15 Mayıs 1919’da Yunan askeri, İzmir’e bildiğimiz ‘Patris’ isimli turistik gemi ile girdi.

İzmir metropoliti Kalafatis, Yunan komutanın ayaklarına kapandı. Bursa doğumlu bu zat, Yunan ordusuna sevgisini gösteriyordu. Hemen limanda ayaküstü onları kutsayıverdi. ‘Türk kanı içiniz, hatta bir bardak bende içeceğim’ diyen ve uzayan o aşağılık, hiçbir dine sığmayacak konuşmayı yaptı. Etrafta Türklerde vardı. Halkın arasından biri buna isyan etti. Öne fırlayıverdi. Hasan Tahsin’di o… ‘Defolun’ naralarıyla karışık at üstünde, Yunan sancağını tutan askere ilk kurşunu sıktı. Sancakları Yunan askerle birlikte yere düştü. Artık Yunan sancağı yerdeydi. Bir kez düşmüştü, daha dikiş tutmazdı… Bir oh çekti, rahatladı Hasan Tahsin… Artık etrafını saran Yunan askerlerince süngülenebilirdi. 

Ve bizler bu üç yıllık esarette yaşananları hiç unutmadık, unutmayacağız... 

Hasan Tahsin sayesinde, bu işgalin sonunu getiremeyeceklerinin ilk mesajını almışlardı. Tek başına bir kişinin, binlerce Yunan askerinin karşısına dikilmesi ile yaşadıkları irkilme, o şaşkın ve ablak yüz ifadelerini de elbette unutmayacağız!.. 

İşgalcilerin bu ilk travmasının, öneminin farkındaydı Hasan Tahsin… 

4 gün sonra Mustafa Kemal Paşa Samsun’a çıktı. Parça parça namus ve vatan mücadelesine girişmiş halkı birleştirmeye başladı. Bunu öğrenen İstanbul işgalcisi İngilizler deliye döndü. Padişah’a, Şeyhülislam’a Mustafa Kemal Paşa’nın idam fermanını yayınlattılar. Sınır kontrollerinde Anadolu’ya geçmek isteyenleri “Kemalist” olup olmadıkları sorgulanmaya başlandı. Böylece ilk defa ‘Kemalist’ terminolojisini İngiliz basınından okumuş olduk. İngilizler resmi kayıtlarında, namus ve vatan mücadelesine katılan Türkleri ‘Kemalist’ adıyla kaydediyorlardı. İngilizler için mücadeleye katılan, İstanbul’dan Anadolu’yu kaçan matbaa işçisi de, Nasrullah camiinde ve daha bir çok camide o muhteşem vaazları veren Mehmet Akif Ersoy’da Kemalistti.  

1920’de meclis kuruldu. 

1923’te Cumhuriyet ilan edildi.

İngilizler yine çıldırdı. Küresel güç olmuş ve kendisine zayıf ülkeleri bir bir sömürge etmiş koca sermayeli ülkeler, daha önce hiç tatmadıkları ‘yenilgi’ duygusunu yaşıyorlardı. Yıllarca çeşitli politik, finansal oyunlar ile zayıflattıkları, bağımsızlıklarını yitirmeleri için büyük paralar harcadıkları Türk milleti, üç yılda bağımsızlığını ilan etmişti. 

‘Olmaz öyle şey, biz bu işe çok itibar ve para harcadık’ dediler. ‘Onlar üç yılda bağımsızlıklarını geri aldıysa, bizde iki yıl içinde bu Cumhuriyet çökerteceğiz’ dediler. İki yıl hedeflerine sımsıkı sarıldılar. Çok çabaladılar. Yapmadıkları kötülük kalmadı. Ama TBMM ile baş edemediler. İki yıl dolmuştu. TBMM bu iki yılda çok köklü adımlar attı. İngilizler bir daha bir daha yenilmişlerdi. Artık İngiliz bürokratlar, hızla güçlenen Türkiye’nin çöküşünü görecek ömre sahip olmadıklarını anladılar. Bu sefer daha uzun vadeli bir plan yaptılar. Ve bizatihi Churchill tarafından dillendirilip, Türkiye’ye 100 yıl ömür biçildi.

Yıllar yıllar sonra, hiç unutmamamız ve çocuklarımıza unutturmamız gereken olaylar cereyan etmeye başladı. 

