İhtişam ve Sefalet

Abone Ol
Bu ay okuduğum iki kitaptan biri; İhtişam ve Sefalet, Balzac, diğeri ise “Ne kendi kimseye benzer ne kimse kendisine” Paul Ricoeur. Balzac, o güne kadar hemen hiçbir yazarın üstünde durmadığı ‘kanun dışı’ların dünyasına dikkatimizi çekiyor. Cemiyette olan biten her şeyi müthiş bir dikkatle gözlemleyen yazarın anlattığı 1800’lü yılların Paris’i 2000’lerin eşiğindeki halimiz sanki. Kanunda yeri olmayan fakat gerçekte var olanların dünyasını büyük ustalıkla anlatan Balzac, ihtirasın, sevginin, kinin, sevginin, sadakatin ve hıyanetin hep bir arada yaşandığı toplumun çeşitli kesimlerinde dolaştırıyor bizi. Cemiyetin sefil ve muhteşem yanlarını gözler önüne seren bu roman, insanlığın sorunlarının, acılarının, sevinçlerinin ve ihtiyaçlarının asırlara meydan okuyarak hiç değişmediğini gösteriyor.

Paul Ricceur, batı felsefesinin 20.yüzyıldaki en verimli temsilcilerinden biri olarak öne çıkar. Eserleriyle ölümsüzleşen düşünürün beka kubbesindeki yankısı, adını filozoflar kitabesinin mahsus mahallinde silinmez bir satıra oymayı zorunlu kılar. Ricceur’ün kaleme aldığı pek geniş hacimli felsefi tefekkür külliyatı içerisinde göz kamaştırıcılığıyla dikkat çeken en anlamlı eserlerden biri de başkası olarak kendisi başlığını taşıyan bu kitap. Daha ilk adımda zihni alabildiğine kamaştıran başlık, düşünmeyi çarpıcı ve vaatkar bir serüvene atılmaya davet eder. Ne var ki bu davet kitabın zengin içeriğini bir çırpıda özetleyivermeyi imkânsızlaştırır. Davete icabet düşünme çırağının usta düşünür rehberliğinde yürütülecek maceralı yolculuğa her bir güzergâhta adım adım eşlik etmesini gerektirir.

‘Kendi’ kavramı etrafında analitik felsefeden anlatı teorisine, dil felsefesinden eylem felsefesine, kişisel özdeşlikten ahlak metafiziğine, kendilik başkalık diyalektiğinden özne felsefelerinin ufku ötesine işaret eden mümkün bir ontolojiye uzanan bu zahmetli yol alışta sadık ve azimkar yoldaşlığı terk etmeden sürdüren çıraklığın tek ödülü, insan ömrünün bütünü itibarıyla atılan ve atılacak her bir adımda ‘kendine tanıklık’ görüsüyle, ‘başkası olarak kendisine tanıklık’ gücüyle donanmaktır.

Tıpkı fiziksel organların gelişim gücünün bedeni erginliğine eriştirdiği gibi, zihni en açmazlı sapaklarda sınayarak düşünmeyi rüştüne vardıran yegâne kaynak bu güçtür belki de, kimbilir? Değil mi ki, kelimelere dilden dile kıymet bahşeden dille söylendikte, ne kendi kimseye benzer ne kimse kendisine?