Bilirsiniz klâsik / eski evler avluya açılır. Avlu dış duvarlarla çepeçevre evi kuşatırdı. Ne içeridekiler dışarıdakileri, ne de dışarıdakiler içeridekileri görebilirdi. Kısmen bu şekilde olan köy evleri sanki tarihdeki İslâm evlerinden esinlenmiş olarak yapılmışlar. Hem neden olmasın? Sicilya, Endülüs, Haçlı Seferleri ve Osmanlı Devleti vesilesiyle İslâm yaşayışı ile temasa geçen Avrupalılar; o zamanki ileri İslâm medeniyetinden belli ki çokça esinlenmişler. Evlerini âdeta muhafaza ve korumaya almışlar.

     On beşinci asırda Avrupa’da senede bir kere yıkanmaya lüzûm gören insanların Müslümanlardan etkilenmemeleri; onları taklit etmemeleri hiç mümkün mü? Üstelik on beşinci asırda, senede bir yıkandıkları için evlenmeyi bile Mayıs-Haziran aylarına denk getiren Avrupalıların Müslümanları taklit etmeleri olmayacak şey mi? Nitekim Almanların meşhur şâiri Goethe bile hatıralarında altı ayda bir yıkandığını yazmaktadır.

     Neyse biz yine asıl konuya dönelim. Tabii, köyler tenha, boş görüntüsü veriyor dedikse, büsbütün bu böyledir zannedilmesin. Köy meydanında alış veriş merkezi olması. Herkesin ihtiyacını oradan temin edip sağlaması. Elbette dış görüntüye aldanmamamız gerektiğini hemen hatırlatıyor. Yine köy merkezindeki sosyal tesisler, okul, kilise, spor klübü, sağlık merkezi; hareket ve canlılığın kol gezdiği tek mekân denebilir.

     Alış veriş merkezinde bir şey dikkatimi çekti. Aynı husus; köy meydanında senede bir gün yapılan festivalde de kendini gösterdi. Çünkü tüm halk ekseriyetle oradaydı. Baktım İngiliz 

kadınları umumiyetle ve çoğunlukla çocuklu. Ya kucaklarında veya çocuk arabalarında yahut karınlarında taşıyorlar. Aynı anda her üç duruma sahip kadınlar da yok değil.

     Sanki nüfûslarının kesileceğinin endişesini duymuşlar. Bunun bilinç ve idraki içinde olmuşlar ki çocuklu, hem de çok çocuklu İngiliz aileleriyle, normalin üstünde sık sık karşılaştım. Bu müşahede ve gözlemim Cambridge yani şehir için de geçerlidir. Evet aynı durum, şehirli İngiliz aileleri için de vâriddir. Çok yaşlıların çokluğu yanında, çocuk nüfusunun göze batar şekilde yoğunluğu -doğrusu- beni şaşırttı. Oysa biz Türkiye’de hep Avrupa’da nüfusun azalmaya yüz tuttuğu şeklinde duyumlar sahibiyiz.

     Bakalım çocuksuzluk tehlikesini, geç de olsa kavramış olan Avrupa’yı bu toparlanış kurtarabilecek mi? Ne dersiniz aziz okurlar? Biraz geç kalmadılar mı? Üstelik Avrupa’da -tabii burada da- evlilikten kaçınmalar yürürlükteyken. Çocuklar aile çatısı altında kendilerini bulamazken. İster istemez çocuk sahibi olanlar bile evlilikten kaçarken. Televizyonlar; babaları meçhul çocukları konu edinirken. Bu konularda aile tartışmaları televizyonlara aksederken. Bu çeşit programlarda ebeveynin hırçınlıkları ekranlarda boy gösterirken. Avrupa bakalım kendini nasıl  toparlayacak? Bunu zaman gösterecek.

     Görüş ve düşüncelerinde Hakk ölçüsü değil de Halk ölçüsü geçerli olduğu için, TV programlarına taşınan problemler karşısında tarafların aşırı sinirlenmeleri, kavga ortamını doğurmaları ve bu yüzden buna izin vermeyen hazır müdahale edici görevlilerin tetikte beklemeleri çok düşündürücü bir iç yapıyı gözler önüne sererken; Âlemi İslâmın önünde aralanan saadet kapısını da görür gibi oluyorum.

     İşte böyle bir ortamda çocukların artan varlığı beni düşündürdü. Türkiyemizin ve Âlemi İslâmın önünün nasıl açılmakta olduğunun somut örneklerini bize gösterdi. Nüfus hususunda bu gecikmişlik hâlinden ve bu geç kalmışlıktan dolayı İngilizler ve topluca Avrupalılar açıklarını kapatabilecekler mi? Sanmıyorum! Belki de bu zaafları Âlemi İslâmın ve başta Türkiye’nin kuvveti şeklinde tecellî edip, kendini gösterecek! Beklenen huzur, böylece yine Müslümanlar eliyle gerçekleşecek.

     Burada komşuluk yok gibi bir şey!

     Karşılaştıkça bir kuru selâm,

     Münasebetler sadece birkaç kelâm.

     Hayat birbirlerine rağmen ediyor devam.

     İnsanlar burada gittikçe yalnızlaşıyor vesselâm.

     Tek tip evler eskiyi aratmıyor el’an,

     Onlar değişmiyor etse de dünya deverân.