Mesela Marshall yardımını, orijinal adı Marshall planını,

ABD Missouri gemisi ile gelen 100 milyon dolarlık askeri yardımı, 

Yine yardım kapsamında, sözüm ona ‘eğitmen’ adı altında ABD’li subayların Türk ordusuna katılmasını, ABD subaylarının, komutanlarımıza saygısızca tavırlarını,

Aynı yardım ile gelen o ilk GDO’lu gübre ve tohumları, özellikle de tüm besin değeri alınmış süt tozlarını,

Mısırı bol ABD’nin, mısır yağı sempatizanlığını, Zeytini bol Türkiye’nin, o çok kıymetli zeytin yağının düşmanlığını,

Çiftçilerimizin ‘efendi’ olmadığı çığırtkanlıklarını, aşağılamayı takiben küstürme, köyleri terk ettirme ve kasabada işçi yapma gayretlerini,

1954’te vadesi dolan dış borcu, ödeyemediği için Başbakanımıza ABD’de hoş olmayan ifadelerin söylenmesini,

Buna rağmen aynı görüşmede yine 300 milyon dolar borç istememizi, ama verilmemesini… Ardından ise ‘Sen şimdi şu 30 milyon doları al, geri de ödeme’ denmesini… Bu hibenin sonrasında çok üzüleceğimiz kararların hızla meclisten çıkmasını… 

O ilk ithalat serbestisinin bırakılışını,

Uçak fabrikasının, uçak Ar-Ge fabrikasının, uçak motor fabrikasının kapatılışını,

1955 yılında ABD’nin ilk kez “Para vermeyeceğim” demesi ile oluşan kaosu… Hızla enflasyonun yükselmesini, hayatın pahalanınışını, zorlaşmasını, ilaç bile bulunamamasını, 

Yine de ders çıkarılmayarak, günü ve hükümeti kurtarmak adına aynı tekrara düşülen politikaları,

“Çiftçimiz üretim yapıyor, bol bol sağlık gibi birçok sektöre faydalı haşhaş üretiyor” diye, ABD senatosunca ambargo kararının çıkmasını, bundan 10 gün sonra Kıbrıs’a girmemiz ile bu ambargonun hızla uygulanmasını,

1977’de, bize “Kıbrıs’tan çıkın” dendiği zaman… “Bizi zorlamayın Kıbrıs’ın kalanını da alırız” cevabımızın ardından, bir memur tarafından, o gün Türkiye’de olmayan zehirli mermi sıkan, ABD menşeli tabanca ile Başbakanımıza yapılan suikastı,

Yakın zamanda Diyarbakır’da yaşananları,

Güneydoğuda açılan, savunma hendeklerinin görüntülerini,

Çeşitli davalar ile eğitimli, stratejist askerlerimize kurulan kumpası ve görevlerinden uzaklaştırılmalarını,

Yunanlılar için büyük öneme sahip ‘Aya Fotini’ kilisesi yapımı için Hollanda kilisesinin kiralanmasını, isminin değiştirilmesini, yeni Aya Fotini de neredeyse 100 yıl sonra Yunan vekillerin katılımı ve Yunan canlı yayını ile tekrar ‘haç atma’ töreninin yapılmasını,

Adın da Cumhuriyet geçen ifadelere sergilenen tutumu, 

Ta ki padişah Abdülaziz döneminde çıkan ‘Sadakat’ dergimiz bile Türkçe iken, Tekrar dilimiz “Osmanlıca olmalı” söylemlerini, 

Bunun olması halinde Yunus Emre’nin, Dadaloğlu’nun yazdığı Türkçe şiirleri geleceğimizin okuyamama, anlayamama kaygılarımızı,

Yunus Emre’nin “Paylaştığın senindir, biriktirdiğin değil” gibi derin anlam içeren ifadelerini Türkçe okuyamama riskimizi,

Arap emperyalizminin dillenişini,

Kadınlarımıza şiddetin, vahşetin artmasını,

Kurtuluş savaşı şehitlerimizin, öksüz ve yetim kalmış çocuklarına armağan edilmiş 23 Nisan bayramının, ‘Şehitlerimiz var, kutlamayalım’ denilmesini,

21 inci yüzyılda deprem olursa ‘binlerce ev yıkılır’ denmesini, depreme çaresiz kalışımızı,

Unutmayıp ve bunlardan ders alıyoruz. Durmayacağız, daha çok çalışacağız. 

Elbette bu sayede, İngiltere’nin ilk iki yıl hedefi gibi… Yüz yıl hedefini de suya düşüreceğiz, en derinlere gömeceğiz…