Cumhuriyet Türkiyesinde Üniversitelerde çok değerli ilmî / bilimsel çalışmalar yapılmakta, tezler hazırlanmakta. Bilim dünyasına büyük katkılarda bulunulmaktadır.
Batılıların başlattığı, bilhassa İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesinin zirveye çıkarttığı M.E.B. neşri İslâm Ansiklopedisi çok değerlidir.
Diyanet İslâm Ansiklopedisi ise Türkiyenin şahsında hem Türk Âlemi hem İslâm Dünyası hem de Uluslararası Bilim Dünyasının yüz akıdır.
Aynı zamanda Türkiye Cumhuriyeti Üniversitelerinde yetişmiş geniş bir ilim kadrosunun ürünüdür. Bu dev eserle Türkiye Cumhuriyeti bilimsel rüştünü / yetkinliğini ispat etmiş / kanıtlamıştır.
Artık Batılı ilim adamlarına ters düşmekten çekinen, ürken ilim adamı gitmiş. Onların yerini: “Benim de bu konuda diyeceklerim var. Ben de bu konuda şöyle düşünüyorum. Ve bunda ısrarlıyım.” diyen kendine güvenen, gerçekten kendi dalında söz sahibi ilim adamlarımız almıştır ve almaktadır.
Özellikle Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi; bilimsel olmak yanında, halka yönelik birbirinden değerli çok güzel eserleri yayına hazırlamakta, hazırlatmakta. Türk okuyucuların âdeta manevî, tasavvufî susamışlıklarını gidermekte. Kaynaklardan kana kana içebilecek duruma getirmekte. Bunun için çalışmalarını emin adımlarla yoğunlaştırmaktadır.
X
“Varlık meselesi bütün dinlerin, felsefenin ve tasavvuf içerisinde özellikle ‘İrfanî Tasavvuf’un üzerinde düşündüğü ve fikirler beyan ettiği bir konudur.
“İnsanın yaratılışı, bu âleme nasıl geldiği, hayatının anlamı, kâinatla ilişkisi, ölüm, âhiret, nübüvvet (peygamberlik) gibi konularda mutasavvıfların görüşler bildirdiği vâkîdir. Ama bu konularla hiç kimse fikirlerini Muhyiddin İbn Arabî gibi etkili ve sistemli olarak ifade etmemiştir.
“Sadece tasavvufun değil, İslâm dünyasının en verimli müelliflerinden (yazarlarından) birisi olarak, devâsâ (dev gibi) eserlerinde temelde ‘varlık’ meselesinin aydınlanmasına çalışmıştır.
“Bunu yaparken felsefecilerden ayrı olarak, Allahın onun kalbinde ve dünyasında meydana getirdiği manevî fetih ve açılımlarla, yine felsefecilerden farklı bir yol ve terminoloji kullanarak, Allah-İnsan, Allah-Kâinat, İnsan-kâinat üzerinde ciddî düşünceler üretmiş ve tutarlı bir sistem kurmuştur.
“Tasavvuf özellikle İbn Arabî’den sonra, onun fikirleri altında şekillenmiş ve vahdet-i vücut düşüncesi tasavvufun en uç noktalarına dahi tesir etmiştir. Osmanlı dönemi tasavvufu, bu tesir altında en parlak dönemini yaşamıştır.
“Etkileri düşünceye, san’ata, edebiyata, mimariye ve daha pek çok alana nüfuz etmiştir. İbn Arabî’nin eserleri (ve kendisi hakkında)...İslâm tarihinde üzerinde onun kadar konuşulmuş, lehinde ve aleyhinde söz söylenmiş, eleştirilmiş ve övülmüş başka bir insan yoktur...” (İbn Arabî Müdafaası, Şeyh Mekkî Efendi-Ahmed Neylî Efendi, Haz: Halil Baltacı, İstanbul-2004 s. 15-16)
X
İşte Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyeleri; başta Prof. Mustafa Tahralı ve merhum Selçuk Eraydın olmak üzere; böyle dev bir şahsın devâsâ / dev gibi eserlerini gün ışığına çıkarıp halka sunmakla çok büyük manevî bir hizmetin içindedirler.
Yaptıkları ve yaptırdıkları ilmî çalışmalar her türlü takdirin üstündedir. Ben inanıyorum ki bu eserleri; manevî bir emirle ilhamen yazmış olan İbn Arabî de bu neşriyatın farkında olup, bu yayınları hazırlayan ve basanları mânen tebcîl edip / yüceltip alkışlıyordur.
Bu arada İbn Arabî’nin en ünlü ve en çok tenkit edilen eseri olan “Fusûsu’l-Hikem”i -ki ilmî birikiminin özetidir. Ömrünün mahsulüdür- ve “Tedbîrât-ı İlahiyye”yi tercüme ve şerh ederek / açıklamasını yaparak Osmanlıcaya kazandıran merhum Ahmed Avni Konuk’un hizmetini de unutmamak lâzım.
Çünkü ancak Mevlevî ve tasavvufî konulara âşina / bildik olan Ahmed avni Konuk gibi bir zât; âdeta birer demir leblebi hükmündeki bu eserlerin üstesinden gelebilirdi ve gelmiştir. Ona ne kadar teşekkür etsek azdır. Ruhu şad olsun. Kalbi nurla dolsun.
İşte Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesinden Prof. Mustafa Tahralı hocamız ve merhum Dr. Selçuk Eraydın bu Osmanlı âliminin tercüme ve şerhlerini Türkçemize kazandırmakla Üniversite’nin halka yönelik hizmetlerini de yerine getirmiş oluyor.
İşte Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin verdiği imkânlar.
İşte bu teveccühe lâyık hayırlı hizmetler.
Başka ne diyelim?
Allah Devlete Millete zeval vermesin.
İkisinin de yokluğunu göstermesin.