ngilizler  tarih boyunca  Türkler  ve İslamiyet üzerinden  bir çok hain  plan uygulamışlardır.
Tarihte İngiliz oyunları saymakla bitmez. Elbette İngilizlerin sadece İslamiyet ve Türkler üzerinden değil Dünya genelinde sömürgecilik  imparatorluğunu  uygulaması ve kendi  krallığının hakimiyeti  için insanları  köle yerine  koyması  tartışmasız  ve  hakikat olan bir vakadır.


Kur’an-ı Kerimde, Maide suresinin 82.âyetinde, (İslamiyetin en büyük düşmanı, yahudiler ve müşriklerdir) der. İslamiyeti içerden yıkmak için, ilk fitneyi çıkaran kripto Yahudi olan, Yemenli Abdüllah bin Sebe’dir.  Müslüman lara (Ehl-i sünnet)e karşı, (Şî’î) fırkasını kurmuştur. Her asırda,
şii  âlimi olarak ortaya çıkan kripto yahudiler, bu Şii fırkasını  kuvvetlendirdiler. 

Yahudilerin  islamiyete yapdıkları zararlar, (Hiyânet- ül-yehûd) kitâbında uzun uzun yazılıdır. 

İsa  AS.  semaya çıkarıldıktan sonra, tahrif olmuş inciller  yazılınca, hıristiyanların çoğu yoldan çıkmış oldu. Müşrik yani yani yoldan çıkmayanlar ise  Hz. Muhammed (SAV.) inanmadıkları için kafir oldu. Bunlara ve yahudilere (Ehl-i kitâb) denildi. İslamiyet zuhur  edince, papazların  orta çağdaki hakimiyetleri  ve söz geçirme etkileri yıkıldı.Bunun üzerine Orta çağda başlayan kıyım ve kaos planlarının  arasında  İslamiyeti yok etmek içinde, misyonerlik cemiyetlerini  kurdular. Bu girişim ve kaos planları ve kıyımcılık üzerine en çok giden ve de misyonerlik faaliyetlerinde  en ileri giden, ingilizler  olmuştur. Londra’da  Müstemlekeler nezareti kurdular. Akla, hayâle gelmeyen Yahudi hileleri ile ve askeri  ve siyasi  kuvvetleri de katarak   islamiyete saldırdılar.  Müstemlekeler nezâreti)nin idare ettiği  ve her ülkeye  gönderilen binlerce casus ve ajandan  biri olan Hempher,
 1713 yılında , Basra’da görevi üzerine  14 yaşındaki Necdli Muhammedi, hedef alarak  senelerce aldatarak, (Vahhabi ) fırkasını kurdular. Ve İngiltere’deki (Müstemlekeler nezâreti)nin emri ile, 1737 yılında  resmen  ilan ettiler.  Hempher, yine İngiliz Müstemlekeler nezaretinin emri ile,Ortadoğuda büyük görevler aldı.  Mısır, Irak, İran, Hicâz ve hilâfetin  merkezi olan İstanbul’da casusluk  ve ajanlık faaliyetlerinde bulunmak, Müslümanları  aldatmak ve hıristiyanlığa hizmet için görevlendirilmiş  bir İngiliz ajanı  ve misyoneridir.  Gelin şimdi bakalım Hempher  ne diyor? 

“Büyük Britanyamız çok geniştir. Güneş, denizleri üzerinde doğduğu gibi, yine bu denizlerin üzerinde batar. Devletimiz, Hindistân, Çin ve Ortadoğu’daki sömürgelerinde nispeten zayıftır. Bu memleketler, tam maması  ile idaremiz altında değildir. Fakat, buralarda çok faal ve başarılı bir politika tatbik ediyoruz. Hepsi elimize geçmek üzeredir. Burada iki şey mühimdir:


1- Elimize geçmiş yerleri elimizde tutmaya çalışmak,


2- Elimize geçmemiş yerleri ele geçirmeye çalışmak.


