Üniversiteye başladığım vakit, bir efsane gibi adı dilden dile dolaşıyordu.

Bir gece saat 1.30 sularında evimin zili çaldı ve gelen Üniversite Teşkilat Başkanı ile adı efsane olmuş adam, kapımda belirdi.

O zamanlar çelikten bir irade ile Ülkücü, Allah’ın Ordusu’nun bir neferi gibi geleneksel İslam’a karşı sevgi besleyen bir şahsiyettim.

O da Adıyaman Menzil’e intisaplı, tabir-i caiz ise nur yüzlü bir Allah dostu idi.

Ben o vakitler sarıksız ve cübbesiz namaz kılmayan bir adamım, Reis de öyle.

Sabaha kadar hasbihâl ettik.

Bu yaşıma kadar böylesi bir adam tanımadım, desem yeridir. 

İliklerine kadar samimiyet işlemiş...

Her hâli ile örnek bir şahsiyet.

Sonra Reis Ankara’ya, Ülkü Ocakları Genel Merkezi’ne Halkla İlişkilerden Sorumlu Başkan Yardımcısı olarak atanıyor.

Arada bir geliyor, Ocak’ta muhabbet ediyoruz.

Ben O’nu seviyorum, O da beni seviyor...

Daha sonra vatani görevini yapmak üzere, askere gitmeden önce geliyor Gediz’e.

Bizim Ocak’ın mensuplarının takıldığı bir mekân var, orada Reis’e asker eğlencesi düzenliyoruz.

Asker eğlencesinin “onur konuğu” olarak, Ülkü Ocakları Genel Merkez Sanatçısı Yıldırım Yıldızdoğan geliyor.

Güzel bir gece oluyor, helâlleşip, Reis’i vatani görevini yapmak üzere, uğurluyoruz.

Reis devamlı rüya görüyor, tabii bundan haberimiz yok.

En son geldiği vakit, nişanlanıyor ve döndüğü vakit evlenmek üzere tekrar uğurluyoruz. 

Tezkeresine 68 gün kala, kara haber geliyor!

Reis girdiği çatışmada “şehit” düştü!

Bizim de içimize ateş düşüyor...

Sonradan öğreniyoruz ki Reis devamlı rüyasında dağların kuzu doğurduğunu görüyormuş.

İntisaplı olduğu tarikattan bir büyüğüne anlatıyor rüyalarını ve o kişi de “oğlum senin askerliğin ibadete dönüşecek” diyor.

Ve dediği gibi de oluyor, Reis’in askerliği ibadete dönüşüyor.

O sabah nöbeti olmamasına rağmen, bir arkadaşına “sen yat, yerlerimizi değişelim, ben çıkayım bugün göreve”diyor.

Ecel çağırıyor ya, önüne kimse geçemiyor.

Ramazan ayında, oruçlu bir hâlde, Reis çıktığı görevde, Siirt’in Eruh İlçesi’nde şehit düşüyor. 

Reis’in şehadetinden sonra bir kitap çıkarıyorum. Son Tebessüm adı altında...

Kitabı, Reis’e ithaf ediyorum.

Gidiyorum Ocak Başkanı’na, kitabı takdim ediyorum.

Başkan kitabı eline alıyor, incelemeye başlıyor ve ithaf yazısını görüyor. İthaf yazısını gördüğü gibi gözlerinden yaş geliyor. Koca adam karşımda mutluluktan ağlıyor. 

Sonra bir kitap daha çıkarıyorum, “Hiç.”

Bu kitapta da Reis’in şiirlerine ve fotoğraflarına yer veriyorum.

Bir de ufak bir şiir yazıyorum Reis’e:

Adam gibi adamsın,

Yaşamış olduğun hayat ile,

Taçlandırıldın.

Cenab-ı Allah tarafından,

Şehitlik mertebesine ulaştırıldın.

Velhasıl-ı kelâm, sen şehitsin Reis, biz şahit!

Yattığın yer nur olsun.

Rahmet yağsın üzerine.

Atsız’ın deyimi ile:

“Yatağında ölmeyi hatırından sök, çıkar!

Döşeğin kara toprak, yorganındır belki kar...

Sen gurbette kalırsan, ben ölürsem ne çıkar?

Ruhlarımız buluşur, elbet “Tanrıdağı”nda.”

Selâm, sevgi ve muhabbet ile...