(Yıkılışımızın suçluluklarını birbirimize, daha doğrusu kendimize yüklemek hususunda elimizden gelen yapılmıştır. Fakat bizi asıl yıkan yabancı menfaatleri, onların amansız mücadelelerini bir türlü görmeye muvaffak olmayışımızdır. El birliği ile karşı koyacağımız yerde, aksine onlar ile teşrik-i mesai ettik. Kendi kendimizi onların arzularına göre parçalamak için, açık veya kapalı, birbirimizi boğazladık.) 
<Şadiye Sultan OSMANOĞLU>
Merhum II. Abdülhamid’in kerimelerinden, Şadiye Sultan OSMANOĞLU, koca Osmanlı-Türk İmparatorluğu’nun yıkılışını birkaç satırla en açık şekilde dile getirmişler. Bunun özeti ise şudur: “İkbal hırsı, kıskançlık ve iftira.” 
Bugün bizler böylesi uğursuz günler yaşamaktayız ve de hiç mi hiç farkında değilmişiz gibi davranmaktayız!... Bu niçin böyle olmaktadır? Şunun için böyle olmaktadır: Bizler için var mı, yok mu “Belediye seçimleri ve peşinden gelecek olan genel seçim.” 
Benim bu satırları yazdığım anda; Belediye seçimlerine henüz iki gün var ve de hangi partinin kazanacağı ise tam bir muamma?... Zira, hangi parti başkanı’nın alan konuşmalarına bakılırsa, her parti de ipi göğüsleyebilecek düzeyde görülmektedir?!... 
Nutuk irat edilen her alan hınca hınç dolu olarak görülmektedir. TV’lerden ise haberler saatlerinde daha derli toplu kareler görebilmekte ve siyasî kuruluşlarımızın hemen her birisine kazanma şansı verebilmektesiniz!... 
Yanî, milletimiz hiçbir siyasî parti’nin kalbini kırmamakta, her parti başkanı’nı seve, seve dinlemektedir. Bu naçiz makalem neşredildiği zaman mezkûr seçim çoktan yapılmış ve de belediye koltukları sahiplerini bulmuş olacaktır, olacaktır da, post kavgası bitecek midir?... Asla! Çünkü, ille de iktidarda olmak hemen hepsinin de başlıca idealidir!.. Ona erişebilmek için de kimsenin gözünün yaşına bakılmaz olduğunu bilhassa son aylarda gördük?!..
Hangi siyasi parti olursa olsun, muhalefette olduğu zaman milletine hizmet veremez mi, ille de iktidar mı olması lâzımdır!... 2013, 2014’e hiç de hayırlı bir siyasî ortam teslim etmedi. Tozu, dumanı birbirine karışmış, kin ve nefretle karşılıklı atışmalar, Aziz Milletimizin endişeli bir yıl geçirmesine vesile olmuş ve fakat gelin görün ki, yeni yıla, eskinin dertlerini yüklenmekle girilmiş, aynı yıkıcı boğuşma ile Belediye seçimlerine kadar gelinmiştir... Benim makalemin neşredildiği Perşembe günü seçim mücadelesi çoktan bitmiş ve milletin tercihi yerini bulmuş olacaktır ama, memleketimizin hayati dertleri ne yazık ki daha da artmış durumda olacaktır... 
Bilindiği gibi “Dış işlerimizde uygulanan çok gizli bir toplantının” ses kaydının internete yayınlanması, haklı olarak hemen hepimizde şok etkisi yaratmıştır?!... 
Dış İşleri Bakanımız bu hususta: (“Türkiye Cumhuriyeti Devletine ve Milletine bu bir savaş ilânıdır...” Saldırıyı yapanlar, Türkiye’yi zaaf içinde göstermeye çalışmaktadırlar. Gereken cevap verilecektir.) buyurmuşlardır. 
Ankara Baş Savcılığı; (Gizli toplantıya ilişkin casusluk faaliyeti) olabileceği kanaatine varmış ve derhal soruşturma başlatmıştır. 