 Müstemlekeler [sömürgeler] nazırlığı , bu iki görevi  ifa  etmek üzere, bu devletlerin her biri için, birer komisyon teşkil etmiştir. Müstemlekeler nazırlığında   göreve başlayınca,  bana çok kıymet verildi ve itimat edildi  ve Doğu Hindistan şirketinde bir vazife verildi. Bu, görünürde bir ticaret şirketi idi. Fakat asıl görevi, Hindistan’ın büyük ve geniş topraklarına hakim olmanın yollarını araştırmaktı. Zengin yer altı kaynaklarını  tespit etmek yolları belirlemek zayıf noktaları tespit etmekti.  İngiltere’nin, Hindistan için hiç endişesi yoktu.  Çünkü Hindistan, değişik milletlere, ayrı dillere ve zıt çıkarlara sahip bir ülkeydi. Çin’den de pek korkumuz yoktu. Çünkü, Çine hâkim olan Budizm ve Konfüçyüs dinlerinin canlanmasından korkulmuyordu. Nedeni  ise  bunlar, hayatla hiç alakalanmayan, ve entegre edilemeyen   iki ölü din idi. Dolayısıyla , bu iki ülke halkında vatan sevgisinin olması, çok uzak bir şeydi. Bu iki ülke, biz İngiltere hükümetini rahatsız etmiyordu. Fakat, ilerde olabilecek hadiseleri de gözümüzden kaçırmıyor değildik. Çünkü , bu ülkelerde tefrika, cehalet ve fakirlik, hatta sari hastalıkları yaymak için, uzun vadeli planlar yapıyorduk. Bu iki ülke halkının adetlerini taklit ederek, niyetlerimizi rahatça gizleyebiliyorduk.  İslâm memleketleri son derece rahatımızı bozuyordu.

  Hepsi de, lehimize olmak üzere, Hasta Adamla yani (Osmanlı devleti)  bir kaç anlaşma yapmıştık. Müstemlekeler nâzırlığının tecrübeli adamları, bu hastanın bir asırdan  az bir zaman zarfında can vereceğini söylüyorlardı. Ayrıca, İran hükümeti ile de, gizlice bir kaç anlaşma yapmış ve bu iki ülkeye, mason yaptığımız, devlet adamlarını yerleştirmiştik. Rüşvet, kötü idare ve din bilgisi noksan idarecilerin, güzel kadınlarla meşgul olup, görevlerini unutması, bu iki ülkenin belini kırdı.
Fakat, bütün bunlara rağmen, şu sayacağım sebeplerden dolayı, yaptıklarımızın beklediğimiz neticeyi vermemesinden endişe ediyorduk:
 1- Müslümanlar, İslama son derece bağlıdırlar. Her bir müslüman, papaz ve rahiplerin hıristiyanlığa bağlılıkları kadar, hatta  daha fazla, İslama bağlıdır. Bilindiği gibi, papaz ve rahiplerin canı çıkar da, hıristiyanlıkları çıkmaz. Müslümanların en tehlikelileri de, İran’daki şiilerdir. Çünkü onlar, şii olmayanları kafir ve necs  yani pis ve murdar bilirler. Hıristiyanlar, şiilerin nazarında, kokmuş pislik gibidir. 

2- İslamiyet, bir zamanlar, idare ve hüküm dini idi. Müslümanlar da, azizdi. Bu efendi insanlara, şimdi siz kölesiniz demek zordur. İslâm tarihini kötüleyip, müslümanlara, bir zamanlar elde ettiğiniz izzet ve itibar, bazı şartlar icabıydı. O günler gitti, bir daha geri dönmez, dememiz de mümkün değildir. 

3- Osmanlı ve İranlıların, yaptıklarımızın farkına vararak, plânlarımızı bozup tesirsiz hale getirmelerinden çok endişe ediyorduk. Gerçi, bu iki devlet büyük ölçüde zayıflamıştır. Fakat, mal, silâh ve hüküm sâhibi, merkezî bir hükûmetin oluşu, bizim emin olmamıza mani oluyordu. 

