenmiş oluyor. Dört yol kavşaklarındaki bu çeşit tatbikat ve uygulama; tabii kontrol sistemi yerine de geçiyor. Kaldı ki dört yol ağzı olmasa da, bütün dönüşler keskin olarak değil, ufak çaplı da olsa, yarım bir kavisle yapılıyor. Zaten bu nevi dönüş yapılması gerektiği; kavisli beyaz ok işaretiyle gösteriliyor yol üzerinde.

     Cambridge’de özellikle lokanta ve pastahane veya kafe gibi yerlerde; yedikleri yemeklerin cinsinden veya kullandıkları yağın türünden yahut da domuz etinden olsa gerek; kendine has, tarifi zor, tuhaf ve ağır bir koku; her tarafa sinmiş durumda. Şehrin sokaklarında ve bilhassa kalabalık yerlerde bu koku kendini kuvvetle hissettiriyor. Bu tesbitimiz sadece Cambridge için değil, İngiltere için geçerlidir diyebiliriz. 

     Diğer Avrupa şehirlerinde olduğu gibi Cambridge’de de, hemen herkesin bir iki arabası olduğu gibi, bir iki de köpeği var. Yürüyüşe onlarla birlikte çıkıyorlar. Yollarda ve özellikle parklarda, köpeklerle ilgili uyarı levhaları bulunuyor. Sahiplerinden köpeklerin pisliklerini hemen  toplayıp özel olarak onlar için hazırlanmış çöp sepetlerine atmaları isteniyor. Yani köpek pisliklerinin yerde kalmasına müsaade edilmiyor. Köpekler, İngilizler için vazgeçilmez; eksiklikleri mutlaka hissedilen bir varlık. Köpeklere büyük ihtimam ve özen gösteriliyor burada. Köpek deyince sevgili okur! Bir zamanlar gazetelerde okuduğum bir haberi hatırladım.

     Paris sokaklarından günde 16 ton köpek pisliği toplanıyormuş. Basıldığında kayganlık oluşturduğundan düşmelere ve ayak kırılmalarına yol açıyormuş. Bunun için insanların dikkatli olmaları öğütleniyordu. Burada ise köpeklerinin pisliklerini temizlemeleri, sahiplerinden ısrarla isteniyor ve bekleniyor.

     Tabii kedi de sevilen ve evlerde barındırılan hayvanların başında geliyor. Nitekim kimi evlerin bahçeye açılan kapılarının alt köşelerine, kedilerin  ihtiyaç hissettiklerinde girip çıkmaları için küçük cam kapılar monte edilmiş.

     13 - 15 santimetre kare büyüklüğünde olup, içten dışa, dıştan içe açılacak şekilde ayarlanabiliyor. Alıştırılan kedi, istediği zaman kafasıyla itip açabiliyor. İçeriden dışarıya veya dışarıdan içeriye rahatlıkla girip çıkabiliyor.

     Küçük çocuklar tek başlarına okula gidip gelmiyor. Çünkü anne ve babaları buna izin vermiyor. Başlarına bir şey gelmesinden korkuyorlar! Ancak kendileri bizzat götürüp getiriyorlar. Bu bana ABD’de bir arkadaşın çocuklarını, evin kapısına bile tek başına bırakamayışlarını hatırlattı. Çünkü çocukların başına her şey gelebilirmiş!

     Bu durum Batı insanının düşündürücü vaziyetini anlatan başka çağrışımlara da yol açtı.

     Senelerce önce Newyork’da, nasıl olmuşsa olmuş; ışıklar bir ara sönünce kimi insanlar fırsattan istifade birçok dükkânı yağmalamıştı.

     Çünkü polis korkusuna dayanan, görünüşteki sükûnet, bir anda yok olmuş. Vicdanlarda yer almayan yasak hissinin önündeki engel, bir anda kalkınca olan olmuştu.

     Zira hikmetin başı Allah korkusudur. Hesaba kitaba çekilme duygusudur. İnsanın, başı boş olmadığı inancıdır. Her an, her yerde izlendiğini ve gözlendiğini bilmesidir. Geçici olarak dünyada, ebedî olarak da öte âlemde, hayatının süreceğine olan imanı ve inancıdır.

     Ki bu duygu insanı, dağ başında bile olsa faziletli, ahlâklı ve dürüst kılar. O insan bilir ki, kimse görmese de Allah onu görüyor, yaptığını biliyor, düşüncelerini okuyor. Her şeyi bir çeşit kara kutuya alıyor. Şimdi Koca Âkif’in beytini hatırlamanın tam sırasıdır:

          “İman ki, o cevher; ilâhî ne büyüktür.

            İmansız olan paslı yürek, sinede yüktür.”

     (12. 07. 2003, Bar Hill - Cambridge)