Medya’dan öğrendiğimize göre; “bu tarz toplantılar öncesi gayet sıkı güvenlik taramaları yapılır ve sinyal kesiciler kullanılır ve fakat buna rağmen sızıntının olması, büyük bir soru işareti yaratmıştır?” denmektedir!... 
“TWITTER”den sonra, “YOUTUBE”un da kapatıldı. “FACEBOOK”un da kapatılma ihtimali olduğu dikkatlere çekilmektedir. Gerekçe ise: “ULUSAL GÜVENLİK”. Adları geçen uluslar arası yayın organlarının özel şirketler oldukları bilinmektedir. Bunların “dokunulmazlığı” varmış gibi yayınla Türk okuyucusunu hayati bir yanlışa sürüklemek, asla af götürmez bir hatadır. Siyasî başkanlar ve diğer siyasilerce böylesi hayati konularda, siyaseten davranmaları ve böylece Türk okuyucusunu yanlışa sürüklemeleri, Cumhuriyet Devletimiz tarihi içinde her daim hayati bir hata olarak kalmış ve de kalmakta berdevamdır... 
28 Mart 2014 Cuma tarihli “Haber-Türk”te, “TEKE-TEK” başlıklı köşe yazısında Sayın Fatih Altaylı refikimiz, bu bahiste çok enteresan bir makale yazmışlardır ki, biz de aynı görüşü paylaştığımızdan aynen sütunumuza alıyoruz: 
<BASİRETSİZLİĞİN BU KADARI!...> 
(“CILKI çıktı” denir ya. 
Çıkmış. 
Dinlemenin değil, onu zaten biliyorduk. 
Devletin cılkı çıkmış. 
Bakın tüm bu dinlemelerin içeriğinden söz etmiyorum. 
İçerikte suç olabilir, yolsuzluk olabilir, her şey olabilir. 
Onlar her biri ayrı mesele. 
Ama bana göre asıl mesele, Türkiye Cumhuriyeti’nin “Güvenlik meselesidir.”
Türkiye Devleti’nin kalbi dinlenmiştir. 
Son olarak dün gördük ki, Türkiye’nin “Savaş Kabinesi” denebilecek bir kabinesinin çok önemli çok gizli bir toplantısı dinlenmiştir. 
Bunun dışarıya servis edilip edilmemesi ayrı bir mevzudur. 
Asıl mevzu dinlenebilmiş olmasıdır. 
Türkiye Cumhuriyeti Devleti delik deşiktir. 
Asıl sorumluluk büyük suç “bunu engelleyememektir.” Asıl zaaf budur. 
Dinlemelerin içeriği, ulusal veya uluslar arası yargının meselesi olabilir. 
Ama bir Devleti basiretsizce, bu kadar kötü yönetmek, başlı başına bir sorundur. Hepsinden daha önemlidir... 
Not: Dış İşleri Bakanlığı’ndaki toplantı dünyanın neresinde yayınlanırsa yayınlansın, “büyük bir ulusal güvenlik suçu, büyük bir ihanettir. Bu toplantının kaydedilip yayınlanmasını hiçbir şey meşru gösteremez. Failleri en ağır şekilde cezalandırılır.) 
Görülüyor ki Dış İşlerimizde meydana gelen vahim skandal, Türkiye’yi haklı olarak temelden sarsmıştır. Ancak, bazı yazarlar konunun hassasiyeti üzerinde durmaktan ziyade, AK Parti’yi yegane suçlu gösterebilme çabası içinde makalesiyle zikzaklar çizerek, böylece doğruya hizmet ettiklerini sanıyorlar!.. 
Mezkûr vahim vak’anın muhatabı “CHP” veya daha başka bir siyasî parti olsaydı, hiç kimsenin şüphesi olmasın, sonuç yine aynı olacaktı. Zira, bizim siyasî kuruluşlarımız yekdiğeriyle dalaşmaya öylesine kendini kaptırmış ki, değil Dış İşleri’ndeki toplantı, her ne olursa olsun, görebilmesine asla imkân yoktu!... 
