İnanmak özgürlüktür

Abone Ol

Allah (cc), insanın fıtratına inanarak özgürlüğün en yüksek mertebesine çıkması için inanma ihtiyacını koymuştur. Bu gerçek, Kerim Kitabımızın “Ben insanları ancak bana kulluk etsinler diye yarattım” ve benzeri birçok ayetinde açık bir biçimde bildirilmiştir.
Yukarıda zikredilen noktadan hareket ederek, insan ile inanç arasındaki bağı araştıran ilim adamları insanın yaratılışının en yüksek maksadının Allah (cc)’a iman olduğu hususunda ittifak etmişlerdir. Kur’an, Resulullah ve kâinat kitabının bize tarif ettiği anlamda Allah’a iman, insan zihninde hiçbir karanlık nokta bırakmadığından, böyle birinin korku ve endişelere kapılması da imkân dışıdır. Büyük İslâm âlimleri bunu, “İman hem nurdur, hem kuvvettir. Hakikî imanı elde eden adam kâinata meydan okur” şeklinde formüle etmiştir.
İnsan için önemli olan özgürlük şu veya bu sistemin tanıdığı değil, gerçek anlamda kalpteki ve kafadaki duvarların yıkılarak iç âlemde yakaladığı ve başta da değindiğimiz imanla elde ettiği özgürlüktür. Çünkü insanın kalbinde ve kafasında karanlık noktalar var ve gerçeklerle kendi arasında duvarlar örülmüşse, başkalarının tanıyacağı özgürlüğün de bir anlamı olmayacağı kesindir.
Allah’a (cc) iman, zihinlerdeki bütün karanlık noktaları ışıklandırdığı gibi, kafaların içinde örülen bütün duvarları da ortadan kaldıran muharrik bir güçtür. Bu gücü ve kuvveti elde eden insana, sistemlerin hürriyet ve özgürlükler sunmasının bir anlam ifade etmediği de açıktır.
Zihinleri, kalpleri, düşünceleri ve beyinleri hür olmayan insanların gerçek hürriyeti tatmaları ve kurtuluşa ermeleri düşünülemeyeceği gibi, hür ve özgür bir imana sahip kimsenin de gerçek anlamda esaret altına alınamayacağı, tarih boyunca yüzlerce ve belki de binlerce hadise ile ispatlanmıştır. “İnananlar zindanlarda da olsa bahtiyardırlar, inanmayanlar saraylarda da olsa bedbahttırlar” sözü de bu meyanda sarf edilmiş vecizelerden biridir.
Gerçek özgürlük ya da inanç, insanın önce zihinleri esir eden sahte putlardan, aciz ilâhlardan kurtulması ile başlar. İnsanlığa hidayet rehberi olarak inen, kıyamete kadar hükmünü, tazeliğini muhafaza edecek olan ve Allah’ın (cc) sonsuz lütuf ve merhametinin tecellisi olan Kur’an bize bunun yollarını çizdiği gibi, gideceğimiz yolda kullanacağımız malzemeleri de göstermiştir. Ancak bunun yakalanabilmesi insanın biraz da, nasıl bir Allah’a (cc) iman ettiği ile doğru orantılıdır. Bu açıdan İslâm bize, başta da değindiğimiz gibi insanın yaratılışının en yüksek gayesinin Allah’a (cc) iman olduğunu gösterdiği gibi, insaniyetin en büyük mertebesinin, Allah’a (cc) iman içerisinde Marifetullah’ı, yani nasıl bir Allah’a (cc) iman edilmesi gerektiğinin bilinme noktası olduğunu da göstermiştir.
Tarih, inandığı ilâhın; Kur’an, Sünnet ve kâinat kitabının tarif ettiği Allah’a (cc) inanmayanların ne tür sapıklıklara girdiğini cömert bir şekilde ortaya sermiştir. Çağımızda da bu örnekler çoktur ve hatta ‘inandım’ diyenler içinde de önemsenmeyecek kadar bir sayıya sahiptirler.
Günlük hayatı içinde binlerce lüzumsuz bilgiyi kafasına sokan insanların, kendilerini yoktan yaratan ve sonsuz nimetlerle donatan Yaratıcılarını Kur’an, Sünnet ve kâinat kitabının tarif ettiği şekilde bilmedikleri acı, ama bir o kadar da gerçek bir durumdur. Bu gerçek sebebiyledir ki; bırakın yarım yamalak inanan insanları, tam olarak inandığını söyleyenler bile gerçek anlamda huzuru yakalayamamışlardır. Hâlbuki Allah’a (cc) iman eden ve nasıl birine iman ettiğini en ince ayrıntılarına kadar bilen insan, İslâm büyüklerinin de belirttiği gibi, kendisini saadete götürecek Muhabbetullah’ı (Allah sevgisini) tereddütsüz yakalar. Zaten insan ruhu için en halis sevinç de, o Muhabbetullah içindeki ruhanî lezzet değil midir?
Zikredilen hakikatler ışığında bir kez daha altını çizerek söylüyorum ki; insan hayatının en büyük gayesi, tek ilâh olarak Allah’ı (cc) Kur’an ve Sünnette tarif edildiği şekilde tanımak ve hiçbir şeyi O’na ortak koşmamaktır. Bunun için İslâm inancı, ilâhî “Bir”lemeyi şart koşuyor ve özgürlüğünün bu “Bir”likten geçtiğini açık bir biçimde ortaya koyuyor.
Evet, hiç tereddütsüz bir kez daha söylüyorum: “Dünyanın en özgür ve kuvvetli insanı, hakikî imanı elde eden adamdır.”