Kraliçe Büyük Elizabeth devrinde başlayan, Kraliçe Viktorya devrinde şahikasına erişen İngiliz İmparatorluk emperyalizmi. "İkinci Cihan Harbi" nihayetinde son bulmuş ve topraklarında güneş batmayan İmparatorluk unvanını ister istemez yitirmiştir.
Gerçi, buraya kadarı cümlemizce malûmdur. Ancak, en azından gözlerden kaçmaması icap eden bir husus var ki, bir çok Devletin gözlerinden kaçmış veya görmezden gelmeyi daha uygun bulmuş diyebiliriz!... Zira, 1945'lerde son söz her daim ABD. ile Sovyet Rusya'nındı.
Gerçi o yıllarda İngiliz Başbakanı, Sir Winston Churchill (1874-1965) Batı dünyasında pek makbul bir devlet adamı olarak itibar görmekteydi. Lâkin, bu sadece göstermelik bir durumdu ki, bunu Churchill gayet iyi bilmekteydi ve İngiltere, Fransa gibi Avrupa'nın belli başlı iki ülkesi, 1945'lerin Avrupa'sında adeta birer kahraman Uluslardı ve Avrupa insanı onlarla övünmekteydi ve bu durum, 1960'lara kadar sürdü ki, Avrupa insanı gerçekleri görünce bir yerde kimliğini yitirir gibi oldu?!... Pek acı bir gerçekle karşılaşmıştı ve bu gerçek, Avrupa   kıtasının  tamamen   iki   emperyalist  devletin   boyunduruğuna  girmiş olduğunu göstermekteydi. Yanî, Artık bağımsız ve hür bir Avrupa yoktu...
Gelelim Türkiye'mize "İkinci Cihan Harbi"ne girmedik ama, girmiş gibi bir çok açıdan sıkıntı gördük. Gazi Hazretlerini (1938) yılında yitirmiş ve nöbeti devralan İsmet Paşa'ya, "Milli Şef sıfatını yakıştırarak, acımızı bir nebze olsun dindirmeye çalışmaktaydık.
"11 Kasım 1938" İsmet Paşa (İnönü) TBMM'nin olağanüstü toplanarak kahir  ekseriyetle   Cumhurbaşkanı   seçilmesiyle   birlikte  Türkiye'de  yeni   bir devrin kapıları açılmış oluyordu.Aynı gün, yeni Cumhurbaşkanı, Meclis kürsüsünde yaptığı hitabede şu tarihi sözleri söylemiştir: (Devlet ve Milletimizin insanlık ve medeniyetin asil hedeflerine doğru yılmadan ilerleyip yükseleceğine kesin inancım vardır. Büyük ve kahraman bir milletin hizmetinde bulunuyoruz......)
Aynı gün Türk Milletine yayınladığı bir bildiride, Büyük ve Aziz Şefine hitap ederek, O'nun için beslemekte olduğu içten duygularını şu sözlerle ifade etmiştir: (Devletimizin kurucusu ve milletimizin fedakâr, sadık hadimi; insanlık idealinin âşık ve mümtaz siması; eşsiz kahraman Atatürk; Vatan sana minnettardır! Bütün ömrünü hizmetine verdiğin Türk Milletiyle beraber senin huzurunda tazimle eğiliyoruz. Bütün hayatında bize ruhundaki ateşten canlılık verdin. Emin ol, aziz hatıran sönmez meşale olarak, ruhlarımızı   daima uyanık tutacaktır.)
25 Ocak 1939 tarihde toplanan CHP. Divanı, İsmet İnönü'nün getirdiği yenidüşünce    tarzına     uygun     bir    sistem     getirme    düşüncesiyle    seçimlerin yenilenmesine karar verdi.
26 Aralık 1938 de ise; İsmet İnönü'yü değişmez genel Başkan seçti veKurultay ayrıca: "Atatürk'ü Ebedi Şef, İsmet İnönü'yü de Millî Şef ilân etti.
1940'lardan itibaren bütün dünyada olduğu gibi, Türkiye'de de beklenmedik gelişmeler olmuştu ki içlerinde en enteresanı, trajik bir anı olarak kalmış bulunan meşhur "Varlık Vergisi Faciası" olmuştur ki, Cumhuriyet tarihimizin en hatalı ve en düşündürücü vak'aların başında gelenlerdendir. Zira, yeni Türk Devletini iktisadi sarsıntıya maruz bırakmış ve de hakiki Tüccarın, hakiki zenaatkârların yerini sözde Tüccar ve sözde zenaatkârlar almış, "naylon fatura devri" böylece Türkiye'ye arz-ı endam edebilmiştir ki, günümüzde dahi değişik versiyonları varlığını sürdürebilmektedir; (Ağustos 2013).
