Televizyon programlarına İngilizler hâkim. Gördüğüm ve farkına vardığım kadarıyla ekranlarda İngiliz ve ABD yapımı filimlerden başkasına rastlanmıyor. Bütün programlar İngiliz yapımı; İngiliz için İngiliz’e  göre hazırlanıyor. İngiliz tarihi, İngiliz edebiyatı, İngiliz örf ve an’anesi türünden şeyler. Yabancı yapımcılara yer verilmiyor.

     Ateistlik / dinsizlik revaçta ve makbul! Dindar olanlar nâdir olup, tuhaf karşılanıyor. Fakat bütün bu dine olan lâkaytlıklara, ilgisizliklere rağmen; Uluslararası mes’elelerde her biri koyu bir Hristiyan olup çıkıyor. O bakış açısı ile olaylara ve mes’elelere bakıyorlar. Ancak böyle anlarda tam bir Hristiyan kesiliyor. Hele Müslümanlık karşısında Haçlı zihnniyetiyle hareket ediyorlar sanki.

     Tabii bu hareket tarzları, bu bakış ve yorumları; aslında bu zihniyet arkasına sığınmak ihtiyacını duyan ekonomik çıkarlar edinmek, doğal kaynaklara sahiplenmek ve stratejik köşeleri tutmak istemelerinden ileri geliyor. Kısaca böyle örtülü siyaset gütmelerinden maksat, maddî menfaatlarını korumak ve gözetmek isteyişlerinden ötürüdür.

     Biz yine köyümüze sözü getirelim: Bu köy daima baharı yaşıyor. Çünkü güneşe pek fırsat vermeyen yağışlar, her tarafı çimenlerden yeşil halılarla bezemiş. Çiçekler de bu tabii ve doğal hâlin renk cümbüşü içinde birer deseni olmuş.

     Toz yok. Toprak bile görülmüyor dense yeridir. Çünkü çevrede boş, ekilmemiş tarla yok. Her karış toprak değerlendirilmiş. Zaten tarıma elverişli. Üstelik arazi göz alabildiğine dümdüz uzanıp gidiyor.

     Çok nâdir hafif tepemsi, kubbemsi âdeta büyük tümsekler hâriç; engebesiz ve hatta taşsız, düz, kahverengi verimli topraklar. Yağış alabildiğine bol. Sun’î ve yapay sulamaya hiç ihtiyaç duyulmuyor.

     Tamamen modern bir tarım görüntüsü var. Her şey teknik bir tarımı gösteriyor. İnsana yapacak pek bir şey bırakmıyor. Her şeye teknik ve bilgi hâkim. İnsanlara sadece onları kullanmak kalıyor.

     İnsan böyle yeşil bir ortamı, yemyeşil gür otlakları, bitmeden yenisi çıkan çimenleri görünce:  “Her tarafın sığırlarla dolup taşması gerekmez mi?” diye düşünmeden edemiyor. Şüphesiz hayvan yok değil, “Ama böyle bir yer; daha dazla hayvanla dolup taşmalı değil mi?” diye insanın sorası geliyor. Her taraf yaylım yeri. Her yer otlak. Her köşe sığır yetiştirmek için biçilmiş kaftan. Bütün bunlara rağmen hayvan sayısı yetersiz! Bu görüşümü dile getirdiğimde, hatırlattılar ki, aslında hayvan çoktu. Fakat sığırlara musallat olan Deli Dana ve Şarbon hastalıklarından ötürü, büyük bir sığır imhasına gidilmiş. Sığırların çoğunu telef etmişler. Bu yüzden hayvan sayısı eskiye oranla iyice azalmış.

     Evet sevgili okur! Her zaman ve her yerde hırs; hasarete, zarar ve ziyana sebep oluyor. Tabii ve doğal olanla yetinmemek insanın başına çok işler açıyor. İşte son zamanlarda İngiltere’de ortaya çıkan Deli Dana hastalığı; bir de bu yüzden ortaya çıkmıştır denebilir.

     Bu kadar yeterli bol otu olan ve sığırlara fazlasıyla yeten bir yerde; hayvanlar olmadık yemlerle beslenmeye zorlandı! Fıtrat ve yaratılışın dışına çıkıldı. Doğal mecralardan sapıldı. Âdeta kanserin; hücrelerin durdurulamayan şekilde çoğalması ve ölmemeleri yüzünden çıktığı gibi.

     Deli Dana hastalığı da, Prion denilen bir proteinin tabii hâlinin dışına çıkarak hayvanı hasta etmesi; hastalıklı hayvanın et ve kemik ürünlerinin, diğer hayvanlara yedirilerek; onlara da bulaşması sonucunda ortaya çıkmıştır.

     Ata ot, Arslana et vermek gerekirken; tam da bunun tersi olarak Ata et, Arslana ot vermek gibi bir yanlış harekete yeltenildi. Sığırları olmadık şekilde beslemeye kalkmak; Deli Dana hastalığı şeklinde infiale, geri tepmeye yol açtı. Yani doğal  beslenme terkedildi. Mevcut tabii hâl ile yetinilmedi.

     Böylece insanlar umduklarının aksiyle tokat yedi. Bu sebeple böylesine uçsuz bucaksız otlaklar, yeteri kadar sığırdan mahrum kaldı. İnsanlar, Dimyat’a pirince giderken evdeki bulgurdan olmak misali; İngilizler de daha fazla verim alayım derken, normal üretimden de mahrum ve yoksun kaldılar. (09. 07. 2003, Bar Hill - Cambridge)