“Peygamber, Rabbi tarafından kendisine indirilene iman etti. Mü’minler de (iman ettiler). Her biri Allah’a, meleklerine, kitaplarına, Peygamberlerine iman ettiler. “Allah’ın Peygamber’lerinden hiçbiri arasında ayırım yapmayız. İşittik, itaat ettik. Ey Rabbi’miz! Afvına sığındık! Dönüş sanadır” dediler.” (Bakara 2/285) 

Klasik İlmihaller’de, Halkımız arasında, 32 farz, 54 farz gibi muhtelif rakamlarla sınıflandırılan, Zarûrât-ı Diniyye, mücmelen verilir, tafsilâtı ise fıkıh kitaplarındadır. Günümüz Müslümanlarının önündeki ma’lûmata (bilgiye) ulaşma engelleri bütünüyle kaldırıldığı için, daha fazla sorgular oldular. Lime lime’ler, niye, niçinler arttı. Tabi’î olarak, bir kısım şarlatanlar çıktı, önlerine akan bu bilgileri yozlaştırdı. Dünün Müslümanları, Allah’a, meleklerine, kitaplarına ve Peygamberlerine mücmelen ve kat’iyyetle iman eder, fakat, melekler neden yaratılmıştır, vazifeleri nelerdir, melekler Peygamberlerle vahiy münasebetiyle konuşurlar. Diğer insanlarla meleklerin konuşmaları, münasebet kurmaları mümkün müdür? Sormazdılar, sorgulamazdılar. 

Sosyal medya denilen, internetin-bilgiye ulaşma’nın yaygınlaşması üzerine, kimi şarlatanlar, “Ben meleklerle konuşurum, hattâ onlarla sosyal medya vasıtasıyla iletişim halindeyim, benim cin’lerim var, onlar vasıtasıyla, gaybî bilgilere muttalî’olurum, gibi safsata ve zırvalarla insanlarımızı iğvâ etmeye teşebbüs ediyorlar. 

Form’larda, alenî meclis’lerde, fevkâlâde, ciddi mevzu’lar müzakere edilirken, İslâmî-Dînî, hassasiyeti olanların bile, Cenab-ı Hak Azze ve Celle Hazretlerini zikrederken, hâşâ! “Yukarıda Allah var! Yukarıdaki görüyor,” gibi zamandan-mekândan münezzeh olan Rabbi’miz için mekân isnad ediyorlar. 

Cenab-ı Hak, Kur’ân-ı Kerim’in ikinci ve en uzun suresinde, bütün şer’î hükümleri zikrettikten sonra, son iki âyetinde “Resûl iman etti,” buyurmakla Resûl iman etti ve bildi ki, bu hükümler, Allah tarafından kendisine gönderilen, tahriften ma’sum, dalâlete sürükleyen bir şeytan da değil, vasıtasıyla vahyedilmiştir, bu birinci mertebe’dir. İkinci mertebe, Melek vasıtasıyla vahyen kendisine bildirilenleri, ümmetine-Mü’minlere teblîğ etmiş ve mü’minler de kat’î olarak iman etmişlerdir. 

Bakara Suresi’nin, nazmının lâtifliği, tertibindeki emsalsiz bedi’î güzellik gösterir ki, Kur’ân-ı Kerim lafızlarının fesahatı, ma’na’larının şerefi, uslubu ile de mu’cize’dir. 

Bahse mevzu, âyeti Kerime’de eşsiz nazmi ve ifade ettiği ma’na’nın şerefiyle de mu’cize’dir. 

Burada iman esasları bir tertip üzere verilmiştir. Bu tertibe riâyet de, Zarûrât-ı Diniyye’dendir. 

ALLAH’A İMAN: Esâsü’L-Usûl, temellerin temeli, Allah’a imandır. Allah’a iman etmedikçe, kimlere ve nasıl inanılırsa inanılmış olsun, hiçbir şey ifade etmez. Eser’den Müessir’e, âlem’lerin, bütün mukadderâta muktedir bir Sâni-i, bütün ma’lûmat’ın bir Âlimi, bütün ihtiyaçlardan müste’ğnî, Kâdir-i Mutlâk Allah’ın varlığına, Birliğine, Zâtî, Sübûtî, Selbî sıfatlarına, ef’âline, ahkâmına ve Müsemmâ olduğu güzel isimlerine hakkıyla iman... 

“De ki; Allah birdir. Allah sameddir. (hiçbir şeye muhtaç olmayan, aksine her şey kendisine muhtaç olan). O, doğurmamış ve doğmamıştır. Onun hiçbir dengi yoktur.” (İhlas 1, 2, 3, 4.) 

“Onun benzeri hiçbir şey yoktur. O işitendir, görendir.” (Şûrâ 42/11) 

“Hiçbir veçhile Allah inkâr olunamaz. Bütün âlem onun vahdâniyyetine delâlet eder.” 

“Her şeyde bir alâmet vardır ki, Allah’ın vahdâniyyetine delâlet eder.” 

