Tarih 10 Ekim 1922…

T.H.R. ajansına Atina hükümetinden bir telgraf geldi. 

Atina hükümeti, Anadolu’da Türk köylerine yapılan saldırıların Ermeni, Çerkes ve başı boş Rumlar tarafından yapıldığını ifade ediyordu…

İzmir’de bulunan Ortodoks Hristos Tomos’ta; Yunan Harbiye Nazırı Teotokis’e Anadolu’da köyleri yakmalarından, Türk kadın ve çocukları öldürmelerinden, bununla yetinmeyerek Türk kadınlarının aşağılanmasından, tecavüzden, hatta uzuvlarının kesilmesinden, yapılan işkencelerden hiç mi hiç hoşnut olmadığını bildirdi. 

Yunan Harbiye Nazırı Teotokis ise “Onları yapan Yunanlılar değil Ermeni, Çerkes ve Rumlardır.” dedi. 

Bunun üzerine Ermeni piskoposu ve havra azası Parsin, sözüm ona Ermenileri savundu. Metropolit Hristos’a yüksek sesle hitap etti. “Torkum namında bir Ermeni çete lideri var. Bu adamı durdurun, tevkif edin, çok gaddar dedim. Ama siz hiçbir eylemde bulunmadınız. Suç şimdi bizde mi? Sizde mi?..” 

Sorusuyla başlayan tartışma, büyüdü. 

Beraberce işledikleri bu cinayetleri, acımasızlığı, vahşeti üstlenmek istemiyorlardı. 

Günün sonunda, onlar “din” adamıydı. Kendi cemaatlerinde gönüllere hitap edip, insanlık dersi veriyorlardı. Çocukluğundan o güne “insanlık, iç huzur” eğitimi almışlardı. Ama bu gördükleri vahşet, tahhamül sınırlarını aşmıştı. Herhangi bir dine mensup bir din adamının bu görüntüler karşısında vicdanının sızlamaması mümkün değildi… Kendi vicdanlarını rahatlatma çabasıyla birbirlerini suçladılar, durdular. 

Yüksek sesle tartıştılar. “O yaptı, bu yaptı” kavgasına tutuşuverdiler… 

Kendi aralarında anlaşamayınca, çareyi destek almakta buldular. İngiliz ve İtalyan konsolosluğundan randevu talep ettiler. Ardından davet edildiler. Ve konuyu detaylıca anlattılar.

İngiliz Konsolos’un kaşları çatılmıştı. Duyduklarına inanamıyordu. Daha fazla dayanamayıp Metropolit Hristos’a sert bir şekilde çıkıştı… “Yapılan tüm fena işlerde sizin parmağınız varken, hangi yüzle benden yardım istiyorsunuz?..” dedi. Ve toplantıyı sonlandırdı.

Aynı şekilde İtalyan konsolusu ile yapılan toplantıda da bu sefer Ermeni piskoposu konuyu anlattı. Ve buradan da sert bir cevap geldi… İtalyan konsolosu şu cümleler ile piskoposu itham etti. “Piskopos efendi, kilisenizi benzin, bomba, mühimmat deposu haline ben mi getirdim?.. Elbet bir gün bunun cezasını çekeceksiniz…” 

Bu resmi görüşmeler, suçlamalar, hatta itiraflar gazeteci ve yazarlar tarafından da aynı anda kayda geçti. Ve bugün hepsi önemli birer delil…

Hemde bu delilller; Kanlı canlı, Türk vahşetini görmüş, Ermeni ve Rumların ruhani liderleri, piskoposları tarafından bırakılmış deliller. 

Anadolu’da müslümanlara yapılan vahşetin sorumlusu elbette öncelikle Yunan hükümetidir. Onlarla ilgili de çok daha fazla deliller malumunuzdur. Hatta Yunan hükümetinin yanında Ermeni ve Rumlar; Tatlı sözlere aldanmış, figüranlar olarak bile anılabilir… Ama figüran oluşlarından, masum olma anlamı asla çıkmaz. “Aldandık” bile diyecek olsalar suç işlenmiştir.  

Yaa her şeyi anladık ta! Bu Yunan hükümetinin, telgrafında Çerkeslerin de adını geçirmesi, ne manidârdır… 

Belli ki hedefi birazda olsa saptırma çabası var… Kim bilir, belki de kendi taraflarına çekmek istedikleri, Kuvayi Milliyeci Çerkesleri kendi yanlarına alamayınca bir intikam gayreti hâsıl olmuş olmalı… Resmi kayıtlara geçsin diye âdeta çamur atılmış, iz bırakılmak istenmiş… Ama nafile!.. Kendi ruhani liderleri Metropolit Hristos bile itiraflarında Çerkeslerden bahsetmiyor… Ayrıca Kurtuluş savaşımızda Çerkeslerin bize desteği aşikârdır, kayıt altındadır.

Bu tarihi olaylar bugün ABD tarafından gündem yapıldı… Konu haliyle saptırıldı, senatolarında konuşuldu. Yine Ermeni soykırımı yaptığımız iddaa edildi. Âdeta ırkçılık hortlatmak istenir gibiydi. Yüz yıl önce yaşananlar, yanlış ifadelerle gündeme getirildi. ABD parlementosunun onaya açıldı. Tasarının görüşülmesi oy birliği ile kabul edildi. Öncesinde Türkiye’ye ekonomik yaptırımlar sözkonusuydu. Ardından ABD ve Türkiye görüşmeleri oldu. Konu Suriye meselesi ve ABD’nin devletimize yazdığı hakaret içerikli mektuptu… Görüşmeler bitti. Ardından, ABD senetörü çıktı ve Ermeni soykırımı oylamasını engelledi…

Belli ki “Sözde Ermeni meselesini” kendilerine silah yapmışlardı. S-400 füzeleri, Suriye, tampon bölge, terör örgütü, PYD, YPG, PKK vs. meseleler gündem iken, bu konu ABD gündemine bir anda girmezdi. Ziyaretimizin ardından, alacak-vereceğin konuşulmasının ardından da… Ve yine birden, aniden sözde Ermeni meselesi konusu kapatıldı.

Lâkin şunu da bilmeliyiz ki! ABD’nin ya da Avrupa’nın ülkemizden herhangi bir toprak derdi yok. Onların tek derdi küreselleşme ve özelleştirme ile girdikleri ülkelerin yer altı ve üstü kaynaklarını sahiplenmek. O ülke halkının servetini elinden almak. Ülkenin iş gücünü kendi menfaatleri için kullanmak. Ülkeyi kendine ekonomik mahkum kılmak. Kendi çok çok kazanıp, vatandaşlarını da rahat ettirmek. Bizim güzel zamanımızı alıp, kendine ve halkına vermek…  

Şu sıklıkla ifade edilen beka sorununu aşmanın ilk yolu, patronların yabancı olmasına engellemek… Yerel ve yerli kalmak… 

Artık çok geç diyenler olabilir… Ama değil… Hiçbir zaman geç değildir. Ve hatta tamda şu an başlamanın tam vaktidir…

Bu hukuksuz, başıbozuk, gerçek dışı eylemler ve yaptırımlar gün gelir boğazlara dizilir…