İngiltere'ye gelince, "İkinci Cihan Harbi"ne fiilen katılıp, maddi ve manevi hayli zarar görmüş olmasına rağmen; asırlara dayanan soğukkanlı siyaseti ve hemen her ülkede İngiliz sever unsurları sessizce beslemesi; İngiliz politikasının başlıca başarısı olmuştur. İngilizlerin mağrur ve ırki harsları üzerinde hassasiyet gösteren bir millet oldukları cümle âlemce bilinir ve bu bir sır değildir. Ancak İngiliz'in bu millî yapısı, diğer milletlerde daha ziyade hayranlık uyandırmış "dost-düşman" her millet onların bu yönü üzerinde durup tetkik etmeden kendini alamamıştır.
Birinci Cihan Harbi'nde bize karşı savaştığı hâlde, bilhassa "Çanakkale Savaşlarında" Avusturalya'nın meşhur "Anzak" birliklerinin romantik mizansenler meydana getirmesiyle, Türk insanında duygusal bağ sağlayabilmiş ve böylece İngiltere, İngiliz propagandasında müstemlekelerini dahi olumlu yönde kullanabilmiştir.
Pay-ı Taht Beldesi Şehr-i İstanbul'un işkâl edildiği o elemli günlerde dahi, İngiltere varlığını sempatik gösterebilme çabası sarf etmiş ve de muvaffak olabilmiştir. İngiltere Uluslararası meselelerde, her daim karşı tarafın inançlarına saygılı olmayı bilhassa dış politikasında şiar edinmiştir.
Hiç derinlere inmeye lüzum yoktur. "GUNGA-DİN - FEDAİLER ALAYI" adlı film Sinemalarımızda "30'lu 4O'lı yıllarda" gişe rekorları kırarken, bizim Sinemaseverlerimiz Hindistan'daki İngiliz askerlerini alkışlamaktaydı. Bunun başlıca sebebi: Bizim insanımızın Cihan milletlerini, milletler arası politika sanatını bilmemesi ve bu çok önemli unsurdan mahrum bırakılmış olmasıydı.
Halbuki dünyayı, dünya milletlerini iyi tanımayan milletler, elbette ki ister iç ve ister dış dünyada uygulayacağı politikasında, doğrudan yaya kalmaya mahkûmdur.
Mısır problemini ele alan bir orta-yaşlı yazarımız: İşte demokrasi, işte Avrupa! Başlığıyla Avrupalıya ver yansın etmekte ve bazı ata sözlerini de bu meyanda Almanlara yüklemeye kalkışmaktadır!...
Mevzubahis yazarımız şöyle buyuruyor: (İşte Avrupa budur. İşte demokrasi budur. Dünya'da her şey değişir ama Avrupalı değişmez, çıkarı nerede ise oradadır, demokrasi, diktatörlük fark etmez çıkarını hiçbir şey değiştiremez.
Irak'ta milyonlarca insanın kanını demokrasi, insan hakları diye akıtmadılar mı? Biz Avrupa'yı inkâr etmiyoruz. Alman caddelerine "En iyi Türk ölü Türk'tür" diye yazanları da unutmuyoruz.)
Hazret söyleyememiş ama böylece bir başka Kavimin ata sözü olan bu iğrenç deyimin Almanlarla hiçbir alâkası olmamasına rağmen, onlara yüklemeye kalkışmakla hiç de hayırlı bir iş yapmadığının farkına dahi varamamış!...
Avrupa Milletleri'nin emperyalist bir çizgide hareket etmesinden dert yanmakta olan bu Yazarımız: Avrupa medeniyetinin: 1945'te, Sovyet ve ABD Ordularının Avrupa kıtasını işkal etmesiyle birlikte yoklara karışmış olduğunu herhalde bilmemekte veya kendince politika yapmakta olup, sözde antik bir görüş sergilemektedir?...
Peki, Batılı Devletler böylesine gaddar hareket etmekte. Ya Arap Dünyası ne yapmakta?... Gelin onu da sayın Fatih Altaylı'nın "Teke-Tek sütunundan öğrenelim: "HABER-TÜRK" Tarih: 17 Ağustos 2013 Cumartesi.