Sayın Başbakanımızın ana-muhalefet ve diğer muhalefet partileri tarafından öylesine ağır tenkit ve suçlamalara muhatap edilmiş olması, hemen her icraatının yanlış olduğu tenkitlere maruz bırakılması, AK Parti’yi, adeta bunalıma sokmuştu. 
Suçlamaların içinde en ağır olanı da “hırsızlık” gibi pek ağır bir iddianın hemen her gün temcit pilavı gibi ısıtılıp, ısıtılıp siyaset sofrasına getirilmesi olmuştur!... 
Gerçi Sayın Altaylı gibi sağlam ve değerli kalemler; asıl üzerinde durulması lazım gelen hususları değerli köşelerinde hemen her gün belirtmişlerdir. Ancak, halkımız daha ziyade, skandallar peşinde olduğundan, mezkûr makaleler yerli yerine oturtulamamıştır. Lâkin bunun suçu, okuyucularda değil, yıllardır; dediğim dedik, çaldığım düdük... misali her daim en adisinden magazin haberleri ve bilhasa siyasilerimizden bazıları hakkında dedikodu pasajları vs. ile Türk okuyucusunu sulu zevzek bir ortama sürüklemişlerdir... Keza, TV kanallarımız da beş aşağı, beş yukarı yazılı medyadan geri kalır tarafı yoktur. 
Sayın Cumhurbaşkanımızın mezkûr konudaki görüşlerini veren bir gazetemiz, Sayın Cumhurbaşkanımızın bir torunu olduğu haberini de geçerken şu tabiri kullanmıştır: (Gül’ün kızı Kübra Sarımermer’in geçen Çarşamba bir kız çocuğu dünyaya getirdiği öğrenildi.) 
Peki Gül kimdir? Ayrıca yoruma lüzum görmemekteyim!... 
Dış İşlerindeki dinleme skandalıyla alakalı beyanat veren Sayın Cumhurbaşkanımız Gül: (Bu işe bulaşanlar kimlerse, katkı verenler de kimlerse muhakkak ortaya çıkartılacak ve kanunlara göre en şiddetli şekilde cezalandırılacaktır. Konu tamamen “Devlet Güvenliği” ile alakalıdır. Bu büyük bir cürettir ve bir casusluk faaliyetidir.) diye buyurmuşlardır. 
Dış İşleri Bakanımız Sayın Davutoğlu ise; 
(Askeri mahiyette bir saldırıdan farkı yok bizim açımızdan. Her şey ve herkes titizlikle inlenecek.) CHP Lideri Kılıçdaroğlu’nun kayıdı önceden dinlediği iddiası için ise: (Sorumluluk sahibi bir siyasetçi olarak davranıp kendisine böyle bir bilgi sunulup sunulmadığını açıklaması gerekir.) yorumu ile karşılık verdiler. 
Sayın Kılıçdaroğlu ise, Sayın Davutoğlu’nun sözlerini yalanlamış ve katıldığı bugün-TV ve Kanal-Türk ortak yayınlarında şunları söylemiştir: (Ortada vahim bir tablo var. Devlet dediğimiz sırları tümüyle açığa çıkmış delik deşik olmuş. İçeriği daha da vahim. Türkiye Cumhuriyeti’ni açıkça savaşa sokmak istiyorlar... Nevinde yorumlarda bulundular.) 
TBMM Başkanı Sayın Cemil Çiçek: 
(Böylesi kayıtların internette yayınlanmasının bir yol ve yöntem haline gelmesi geleceğimiz, hukuk devleti ve siyasi istikrarımız açısından son derece kaygı vericidir. Bunları yapanların ülkemizi bir kaosa ve siyasi belirsizliğe sürüklemek istedikleri açıktır. Bu doğrudan devlet güvenliğimizle, milli emniyetimizle alakalı bir konudur...) 
