Türkiye’nin Fırat’ın doğusunda ya da batısında bayrak göstermesi, yeni komşularımız tarafından, “Türkiye Misak-ı Milli sınırlarına yürüyor” şeklinde değerlendirilmekte ve tepki görmektedir. Suriye’deki varlığını “Rejimin davetlisiyim” şeklinde açıklayan Rusya da, Suriye’deki varlığını “DEAŞ’la mücadele”ye bağlayan ABD de, Türkiye’nin, kültürel coğrafyası sınırları içinde yaşayan soydaşlarının haklarını savunmasından, bu coğrafyanın demografik yapısının değiştirilmesine yönelik operasyonlara karşı çıkmasından rahatsızlık duymaktalar. 

Türkiye, şu dönemde, Misak-ı Milli’nin peşinde değildir, ama güvenlik sınırlarımızın siyasi sınırlarımızın çok ötesinden başladığı da bir gerçektir. Türkiye, yeni komşularının bütün engellemelerine rağmen, uluslararası hukuk çerçevesinde güvenlik sınırlarını sağlama alma peşindedir. 

İdlib’ten gelen şehit haberleriyle yüreğimiz dağlanırken, bu saldırının Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Ukrayna’yı ziyaret edeceği bir günde yapılması, düşündürücü ve kaygı vericiydi. 

7 Mayıs 2017’de başlatılan Astana Süreci ve Eylül 2018’de varılan Soçi Mutabakatı bağlamında İdlib’te oluşturulan gözlem noktalarına mühimmat götüren askeri konvoyumuza yapılan saldırı, “Ukrayna ile 200 milyon dolarlık silah anlaşması imzalamaya hazırlanan Türkiye’ye verilmiş ciddi bir mesaj” olarak değerlendirilmişti. 

Astana Süreci ortakları olarak pekçok konuda işbirliği yaptığımız, 4 milyar dolarlık bir ticaret hacmimiz olan, hepsinden önemlisi, hava savunma sistemimizi Rus yapımı S-400 sistemine emanet etmeye hazırlandığımız bir dönemde Rusya’nın, haber verilmiş olmasına rağmen, İblib’teki gözlem noktalarına gitmekte olan askeri konvoyumuza saldırması gerçekten çok ciddi bir gelişmedir. 

Biliyoruz ki, İdlib yalnız İdlib değildir. İdlib bir sorunlar yumağıdır; İdlib, nasıl çözüleceği kestirilemeyen bir kördüğümdür. Türkiye bu gerçeklerin farkında olarak ve uluslararası hukuk çerçevesinde haklarını savunma ve sınırlarının güvenliğini sağlama mücadelesi yapmaktadır.

Bu nedenle, alanda Mehmetçiklerimiz ateş altındayken birlik ve dayanışma içinde olmamız gerektiğinin bilincinde olarak, yazımızın sonunda, daha önce bu konuda yaptığımız uyarıları hatırlatmamız, bir eleştiri değil, bir uyarı olarak değerlendirilmelidir. 

YENİ ORTADOĞU PLANININDA TÜRKİYE’YE SÖZ HAKKI YOK MU?

2003’te Irak’ın işgali sonrasında, ülkemizin güney sınırlarına paralel olarak oluşmakta olan bir fay hattının sıkıntılarını yaşamaya başlamıştık.  “HALEP’E DİKKAT!” başlıklı yazımızdan başlayarak dikkat çekmek istediğimiz bir gerçek vardı; 100 yıl önce, araya 17 Ekim Devrimi’nin girmesiyle rafa kaldırılan Skykees-Picot Anlaşması yeniden masadaydı. Osmanlı mirasını paylaşma kavgası, planı sahiplenen yeni aktörler tarafından uygulanmaya konulmuştu. Türkiye uygulamaya konulan bu oyunun farkındaydı ve oyunu bozma kararlılığı sergilemekteydi. 

