İNGİLTERE’DEN ESİNTİLER
Muhsin BOZKURT
TÜRK MARKET Cambridge’de bir Türk Marketi… Her şey Türkiye’den tırlarla önce Londra’daki bir merkeze getiriliyor. Sonra İngiltere’deki tüm şehirlere dağıtılıyor.
Market sahibi Kayserili bir Türk… Yirmi sene kadar evvel Türkiye’den gelmiş, Londra’yı mekân tutmuş. Tabii kenar bir semtini… Buralar çok kozmopolit / çok karışık, dünyanın her yöresinden insanlarla hercümerç halinde… Özellikle çocukların yetişmesi bakımından hiç de elverişli bir ortam değil…
Çocuklarını doğru dürüst yetiştiremeyecekleri endişesini taşıyan Türk aile, Cambridge’e göç edip buraya yerleşmişler. Burada bir market açmışlar. Hem Türk hem İngiliz mallarını satarak hem oradaki Türk ve Müslümanlara hem de İngiliz müşterilerine hizmet veriyorlar. Karı – koca birlikte marketi işletiyorlar.
Türk aile Cambridge şehrini seçmekte yerden göğe kadar haklı. Çünkü Cambridge şehri, gerçekten nezih ve temiz bir şehir. Her şeyden evvel bir üniversite şehri. Bir kültür şehri. Dünyanın her tarafından buraya her yıl binlerce öğrenci geliyor. Dolayısıyla bu şehrin yerlileri yabancıları yabancılamıyor. Onları soğuk karşılamıyor. Onlara soğuk davranmıyor. Kısaca yabancılara alışkın. Kaldı ki, bu durumun Cambridge şehrine nasıl bir ekonomik imkânlar sağladığının farkındalar. Zira yabancılar şehrin can damarını teşkil ediyor. Her mevsimde cıvıl cıvıl bir şehir olmasını sağlıyor yani şehre hayat veriyor. Evet, Cambridge, kolejleriyle ünlü. Asır – dide / asırların ötesinde gelen üniversiteleriyle meşhur; yetiştirdiği ilim adamlarıyla dünya ilim adamları arasında saygın bir yeri var.
İşte bu vasıflarından ötürü Türk aile de gelip buraya yerleşmiş. Ve kendi imkânlarıyla geçinmeye başlamışlar. Böylece çocuklarının daha temiz bir şehirde yetişmesini temin etmişler. Onların, serseriler arasında kalmasını önlemişler. Kötü bir ortamda kalarak kötü olmalarına böylece engel olmuşlar.
Ah bu anne babalar, hep aynı… Hep çocuklarını düşünüyor, hep onlar için yaşıyor, hep onlar için katlanıyor, tahammül ediyor; velhasıl onlar için yapmıyacakları fedakârlık kalmıyor dünyada! Karşılıksız bir sevgi! Almadan veren bir meziyet! Aslında onlarda tezahür ve tecelli eden bu sevgi; Allahın namütenahi / sonsuz muhabbet denizinden ana babaya yansıyan ilahi bir damladan başka bir şey değil!..
İşte bu markette bu düşünceler yıldırım hızıyla geçti bir anda zihnimden… Markette kadın vardı. Müşterilerle o meşgul oluyordu. Gayet güzel de İngilizce konuşuyor, kocasının yokluğunu hissettirmiyordu. Eşi mal almak için Londra’ya gitmişti…
Markette Türk mallarının ziyadesiyle mebzul ve bol olması bizi çok gururlandırdı. Hele İngiliz müşterilerinin girip çıkması, Türk mallarıyla karşılaşması ve tanışması; Türk mallarının kendilerini yadellerde yabancılara kabul ettirmeleri, ruhumuzu okşadı. Tarifsiz his ve duygulara garketti bizi… Türkiyemizin dünyada geldiği noktayı düşündürttü bizlere… Milletimizle, vatanımızla gurur duyurttu bizlere… Varolasın Türkiye dedirtti bizlere… Cambridge’de göğsüm kabardı… Markette bu Türk ailesiyle karşılaşmamız, konuşmamız, inanın gurbette olduğumuzu unutturdu bizlere bir an bile olsa…
Fakat bu Türk ailenin durumu göründüğü kadar pek de parlak değildi! Marketin ağır bir kirası vardı! Zaten ev de kira!... Evet, market oldukça iyi işliyordu, ama kazancın çoğunu kira alıp götürüyordu! Güç bela geçinebiliyorlar, elde avuçta geriye pek bir şey kalmıyordu! Yani tasarruf masarruf yapamıyorlar, gelecek için bir şey ayıramıyorlardı!
Hiç elin oğlu, parasının dışarı çıkmasına fırsat verir mi? Nitekim vermiyor işte!... Eğer Avrupa’daki çalışanlarımız birkaç kuruş biriktirebiliyorlarsa; dişinden tırnağından arttırarak yapıyor bunu!... Dışarıda yemiyor içmiyor, gezip tozmuyor; ancak kendi yağıyla kavrulduğu için, birkaç kuruş atabiliyor bir kenara!... Yoksa çoğunun kazancı ancak geçinebilecek kadar!
Fakat bizim insanımız çalışkan; ne iş olursa yapıyor! Bizim işçimiz kanaatkâr; tek iş olsun da diyor; aldığı ile yetiniyor! Türk insanı fedakâr; her şeye katlanmasını biliyor! Bizim milletimiz ağır başlı, kendini koyvermiyor; kendisini gurbet ellerde kaybetmiyor! Kim olduğunu asla unutmuyor!
Kalbinde vatan sevgisini yaşatıyor, gönlünde bayrağını dalgalandırıyor. İçinde iman ve inancını koruyor. Geldiği yeri asla unutmuyor. Yani bulunduğu yerde oralı olmuyor; bütün benliğiyle kendisini anavatanına merbut ve bağlı hissediyor.
Zaten bütün şimşekleri üstüne çekmesinin altında bu yüksek, asil duygularını yaşatmış olması yatıyor! Yabancı düşmanlığı biraz da bundan kaynaklanıyor!
Avrupa ne ümitlerle çağırmıştı Türk işçilerini ülkelerine… Onlara göre oralarda bizler kendimizden geçecek; oralılaşacak, kendimizi onlardan sayacak, etimizle kemiğimizle onlara can olacak, kan olacak, nüfuslarına katkıda bulunacak; onlarla bütünleşecektik! Ama umdukları olmadı!
Güvendikleri dağlara kar yağdı. Oralara gidenler; geçici bir sersemlikten sonra daha da kendilerine geldiler. Anavatanlarına kalben daha ziyade bağlı olduklarının inancı içinde yaşadılar. Ve bunun belirtilerini belli ederek Avrupa’da kalmaya devam ettiler. Kısaca demek lazımsa, dönüş gemilerini yakmadılar ve asla yakmayacaklarını da gösterdiler.
İşte insanımız yurt dışında; oralarda, daimi kalmak için değil; iyi imkân ve şartlarla tekrar yurda dönmek için gittiklerinin şuur ve bilinci içinde bulunuyor. Bu da Batı’nın işçimize ve insanımıza menfi bakışında büyük rol oynuyor!
Evet, Avrupa insanımıza ancak geçinecek kadar para veriyor! Klasik tabirle Kut – u Layemut!...
Gerçi İngiliz sterlini / poundu / parası olarak verilen aylıklar; Türkiye’de iyi bir kıymet ifade ediyor! Ama burada yani İngiltere’de ancak geçindirmeye yetiyor!
Yorumlar