4- İslâm âlimlerinden son derece rahatsızdık. Çünkü, İstanbul ve El-ezher âlimleri, Irak alimleri, Şam alimleri, emellerimizin önünde aşılmaz engellerdi. Zira onlar, dünyanın geçici zevk ve zinetlerine karşı, Kur’an-ı Kerimin vaad ettiği Cennete girmeye hazırlanan ve kendi prensiplerinden kıl kadar taviz vermeyen kişilerdi. Halk onlara tabi oluyor, Sultan bile onlardan korkuyordu.
Sünnîler, şiiler kadar alimlere bağlı değildi. Zira, şiiler kitap okumuyor, sadece alimleri tanıyor, Sultana gereken ihtimamı göstermiyorlardı. Sünniler ise, çok kitap okuyor, alimleri ve Sultanı tutuyorlardı. 

Bu hâl karşısında, bir çok toplantılar yaptık. Fakat, maalesef, her seferinde önümüzde yolun kapalı olduğunu gördük. Casuslarımızdan gelen raporlar, hep hayal kırıcı, konferansların sonuçları da sıfır idi. Lakin, yine de ümitsizliğe kapılmıyorduk. Çünkü, biz, derin nefes almayı ve sabır etmeyi adet edinmişizdir. Bir toplantımıza, Nazırın kendisi, en büyük papazlar ve bir kaç da mütehassıs [uzman] ile katılmıştı. 20 kişiydik. Üç saatten fazla süren bu toplantıda, hiçbir neticeye varamamıştık. Fakat, bir papaz şöyle demişti : (Rahatsız olmayın! Çünkü, hıristiyanlık, ancak 300 yıl zulüm çektikten sonra yayıldı. Umulur ki Mesih, gayb aleminden  bize nazar edip, 300 yıl sonra da olsa, kafirleri  yani [Müslümanları kastediyor] merkezlerinden çıkarmayı bize  nasip eder. Biz kuvvetli bir iman ve uzun bir sabırla silahlanmalıyız! Hükmü elimize geçirebilmek için, bütün vâsıtaları elde edip, bütün yolları denemeliyiz. Hıristiyanlığı, Muhammedilerin arasında yaymağa çalışmalıyız. Asırlar sonra da, neticeye varabilirsek, çok iyidir. Zira, babalar çocukları için çalışırlar.) …  Hemper  Kripto Yahudi bir İngiliz Ajanıydı.  Hemper’in  İtirafları ve anlattıkları  aslında  her şeyi  gün yüzüne  net çıkarıyor. Hemper Osmanlı İmparatorluğu  zamanında İngiltere tarafından görevlendirilmiş Hilafetin merkezi  olan İstanbul’da  bir çok çalışmalar  yapmıştır. Halkı İslam ile alakalı  yanlış ve dezanforme  bilgiler ile islam dini  üzerinde sapkınlıklara  yol açan  girişimlere  imza atmıştır. Amacı Türkleri  ve İslamiyeti içeriden yıkmak  için görevlendirilen  Hemper  Yahudilerin  1000 yıllık planları neticesinde  bir çok  planları uygulamışlardır…  

  Batı ve Avrupa’nın Tapınakçı  siyon ve piyonları  yani Küresel çete  yani  islam düşmanları yeri geldiğinde, kaba kuvvet ile, yeri geldiğinde çesitli oyunlarla elde ettikleri islam devletlerini, islam

milletlerini yüzyıllarca  sömürdüler. Bu ülkelerin, yer üstü, yer altı ne kadar servetleri  varsa bunları alıp götürdüler.Ellerine kendi tahrif edilmiş İncillerini oyun ve  baskı ile verdiler. Bunu da manevi yönden  hem dinlerini, hem de dillerini, örf ve adetlerini kaybettirerek yaptılar.