Bölgenin yeniden düzenlenmesini hedefleyen yeni planda Türkiye’ye yer yoktu. Türklerin Ortadoğu’da yüzyıllar boyunca oluşturduğu kültürel coğrafyasıyla yeniden uluşması kesinlikle istenmiyordu.  

BOP’un en önemli hedeflerinden bir olan ve Irak ile Suriye’nin kuzey bölgelerinden Akdeniz’e uzanacak Kürt Koridoru’nu hayata geçiremeyen ve Çin’in Yeni İpekyolu projesini koronavirüs saldırısıyla durdurmaya çalışan ABD’nin, Suriye’yi, “Fırat’ın batısı senin, doğusu benim” şeklinde Rusya ile paylaşmaya razı olduğu anlaşılıyor. 

Çarlık Rusyası’nın düşlerini hayata geçirerek Suriye’nin Akdeniz sahilinde iki askeri üs kuran Putin, Suriye’deki kazanımlarından memnundu. Suriye’nin petrol kaynaklarının kontrolü PKK/YPG üzerinden ABD’ye geçmiş olsa da, Esad’la “Sonsuza dek” kaydıyla yaptığı anlaşmayla elde ettiği iki askeri üs, Rusya açısından büyük bir başarıydı. Ayrıca anayasanın oylanması ve siyasi çözümün hayata geçirilmesinden sonraki Suriye’de önemli güç olacak olan Rusya, Fırat’ın batısındaki verimli topraklarda tarım yapma fırsatı da elde edebilecekti. 

“SURİYE’NİN TOPRAK BÜTÜNLÜĞÜNE SAYGILIYIZ” 

İki küresel gücün “Suriye’nin toprak bütünlüğüne saygılıyız” söylemleriyle kamufle edilerek açığa vurulmayan bu anlaşması, Irak’ta başarıyla uygulanan göstermelik bir anayasa süreci sonrasında hayata geçirilecekti. Silahların gölgesinde yapılacak bir seçimle, Suriye halkı, “özgür iradeleriyle” yeni yöneticilerini belirleyecekler ve yeni seçilecek yönetim de, ABD ve Rusya dışındaki ülkelere teşekkür ederek, ülkelerindeki askeri güçlerini çekmelerini isteyecekti. 

Bölgesel ve küresel güçlerin birbirleriyle çelişen gizli-açık hedefleri nedeniyle İdlib, yaşanan gelişmelere paralel olarak, her geçen gün daha da büyüyen bir kördüğüme dönüştü. İdlib’te, alanda yaşanan gerçekler nedeniyle, Türkiye-Rusya ilişkilerinde, Astana ve Soçi mutabakatları bağlamında yaşanan bahar havasını sürdürebilmek giderek zorlaşıyor. 

Putin’in 7 Ocak’ta Şam’ı ziyareti sonrasında, Rusya’nın sağladığı hava bombardıman desteği ile, Hama kırsalından kuzeye yürüyen rejim güçlerinin önce Han Şeyhun’u, sonra da Maarat el Numan’ı ele geçirerek M-5 Karayolu’nu kontrol altına almalarıyla, barut fıçısına dönüşen İdlib’te stratejik dengeler altüst oldu. Rusya destekli rejim güçlerinin bu hamlesiyle, TSK’nın Morik’teki 9, Surman’daki 8 nolu gözlem noktaları ve M-5 Karayolu üzerindeki Maar Hitat geçici mevzileri ciddi bir tehdit altına girmişti. 

REJİME ŞUBAT SONUNA KADAR İZİN VERDİK

Suriye’de 7 Türk askeri ve 1 sivilin şehit edilmesiyle gerilim en üst düzeye çıktı. 

Putin ile son gelişmeleri görüşen Cumhurbaşkanı Erdoğan, her ne kadar diplomatik bir dil kullanmaya gayret etmiş olsa da, İdlib’te kabul etmemiz mümkün olmayan gelişmeler yaşanmakta olduğunu söylüyor ve “Rejime, kontrol noktalarımızın güneyine inmeleri için Şubat sonuna kadar süre veriyoruz” diyordu. 