<MISIR'DA OLANLARA EN ÇOK SEVİNEN ARAP ÜLKELERİDİR>

(Bana göre Türkiye'nin son dönemdeki en iyi Yazarlarından biri olan Ahmet Hakan, dün köşesinde bir soru sordu ve bir eleştiri yöneltti.
Mısır'daki darbe ve katliamlarla ilgili olarak sürekli Batı'yı suçlayan Başbakan'a, "Neden hep Batı'yı suçluyorsunuz? "Suudi Arabistan ve diğer Körfez   ülkeleri   de   Mısır'daki    darbeye   yönelik   en    küçük   bir   eleştiride bulunmadılar."
Soru haklı gibi görünmekle beraber aslında büyük ölçüde Orta-Doğu'da bugün olup bitenlerin, özellikle de Mısır'da olup bitenlerin arkasındaki "karmaşık" yapıyı bilmeyenlerin soracağı türden bir soru.
Ahmet Hakan'ın da gayet iyi bildiği gibi bugün Orta-Doğu'daki "monarşik diktatoryalar" tam anlamıyla Batı yanlısı. Suudi Kralları boşu boşuna, hiçbir Türk Lideri'nin gidemediği ABD Başkanları'nın yazlık evlerinde ağırlanmıyor.
Arap Baharı'yla birlikte Mısır ve Tunus'ta değişen yönetimler ve uç vermeye başlayan Demokrasi eğer Batı'nın istediği türden bir rejim kurabilseydi, bu monarşilerdeki panik artacaktı.    
.........Sonuç olarak ABD ve AB, Orta-Doğu'da Batı'dan bağımsız yeni güç odaklarının oluşmasının kendileri açısından tehlike yaratacağını gördüler.
Bugün Mısır'da olan bitenlere ve Tunus'ta yakında olup bitmesi muhtemel olanlara en fazla sevinen, hiç kuşkusuz ki Arap Monarşileridir.
Erdoğan'ın onları hedefe koymamasının ardında ise olsa, olsa "Cepheyi çok daha genişletmeyelim" arzusu vardır.)
Görülüyor ki, mesele çok yönlüdür ve öyle eskisi gibi "dini bağlar" açısından değerlendirmeye kalkmak. Sadece çağ dışı olmak değil. Aynı zamanda tam manada basiretsiz olmak demektir!...
Hiçbir zaman unutmamalıdır ki; Arap Dünyası eskiden olduğu gibi, günümüzde   de   İngiltere'nin   kıskacındadır.   Bu   durumu   görememek   için tamamen zır cahil olmak lazımdır!
O   İngiltere  ki,   Lozan'da  Halifeliği  bırakmamız  için  bizi  zorlayıp,  terk etmemize  mecbur kılmıştır.  Günümüzde  ise  emperyalist  dünyasının  politik açıdan     değer     taşıyan     lider     Ülkelerin     Avrupa     kanadının     sorumlusu sayılmaktadır diyebiliriz .  Osmanlı Devleti ile hasım durumuna gelişinin önceki sahîfelerde  kaydettiğimiz gibi,  "İngiltere'nin  Hindistan'a  uzanan  Uzak-Doğu plânında,    Osmanlı'nın    engel    teşkil    ettiğini    gören    İngiltere,    Osmanlı-İmparatorluğu'nun bir numaralı hasımı olmuş ve elinden geldiğince Osmanlı'yı dışlayabilme gayreti gütmekteydi...
Osmanlı'nın  Çarlık-Rusya'sı île olan anlaşmazlıklarının bir savaşa doğru sürüklendiğini görünce de bu fırsatı anında değerlendirebilmenin çarelerini araştırırken,  Osmanlı kendisi bîr teklifte bulunmuş ve İngiltere'nin yardımı karşılığı Kıbrıs'ı geçici olarak İngiltere'nin kontrolüne terk etmişti.   İngiltere ise sözünde durmamış, gerekli ortam sağladığında Kıbrıs'ı Yunanistan lehine terk etmişi. Nitekim, Filistin meselesinde de ilk fırsatta Musevilerin lehinde hareket ederek, İsrail'in kurulmasını sağlamıştı.
Baştan beri saydıklarım, İngiltere'nin bizimle olan münasebetlerinde hiçbir zaman samimi olmadığı tarih'en sabittir diyebiliriz. Ancak, Türkiye bu meselede; olsun Osmanlı ve olsun Cumhuriyet devrinde, aşırı mağrurluğu sebebiyle, İngiltere'yi gerçek çehresiyle görememiştir!...