Bağdat’lı yaşlı bir hanımefendiye: “Tefsir-i Kebîr Sahibi, İmam-ı Fahruddîn-i Râzî Hazret’leri, binbir delil ile Allah’ın varlığını ve birliğini isbat etmiş,” dediler. Yaşlı hanımefendi “Hayret! Adam’ın, Allah’ın varlığı ve birliği hakkında ne kadar şüphesi varmış ki, binbir delil ile isbata gayret etmiş! Oysa ki, kâinatta ancak mikroskopla tesbit edilebilinen tek bir zerre bile, O’nun varlığına ve birliğine delâlet eder. 

Allah’ı imanın dördüncü mertebesi olan ahkâmını bilme hususunda şunların da bilinmesi ve iman edilmesi şarttır. 

- Kâinatta mahlûkatın fiil ve hükümleri bir sebebe bağlıdır. Bir mahlûkun bir işi, bir fili, ortaya koyması için bir illete ve sebebe ihtiyacı vardır. Bu da bir başkasına muhtaç olmak demektir ki, mutlâk acziyyettir. Cenab-ı Hak sebeb’den, illetten ve acziyyetten münezzehtir. Ahkâm-ı Şer’iyye’den maksûd olan men’feat ve zarar hâşâ! Allah’a, Hakk’a aid değil, kullara aiddir. Allah, Menâfi’in celbinden, zararlıların def’inden münezzehtir.

Bilinmelidir ki, Allah’ın, kullarının yaptıkları amellerinden dolayı sevaplandırma-mükâfatlandırma veya günahlarından dolayı cezalandırma mecbûriyyeti yoktur. 

Şüphesiz, Allah Süpânehû ve Teâlâ, fazl-ü Keremiyle, dilediğini bağışlar, adaletiyle de, dilediğine azap eder. 

Allah’a imanın beşinci Mertebesi, Allah’ın isimlerini bilmek ve inanmaktır. 

“En güzel isimler (el-esmâü’L-hüsnâ) Allah’ındır. O halde O’na güzel isimlerle du’â edin. Onun isimleri hakkında eğri yola (sapıklık) gidenleri bırakın. Onlar yapmakta olduklarının cezasına çarptırılacaklardır.” (Â’raf 7/180) 

(Bu âyette en güzel isimlerin Allah’a aid olduğu ifade buyrulmakta ve Allah’a o isimlerle du’â etmemiz emrolunmaktadır. Hadis-i Şerif’te ise, Allah’ın doksan dokuz ismi vardır. Onları ezberleyenler muhakkak cennete girer.” buyrulmuştur. Ancak, hadis’te tahdîd (sınırlama) yoktur. Allah’ın en güzel isimleri yalnızca doksan dokuzdan ibâret değildir. Başka isimleri de vardır. –Ba’zı rivâyetlerde dört bin ismi olduğu ifade edilmiştir. Hattâ, eski hoca’larımız, Cum’a geceleri, topluca istiğfar ettirdiklerinde,” Melekler dilinde bin esma, Nebî’ler dilinde bin esma, velî’ler dilinde bin esmâ, Ümmetin dilinde bin esmâ,” diye zikrederlerdi... 

Âyeti Kerime’de ifade buyrulan Allah’ın isimleri hakkında sapık (eğri) yola gidenlerden maksad, O’nun isimlerini tahrif edenlerdir (değiştirenlerdir). Müşrik’ler, Allah’ın isimlerini tahrif ederek kendi tanrılarına (putlarına) veriyorlardı. “Allah”, “İlâh” isimlerini değiştirerek, tahrif ederek, “Lât”, Azîz ismini değiştirerek “Uzzâ” demişlerdir. Halbuki, Yüce Allah’ın en güzel isimleri Zât-ı Ahadiyyetine has’tır, başkalarına izâfe edilemez. 

“De ki; “İster Allah deyin, ister Rahmân deyin. Hangisini deseniz olur. Çünkü en güzel isimler O’na aid’dir (hastır). Namazında yüksek sesle okuma; onda sesini fazla da kısma; ikisinin arası bir yol tut.” (İsrâ 17/110) 

“Allah, kendisinden başka ilâh olmayandır. En güzel isimler O’na mahsustur.” (Tâhâ 20/8) 

“O, yaratan, var eden, şekillendiren (şekil veren) Allah’tır. En güzel isimler O’nundur. Göklerde ve yerde olanlar O’nun şânı’nı yüceltmektedirler. O, gâliptir, hikmet sahibidir.” (Haşr 59/24) 

(İçerisinde “el-Esmâü’L-hüsnâ”nın da geçtiği, Haşr Suresi’nin son üç âyetinin fazileti hakkında, Sevgili Peygamber’imiz salla’llâhu aleyhi ve sellem Efendimiz şöyle buyurmuştur: “Her kim, sabahleyin, üç def’a “Eûzü billâhi’s-Semî’L-alîmi mine’ş-Şeytani’r-recîm” dedikten sonra, Haşr Suresinin sonundaki üç âyeti okursa, Allah, ona akşama kadar bağışlanmasını dileyecek yetmiş bin melek vazifelendirir. O kimse o gün ölürse şehid olarak ölür. Akşamleyin okursa yine böyledir.) 

Allah’a iman hususunda insanların en ziyâde hataya düştükleri, el-Esmâü’L-hüsnâ hakkındadır. Zât-ı İlâhî’ye mahsus isimlerin insanlara verilmesi, her ne kadar müşrik’lerin tahrifi gibi değilse de, büyük vebâli müstelzimdir.