3 Nisan - 9 Mayıs 2004 tarihleri arasında yine İngiltere’nin Cambridge şehrindeyim. Yine gözlemler yaptım.  Yeni tespitlerde bulundum. Bunlardan biri de şudur:

     İngilizler, geçmişlerini çok iyi değerlendiriyor. Tarihî kalıntılarını pazarlamasını pek güzel biliyor. Öyle istek uyandırıcı el ilânları hazırlıyorlar.

     Öyle renkli broşürler basıyorlar. Öyle göz alıcı resimlerle donatıp dikkat çekiyorlar ki; insanın hemen yola çıkası, hemen gidip göresi, hemen merakını gidermesi geliyor içinden.

     Gerçi gördüğünde o kadar da câzip ve çekici olmadığını anlıyorsa da, ne çare artık iş işten geçmiş oluyor. Bununla beraber insan, “Söz sihir gibi tesir edip etkiler.” hadisinin hikmetini bir kere daha idrak edip algılamış oluyor.

     İngilizlerin turist çekiciliğindeki maharetleri de böylece gerçekleşmiş oluyor. İngiltere günümüzde, tarihini yaşatıyor. Gözler önüne  seriyor. Günün teknolojisini, şüphesiz en son haliyle kullanıyor. Fakat göstermiyor. Zahiren sanki yok gibi.

     Güya iki yüz, üç yüz sene önceki havayı teneffüs ediyor ve ettiriyor. Âdeta tarih tünelinde seyahat ediyorsunuz. Çünkü İngilizler eski görünüş hâllerini aynen muhafaza ediyorlar.

     Evlerin, sokakların şehrin eski hâlini umumiyetle bozmuyor, değiştirmiyor. Teknik donanımı bu perdenin arkasında görünmez şekilde yerleştiriyor.

     İngiltere sokaklarında dolaşırken, kendinizi Orta Çağ’da bir şehir gezintisinde sanabilirsiniz. Eskiyi bizzat yaşıyor olduğunuzu rahatlıkla hissedebilirsiniz. İşte o derece İngilizler, tarihi bugüne taşımayı başarmışlar.

     Ülkelerini bir açık hava müzesi haline dönüştürmenin yolunu bulmuşlar. Böylece hem tarihsel bağlarını kuvvetlendirmiş, hem de İngiltere’yi büyük bir gelire kavuşturmuş oluyorlar.

     Başta Londra olmak üzere İngiltere’de şehir sokakları -genelde- aynen korunmuş. Genişletilmeye -ihtiyaç olsa bile- bu yola pek gidilmemiş. Bu yüzden İngiltere’de sık sık trafik sıkıntısı baş gösteriyor.

     Ama ne gam, yeter ki İngiltere’nin görünümü bozulmasın. İngiltere; tarihinden bir şey kaybetmesin.

     Bu yönleriyle aslında takdire değer, tebrike lâyık bir tutum sergiliyorlar. Gerçekten İngiltere’den özellikle bu hususlarda örnek alınacak çok şeyler var. 

     Çünkü Türkiyemiz hem tabiat zengini hem tarih. Bu kadar çok, bu kadar çeşitli, bu denli yüksek kültür ve sanat kalıntılarını barındıran bir başka ülke, zor bulunur dünyada.

     Buna rağmen yeteri kadar tanıtamıyoruz güzel ülkemizi. Ne hikmetse yeterince yararlanamıyoruz bu zenginliklerimizden.

     Biraz dikkat edince anlaşılıyor ki, İngiltere’de devletin ve belediyelerin elleri değmediği bir karış  toprak yok gibi. Her yere insan elinin dokunduğu apaçık ortada. Hiçbir şeyi oluruna bırakmamışlar.

     Her şey gerçekten kontrol altında. Rast geleliğe rast gelinmiyor, yani tesadüfe tesadüf edilmiyor burada. Evet burada kişilerin keyfe ma yeşa / her istedikklerini yapmak gibi bir lüksleri yok.

     Ne yapacakları, nasıl yapacakları; hep önceden tayin ve tespit edilmiş durumda. Meselâ evinin dış  görünüşüne gönlünce şekil veremez. Genel görünüme aykırı bir tasarrufta bulunamaz.

     Tabiatıyla bu uygulama, İngilizleri nev-i şahsına münhasır / başka benzeri olmayan bir millet hâline getirmiş.

     İngilizler bu özelliklerinin farkında ve bilincinde. Bu potansiyellerini turizm gelirine çevirmeyi çok iyi beceriyorlar. Nitekim her yerde turistlere yönelik mekânlar oluşturmuşlar. Onlara hitap edecek yerler ayırmışlar. Onların ilgisini çekecek imkânlar hazırlamışlar.

     Bu, çiçeklerle bezenmiş güzel bir bahçe de olabilir.

     Bu, bir kaç yüz yıllık geçmişi olan zengin bir İngilizin malikânesi de olabilir.

     Bu, bir köyün ileri geleni ve yaşadığı evi de olabilir.

     Tabii bu çekiciliğin baş aktörlüğünü müzeler yapıyor. Ki Londradaki British Museum, bunların başında geliyor.

     Çünkü bu müzede sergilenen; her yere ve her zamana ait sayısız tarihî eserlerin çoğunu; başta Türkiye olmak üzere Mısır ve Orta Doğu coğrafyasına ait eserler teşkil ediyor.

     Müzeye asıl zenginliği bunlar veriyor. British Museum’un eşsiz değerini bunlar oluşturuyor. Tabii bütün bu materyaller, Londra’yı her mevsimde turist akınlarına boğuyor.

     Böylece bu müze, İngiliz bütçesine büyük katkılar sağlıyor. Ne diyelim? Darısı Türkiye müzelerinin başına.

     (7 Haziran 2004)