Bu islam düşmanı sömürgeci devletlerin başını İngiltere çekiyordu. İngiliz sömürgelerinin en önemlisi, Hindistandı. İngilizlere dünya hâkimiyetini temin eden Hindistandır, onun, nihayetsiz tabii servetlerin, Hindistan büyük ölçüde karşılamıştır. Sadece birinci dünya savaşında, ingiltere bu ülkeden, bir buçuk milyon asker ve bir milyar rupye nakit para almıştır.

Bunların çoğunu da  Osmanlı Devletini parçalamak için kullanmıştır. Barış zamanında ise, İngiltere’nin muazzam sanayisini yaşatan, ingiliz ekonomisini ve maliyesini takviye eden Hindistandır.

Hindistan’ın diğer sömürgelerine nazaran çok önemli olmasının iki sebebi vardı. Birincisi, dünyayı sömürmelerine en büyük mani olarak gördükleri  İslamiyetin Hindistan’da yayılması ve burada

müslümanların hakim olmasıdır. İkincisi, Hindistan’ın tabii  zengin yer altı kaynaklarıydı.

Hindistan’ı elde tutabilmek için, Hindistan yolu üzerinde bulunan bütün İslâm ülkelerine saldırmış, fitne ve fesat tohumları  ekmiş , kardeşi kardeşe kırdırmış ve bu ülkelere hakim olarak, bütün

tabii zenginliklerini ve milli servetlerini hep kendi ülkesine taşımıştır.


Osmanlı imparatorluğundaki hareketleri titizlikle takip etmek ve çeşitli siyasi oyunlarla Osmanlıları Ruslarla harbe sokarak, Hindistana yardım elini uzatamayacak hale getirip, parçalamak ve

yok edip, işgal etmek, ingiliz siyasetinin esas planı idi. İngilizler, Osmanlı-Rus harbi sırasında, Hindistan’ı, İngiltere  krallığına bağlı bir devlet  ilan ettiler. Meşhur masonlardan Mithat Paşanın Osmanlı devletini harbe sokması, islamiyete yaptığı zararların en büyüğü oldu. Sultan Abdülaziz Hanın şehit edilmesi de, İngilizlerin oyunu idi. İngilizler, kendi yetiştirdikleri adamları Osmanlı devletinde  önemli makamlara getirmişlerdi. Bu devlet adamları, ismi Osmanlı, fikri ve zikri İngiliz idiler. Bunların en meşhurlarından Mustafa  Reşid  Paşa son sadrazamlığında, altı günlük sadrazam iken, 28.10.1857’de İngilizlerin Hindistan müslümanlarına yaptığı büyük Delhi katliamını tebrik etmiştir. Daha önce de, Hindistan’daki İngiliz zulmüne karşı ayaklanan müslümanları bastırmak için, İngiltere’den  gelen yardımın Mısır’dan geçirilmesi için Osmanlılardan izin istediler. Bu izin de, yine masonlar vasıtası ile verilmiştir.  İngilizler  Hindistan’da  halkı dinden uzaklaştırmak için İslam dininin temeli ve en bariz vasfı olan bütün medrese ve çocuk mekteplerini kapattılar. Halka liderlik yapabilecek bütün âlimleri ve din adamlarını öldürdüler. Temelde İngilizlerin , hakim oldukları bütün İslam memleketlerinde yaptıkları gibi, İslam alimlerini, İslam kitaplarını, fıkıh bilgisi içeren kitapları ansiklopedileri ve belgeleri  İslam mekteplerini  yok ettiler. Tam din cahili bir gençlik yetiştirdiler.


    Sömürdükleri yerleri idare edenlerin adlarını, Ahmet, Mehmet, Mustafa, Ali gibi isimleri koydular i Fakat İslamiyet ile ilgileri sadece bu isim benzerliğinden ileri gitmiyordu. Dahası vardı. Bunların göstermelik  parlementoları olmuş, fakat hiçbir zaman bağımsız olmamışlardır, hep ingilizlerin emri ile hareket etmişlerdir. 

Kaynak: İngiliz Casusunun İtirafları/ M.Gümüş