Sayın Bülent Arınç ise: 
(Buradaki konuşma eğer gerçekse, ki büyük ölçüde gerçek, bunun erişime sokulmasından, bunun yayına verilmesinden sadece Suriye istifade eder. Rejim istifade eder. El Kaide istifade eder. IŞİD istifade eder. Büyük bir alçaklık icra edildi. Bugün devlete bir ihanet var. Açıkça casusluk var...) 
Yukarıda kayda geçtiklerimiz özetler daha bir çoktur ve görüyorum ki, ve maalesef görüyorum ki, asıl üzerinde durulması icap eden husus kimsenin dikkatini çekmemekte ve de hiç mi hiç akla gelmemektedir. Halbuki, asıl üzerinde durulması icap eden bu husustur. Şöyle ki; Yıllardır belli başlı gazeteler arada bir bazı önemli mercilerin pek gizli sayılan bazı konuları için: 
(... Gazetemi ele geçirdi...) gibi haberler karşısında devamlı susulmuş ve mezkur haberin nasıl bir kanaldan elde edildiği hakkında herhangi bir soruşturma açılmamıştır... 
Bu laubali gidiş, nihayet günümüzdeki siyasi skandala kadar uzanmıştır... 
Bizde “demokrasi” denen nesne, zaman içinde bizleri o hale getirmiştir ki, ülkemizin bütünü onun adeta kölesi olmuştur... Biz öyle bir milletiz ki, bizlere bir nesne bir kabul ettirildi mi, bir daha kopmaz derecede bağlanır gideriz... 
Halbuki bizlere sunulan “gerçek demokrasi” değil, ABD’de uygulanan bir siyasî sistemin bir benzeri olmuştur. Nedir bu benzerlik? Şudur: “Bireysel hürriyetin herşeyin üstünde bir hak olduğu inancı.” Halbuki, ferdi hürriyetin hudut’u iyi hesaplanmaz, kişi kendi haline bırakılırsa, kısa zamanda ilk ferdi hürriyet erozyona uğrar, peşinden de ülkenin can damarı olan hukuk sistemi zarar görür... Daha sonra neler olur? Şunlar olur: Medya “Basın hürriyeti” peşinden koşmaya başlar ki, (hiç de hürriyetsizdir denemez), siyasi doktrinler arası çatışmalar başlar... Talebe hareketleri bir diğerini kovalar... Etnik hareketler (Demokrasi Havarileri kesilirler) ve de “demokrasi” doğrudan muhalefette olanların, art niyet güdenlerin cankurtaran simidi olur ve böylece hiç istenmediği hâlde, ülke insanları biri diğerine zıt kutuplara bölünürler... 
Böyle bir ortamda ülkemizde “birlik ve beraberlik” vardır diye düşünmek, hayal bile edilemez!... 
Dahası bir de “Azınlıklar” problemi var ki, bu uzun yıllardır kanayan ve de tedavisi hiç mi hiç düşünülmeyen bir acı olarak varlığını sürdürmektedir... Bu kimin işine yarar? Çok basit, ülkemiz düşmanlarının işine yarar ve zaten yaramaktadır da... 
Niçin bu böyle olmaktadır? Böyle olmaktadır çünkü, ülkemizde bu durum hiçbir zaman yapıcı yönden değerlendirilmemiş ve de aynı durum devam etmektedir. 
Şayet nasipse, önümüzdeki hafta bu konuya temas eden bir makale yazmayı düşünmekteyim. Zira, bu yaranın bir şekilde kapatılması ülkemizin millî menfaatleri icabıdır! 
Gelelim, Belediye seçimleri mevzuatına; hangi siyasi parti kazanırsa kazansın. Bu önemli değildir. Zira bütün siyasi kuruluşlarımız bizlerindir. Önemli olan ise; “Gerçek demokratik idarenin” ülkemizin menfaatleri icabı olduğu unutulmamalıdır!... 
Saygıdeğer okuyucularım, inşallah yeni bir yazımda buluşabilmemiz umudu ile cümlenize hayırlı yarınlar dilemekteyim, saygılarımı sunuyorum efendim.