Rusya’nın yörüngesindeki rejim güçlerinin artan bu saldırganlığının ardında, Akdeniz sahilindeki Lazkiye’yi Halep’e bağlayan M-4 Karayolu’nu kontrol altına alma hedefi var. Rusya destekli rejim güçleri bu nedenle, Türk askeri konvoyunun, M-4 ile Halep’i Şam’a bağlayan M-5 Karayolu’nun kesiştiği Serakip ilçesinin güneyine yönelmesine asla izin vermiyor. 

Türkiye Fırat’ın doğusundaki terör odaklarını hedef alan bir operasyon başlattığında da, İdlib’ten sınırımıza doğru bir göç dalgası tehdidi başgöstermektedir. 

Türkiye’nin, Fırat’ın doğusunda ya da batısında bayrak göstermesi, yeni komşularımız tarafından, “Türkiye Misak-ı Milli sınırlarına yürüyor” şeklinde değerlendirilmekte ve tepki görmektedir. Suriye’deki varlığını “Rejimin davetlisiyim” şeklinde açıklayan Rusya da, Suriye’deki varlığını “DEAŞ’la mücadele”ye bağlayan ABD de, Türkiye’nin, kültürel coğrafyası sınırları içinde yaşayan soydaşlarının haklarını savunmasından, bu coğrafyanın demografik yapısının değiştirilmesine yönelik operasyonlara karşı çıkmasından rahatsızlık duymaktalar. 

Türkiye, şu dönemde, Misak-ı Milli’nin peşinde değildir, ama güvenlik sınırlarımızın siyasi sınırlarımızın çok ötesinden başladığı da bir gerçektir. Türkiye, yeni komşularının bütün engellemelerine rağmen, uluslararası hukuk çerçevesinde güvenlik sınırlarının güvenliğini sağlama kararlılığındadır.  

“SURİYE’DE YENİ BİR DÖNEMİM MİLADI”

Fırat’ın batısında ve Akdeniz kıyılarında elde ettiği kazanımlarını elde tutmaya kararlı olan Rusya, 7 askerimizin şehit olduğu son saldırıda rejim güçlerinin arkasına gizlenme gereği de duymadı. “Gerekli bilgilendirme yapılmadı” demekle yetindi. 

Cumhurbaşkanı Erdoğan, Meclis grup toplantısında yaptığı konuşmada İdlib’te 7 askerimizin şehit olduğu saldırıyı “Tammüden yapılmış bir saldırı” olarak niteledi ve “Önceki gün askerlerimize yapılan saldırı, Türkiye açısından Suriye’de yeni bir dönemin miladıdır… Türk askerinin kanının aktığı yerde hiçbir şeyin aynı şekilde devam etmesine izin vermeyiz Rejim nasıl muhalif güçlerin en küçük ihlaline karşılık veriyorsa, bundan sonra rejimin ihlalleri de askeri unsurlarına yönelik olarak mukabil şeikilde cevaplanacaktır” dedi. 

Bu açıklamalar, İdlib’te, dolayısıyla Suriye’de işimizin giderek zorlaştığını göstermektedir. 

İdlib Çıkmazı (18 Haziran 2018), İdlib’te İşlem Tamam mı? (17 Ekim 2018) ve Neyi Paylaşamıyorlar? (02 Eylül 2019) başlıklı yazılarımızda İdlib’in çözümü giderek zorlaşan bir kördüğüme dönüşmekte olduğuna dikkat çekmiştik. İdlib’te işlem tamam demek için zorlu bir mücadele gerekiyor. Çünkü yeni komşularımızla hedeflerimiz uyuşmuyor ve İdlib yalnızca İdlib değil. 

Söz konusu yazılarımızı aşağıdaki linklerden okuyabilirsiniz: 

https://www.oncevatan.com.tr/idlibte-islem-tamam-mi-makale,42888.html

https://www.oncevatan.com.tr/idlib-cikmazi-makale,41995.html

https://www.oncevatan.com.tr/neyi-paylasamiyorlar-makale,46177.html