Cambridge’in tarihi, zamanımızdan 2000 yıl  öncesine kadar gitmektedir. 1200’lerde ticaretle uğraşanların yaşadığı bu şehir; Romalılar tarafndan, askerî bir ileri karakol olarak kurulmuştur. Cambridge daha çok kendi adıyla kurulan üniversitesiyle meşhurdur. 1209’da Oxford Üniversitesinden ayrılan öğrenci ve bilginler Cambridge’e gelip yerleştiler. Cambridge Üniversitesi’nin temelini attılar.

     Bugün, kolejler ve üniversite birbirinden ayrı bir bütünün parçaları hükmündedir. Cambridge aynı zamanda, çevresi için bir pazar ve endüstri merkezidir. Öğrenci sayısı yüz binleri bulmaktadır. Her yıl Cambridge’i 4 milyona yakın kişi ziyaret etmektedir. Bunların çoğu İngilizce öğrenmek isteyen öğrencilerdir. Cambridge’i gezen İngiltere’yi gezmiş; İngilizleri tanımış demektir. Cambridge, İngiltere’nin bir bakıma beyni mesabesinde / yerinde sayılabilir. İsmini şehrin ortasından geçen Cam (Kem) nehrinden almaktadır.

     Kuzey tarafından Cambridge’e; seyrine doyum olmayan çok gür, heybetli, çok yüksek ağaçlar altında uzanan yolu katederek giriyorsunuz. Dallar, yolun üstünü nerdeyse kapatmış. Yeşil bir tünelden geçiyor hissi veriyor insana. Zaten tali yollarda bile, bu yeşil şemsiyelerin altından sık sık geçiliyor. Âdeta yeşil tüneller hiç eksik olmuyor yollarda. Cambridge’i gezerken, sık sık tarihî kiliselerle karşılaşıyorsunuz. Her biri faaliyette olup, ziyaretçileri pek eksik olmuyor. Her köy ve kasabada mutlaka tarihî kiliseler var. Fakat yeni yapılmış kiliseler çok nâdir.

     Bazı cam çerçeveli otobüs duraklarının -bizdekilerin tam tersine- kaldırım tarafına bakan yönleri açık; yani yola bakan cephesi kapalı! Durakta bekleyenlerin üzerine yağmur çamur -gerçi çamur yok ya- sıçramasın diye.

     Cambridge’de çimenleri çiğnemek, çimenler üstünde yürümek, uzanmak, yuvarlanmak ve oynamak -özel yerler dışında- serbest. Çünkü her yerden çimen ve yeşillik fışkırıyor. Bassan da, çiğnesen de önlenemez bir yeşil hayat; her yandan taşıyor âdeta.

     Sık sık yağan yağmurlar; çimenlerin ve otların kuruyup solmasına ve sönmesine -yaz kış- hiç fırsat vermiyor. İnsanlara sadece, belirli aralıklarla çimenleri biçmek kalıyor. Sulama problemi yok gibi bir şey.

     Cambridge için bisiklet şehri dense yeridir. Yolların kenarı, kırmızı şeritler halinde bisikletlilere ayrılmış. Trafiğin bir parçası durumundalar. Her yerde özel park yerleri bile var. Trafik işaretleri de hep nazarı itibara alınmış. Hiç ihmal edilmemiş.

     Köprülerde  bisikletten inmek gerekiyor. Ayrıca geçitlerde bisikletten inmeyi zorunlu kılan kıskaçlar yapmışlar. Yayalar güç durumda bırakılmasın diye. Burada geçiş daralıyor. Veya geçit S şekline sokularak, bisikletlinin yavaşlaması ve bisikletinden inmesi sağlanıyor.

     Eski tarihî evlerin bir kısmında kapı ve pencerelerin üstü; oyma haç desenleriyle işlenmiş. Şimdiki evlerde aynı desenin bulunmayışı; sanki eski yıllardaki dine bağlılıklarının gittikçe dine karşı lâkaytlığa dönüştüğünü ima ediyor.

     Bazı evlerin dış yüzleri boyalı. Fakat buna az rastlanıyor. Sıvanmadan boyanan tuğla duvarlar; o kadar iyi ve güzel görünmüyor. Tuğla duvarların boyanmamış, tabii halleri daha hoş görüntü veriyor. 100 - 200 senelik evler dimdik ayakta! Bir ara gözüm 1671 tarihi işlenmiş, çok eski bir eve ilişiyor. Bizde, eski olarak daha çok resmî yerler; “tarihî yapı” muamelesi görürken; burada sıradan evlere bile tarihî eser gözüyle bakılıyor. Aynen korunuyor. Fakat içinde yaşanarak, fonksiyonlarını icra ederek, hayatiyetlerini sürdürterek. Âtıl, boş ve işlevsiz halde bırakarak değil.

     Nitekim bu yüzden bizde metrûk / terkedilmiş hâlde bırakılan evler; ne yazık ki, ya sahibi tarafından -ister istemez- ihmal ediliyor veya kasıtlı olarak çıkarılan yangınlarla ortadan kaldırılıyor!

     Türkiyemiz maalesef yeterince tarihine sahip çıkmıyor! Nitekim Selçuklu sanatının sembol eserlerinden biri olan Gök Medrese ile Ulu Cami yıkılma tehlikesiyle karşı karşıya olmasına rağmen hâlâ onarılamaması buna şahittir. Selçuklu Devleti’nin  eyalet merkezi olan Sivas’ta Gök Medrese’nin yedi yıl önce başlatılan  tâdilâtı ve onarımı hâlâ bitirilemedi. Orta Asya mimarisinin, Anadoludaki tek örneği kabul edilen Ulu Cami’nin de onarımının başlatılamaması ne acıdır. (İbrahim Doğan (İstanbul), Zaman (Avrupa) 23. 7. 2003)