İDEALSİZLİĞİMİZ

Abone Ol


Lise dönemi, insanların gelecekteki hayatlarına yön verdikleri ilk dönemeçtir. Birçok tecrübe bu dönemde edinilir. Kişinin hayata bakışı, zihniyeti ve yaşam tarzı bu dönemde yavaş yavaş oturmaya başlar, karakteri genel hatlarıyla ortaya çıkar.

Özellikle lisede öğrencilerde öne çıkan iki duygu vardır ki bunlar; kendini ispatlama çabası ve gelecek kaygısı. Ailenin ve okulun, öğrencinin bu kaygılarını harlayacak şekilde davranması ve beklenti içinde olması, öğrenciyi köşeye sıkıştırıp gencin lise hayatının bu kalın iki duvar arasında geçmesine sebep olur. Bu beklentilere öğrencinin cevap verememesi durumunda büyük sorunlar ortaya çıkmaktadır. Söz konusu bu iki duvar, aslında çok kolay yerle bir edilebilir. Öğrenciler yetenekleri doğrultusunda kendilerini ispatlayabilir ve bu yeteneklerini kullanarak gelecekteki yaşamlarını kurabilirler. Ama… “Ama”sı var… Türkiye’deki lise müfredatı bunlara izin vermiyor.

Ülkemizde yıllardır oturtulamamış bir eğitim sistemi var ve buna bağlı olarak gelişen birçok sorun olmakla birlikte, genç beyinler daha alevlenemeden söndürülmektedir. Mevcut lise müfredatı, bırakın öğrencileri hayata hazırlamayı daha üniversite sınavına bile hazırlayamamaktadır. Ortaya çıkan ve trilyonlarca liranın döndüğü dershane sektörü, lise müfredatının başarısızlığını apaçık haykırmaktadır.

Lise müfredatı, gereksiz bir sürü bilgi yığını sunmak yerine öğrencileri, kendi yetenekleri doğrultusunda bir ideal seçmeye yönlendirmelidir. Öğrenci kendi amacıyla paralele olarak eğitim görmeli ve idealinde başarı sağladıkça devlet tarafından desteklenmelidir. Mevcut müfredat öğrencilere düşünme imkânı tanımayıp yalnızca öğrenciye verdiği bilgileri öğrenmesini hatta ezberlemesini istiyor, sorgulamadan, nedenini araştırmadan. Adeta bir dogma veriyor liselilerin avucuna. Ne yazık ki kendini ispatlayamayan ve gelecek kaygısıyla da baş edemeyen gençler, üniversite sınavında kendini ispat edip gelecek kaygısını yenmeyi umarak el mahkûm üniversite sınavına çalışıyor, belki de yeteneklerini keşfedecekleri bir dönemde kendilerine yönelmekten mahrum kalıyorlar. Ardından “hangi bölüm olduğu önemli değil, üniversiteye kapağı atayım yeter” zihniyetiyle hareket edip mutsuz olacakları bir bölüme gitmeleri işten bile değil. Sonuç olarak, günü kurtarmak için yaşayan bir toplum çıkıyor karşımıza! Bakın, lise müfredatı bir ülkenin kaderiyle nasıl oynuyor!

Lise müfredatının bu durumda olmasına sebepse idealsizliğimizdir. Yetmiş milyonda bir kişi eğer kendine bu sistemi ve müfredatı değiştirmeyi amaç bilseydi her şey daha farklı olabilirdi. Kim bilir, belki de bu idealle büyüyen, bu sistemi, çarpık düzeni değiştirmeyi hedefleyen birileri vardır. Gerçi bu ülkede ölümle en çabuk tanışanlar idealleri peşinden koşanlardır.
Gelecek, nasıl gelecek bilinmez ama pirüpak olmadığı kesin. Hayatın zorluklarına hazırlanamayan bir gençlik ne verebilir? Düşünmeden kafa sallamayı öğrenen gençlik ne üretebilir? Nasıl din, toplumun afyonuysa müfredatın dayattığı bu üniversite sınavı da gençlerin afyonudur.  Biz idealsizliğimize doymayalım.