O'nun nasıl bir Millet olduğunu görebilen ve bu esas üzerine onunla yakın münasebetlere girerek, nispeten incinmeden münasebetlerini sürdürebilen yegâne Türk, Gazi Hazretleri olmuş ve bu hususta aziz Milletini her daim uyarmaktan geri kalmamışlardır. Ve lâkin, ne acıdır ki, o eşsiz dehanın zamansız   vefatı.   Hemen   bir   çok   meselenin   çözümsüz   kalmasına   sebep olmuştur.
Merhum    Gazi    Hazretleri'nin    aziz   mîlletini    muhtelif   belâlardan    uzak tutabilmek uğruna hilafsız bir ömür harcamış ve fakat, vefatlarıyla birlikte çizdikleri strateji, bazı parmakların karışmasıyla, tamamen unutturulmuştur.
Merhum, İsmet Paşa'nın (İnönü) Cumhurbaşkanlığı döneminde kendilerini onurlandıracak sıfatlar verilerek, adeta arşa yükseltilmiş olmaları dahi, sadece milletimizin   zaman   içinde   kendi   büyüklerine   karşı   inancını   yitirebilmesi gayesiyle yapılmıştır....
Mesela:   Aziz Milletimize "Millî Şef, "İkinci Adam" gibi sıfatlarla yepyeni bir İnönü portresi çizilmiş ve böylece,  İstiklâl Harbimizin bu değerli Komutanı, Bütün millet tarafından sevilirken, milletimizin yarısının uzaklaşmaya başlamasına yol açmış. Hele Paralar üzerinden Atatürk portresi kaldırılarak, İnönü portresine yer verilmiş olması. Bilhassa Kemalistleri gocundurmuştu.Özel hayatında sadeliği benimsemiş bulunan İnönü. Böylesi politik oyunlara ram olacak bir Komutan, bir devlet büyüğü değildi. Ancak ülkemizin kritik bir dönem içinde bulunduğunu dikkate alarak, Devletin başında kalabilmek uğruna böylesi olaylar karşısında sessiz kalmayı tercih etmiştir.
Atatürk'ü gözden düşürerek zaman içinde muhtelif mizansenlerle unutturmaya çalışan hiç şüphesiz İngiliz'lerdi. Gazi Hazretleri'nin İngiliz taraftarı görünerek, Yeni Türk Devleti'ni kurduktan sonra, bağımsız bir Ülke olduğumuzu açıklayıp, hemen her ülke ile dostça geçinmeyi prensip edinince, İngilizler adeta küplere binmiş ve O eşsiz Türk'ü ebedi düşman olarak kabullenmiş ve fakat, bu hususta hiç mi hiç açık vermemişlerdi ki, İngiliz politikasının dış dünya'da böylesine bir taktik uygulaması, ona çok şey kazandırmıştır. Meselâ, İngiltere Kralı VIII. Edward'ın Türkiye'ye gelerek Atatürk'ü ziyareti, Eşsiz Önderimizin vefatından sonraki merasimlere İngilizlerin en üst düzeyde katılmaları vs. İngiliz politikasının ne derece yüksek olduğunun başlıca delilidir ki, aynı İngiltere Lozan'da hiç de dostça davranmamıştı! Kıbrıs ise cümlece malûmdur!...
1950'lerde Sir Winston Churchill'in İsmet İnönü'ye gönderdiği bir mektubunda şu tarihi kayıtları düşmüştür:
(Bana öyle geliyor ki, tarih General olarak kazandığınız zaferlerden başka, Türkiye Cumhuriyetini, İkinci Dünya Savaşının vahim tehlikeleri içinden nasıl sıyırıp geçirdiğinizi ve aynı zamanda Mustafa Kemal tarafından sert mücadelelerle kurulmuş olan liberal ve ileri hükümet sistemini nasıl muhafaza ettiğinizi hayranlıkla kaydedecektir.)
Evet, Muhterem okurlar! İngiliz dış politikasını iyi takip etmemiz lâzımdır. Aksi taktirde, sadece Avrupa'ya çatar dururuz kî, bu havanda su dövmekten ileri gitmez!...
Sevgili okurlarım İnşallah Yeni bir yazımda buluşabilmek dileğimle, cümlenize hayırlı yarınlar diliyorum efendim, saygılarımla.