İşte hareketli havanın, hareketli en küçük parçası olan atomun;

     Bitkilere, hayvanlara hattâ meyvelerine ve çiçeklerine giydirilen suretlerin, miktarların teşkilât,

     Yapı ve biçimlerini yani sistemlerini; ya bilmesi lâzım gelir.

     Ya da o atomların bir bilenin emir ve iradesiyle memur olmaları gerekir.

X

     Sâkin ve hareketsiz toprak ve onun hareketsiz olan her bir parçası; bütün çiçekli bitkilerin 

     Ve tüm meyveli ağaçların tohumlarına sebep ve kaynak olması mümkündür.

     Hangi tohum gelse; o zerrede yani benzerlik bakımından bir zerre hükmünde olan 

     Bir avuç toprakta; kendine özgü bir fabrika bulur. Bütün ihtiyaç duyduğu gerekli şeyleri 

     Ve teşkilât, yapı ve sistemine lâzım bütün donanımları bulur.

     O zerrede ve o zerrenin kulübeciği olan bu bir avuç toprakta; ağaçlar, bitkiler, çiçekler

     Ve meyvelerin çeşitleri sayısınca; düzgün makine ve fabrikaları bulunur.

     Ya da o zerrede ve o bir avuç toprakta; mucize gösteren, her şeyi hiçten, yoktan var eden, 

     Hiçten yaratan ve her şeyin her şeyini ve her yönünü bilen; bir ilim ve kudret bulunması gerekir.

     Ya da mutlak kudret sahibi, yani kudreti sonsuz, her şeyi en ince ayrıntılarına kadar 

     Bilen birinin; emir ve izniyle, güç ve kuvvetiyle; 

     O zerre ve o bir avuç toprağa, o görevler gördürülür.

     X

     Evet, nasıl ki acemi, olgun olmayan, câhil ve sıradan, hem de kör bir adam Avrupa’ya gitse,

     Bütün fabrikalara, işyerlerine girse,

     Ustalık ve tam bir düzgünlükle, her bir sanatta, her bir binada çalışsa,

     Bununla beraber öyle eserler yapsa, ki bu eserler son derece hikmetli, sanatlı,

     Herkesi hayrette bırakan cinsten olsa; zerre miktar, birazcık şuur ve bilinci olan bilir

     Ve anlar ki, o adam kendi başıyla işlemiyor. Belki her şeyde usta olan biri ona ders verir.

     Onu işlettirir. Onu çalıştırır.

X

     Hem meselâ kör, âciz, yerinden kalkamayan, basit bir kulübeciğinde oturmuş bir adam bulunsa,

     Böyleyken o kulübeciğe birkaç gramlık küçük bir taş, kemik ve pamuk gibi birer madde verilse,

     Buna karşılık o kulübecikten; kilolarca şeker, top top kumaş, binlerce mücevher, 

     Son derece sanatlı, değerli taşlarla süslü elbiseler, lezzetli yiyecekler çıkıp gelse,

     Birazcık aklı olan demeyecek mi ki, “O adam, gayet mucize gösteren bir zâtın olağanüstü

     Şeylerin bulunduğu yer olan fabrikasının ancak bir mandalı veya miskin, zavallı bir kapıcısıdır?”

X

     En eski çağlardan beri yazılmış bütün kitapları; bir yere toplasak. Tüm kütüphane ve

     Kitaplıklarda yer alan kitap ve yapıtları bir araya getirsek. Her halde dağlar kadar olur. Değil mi?

     Tabii bu eserler; çeşitli ilimlere aittir. Şüphesiz bu yazılanlar Edebiyatın her türünü içermektedir.

     Ve milyarlarca, belki trilyonlarca sahifeden müteşekkildir. Üstelik bu kadar yığınak; 

     Yani sayısız kelime, hadsiz satır, sonsuz denecek kadar çok paragraf ve sahifelerin hepsi;

     Aşağı yukarı 30 küsur harflerden oluşmakta, meydana gelmektedir.

     Evet dağlar kadar yığınak teşkil eden çeşit çeşit, ayrı ayrı konularda bunca kitap, eser ve yapıt.

     İşte bu 30 kadar harfin şu veya bu şekilde dizilişlerinden, yan yana gelişlerinden meydana

     Gelmiştir. Ya diyeceğiz ki bu harflerin her biri, her ilmi, her konuyu, her branşı bilmektedir.

     Çünkü, hangi konuda, ister fen dalında ister edebiyat alanında olsun; 

     Hepsi harflerin şu veya bu şekilde bir araya getirilmeleriyle yazılmıştır.

     Ya da o harflerin arkasında; onları kullanan, bir araya getiren bir Yazar, bir Kâtip, 

     Bir Yazıcı vardır. Her kitap, o konunun erbabınca kaleme alınmıştır. 

     Ve tabii, harfleri kullanarak. Çünkü her kitap, manevî bir binadır. 

     Bu binanın yapı taşları ise harflerdir.