Otelin girişinde bizi su dolu bir sütunun içinde yüzen turuncu ve pembe çiçeklerle süslenmiş bir dekor karşıladı, saat öğleden sonra 3’e gelmekteydi. Otel görevlileri, boyunlarımıza uzun tespihlere benzeyen kolyelerden takıp mantralar mırıldanarak avuç içlerini kalplerinin üzerinde birleştirip eğilerek selamladılar. Kolyelerin, temizleme ve koruma için olduğunu öğrendik.

Rishikesh alkol ve hayvansal gıdanın yasak olduğu bir şehir, bununla ilgili otelimizden yeterli bilgiyi önden almıştık. Şehirde hoşuma giden bir uygulama ise, hemen hemen tüm konaklama yerlerinin kendi yemek planı ve gündelik programı ile misafirlerini ağırlaması idi. Bizim otelimiz, gündoğumu ile Hatha yogayı, günbatımı ile meditasyonu eklemişti, Ganga Aarti’yi ve Ganga Snan’i de sunuyordu isteyenler için. (Merak etmeyin hepsine değineceğim, vakti geldikçe.)

Odaya girdiğimizde bizi bir boş Altar karşıladı, manidar buldum. Altar, dini amaçlar için kullanılan masa anlamına geliyor, birçok farklı dinde yeri olduğu gibi, bir cok mistik/sprituel calismada da herhangi bir dinden bağımsız olarak odaklanmak için kullanılmakta. Kızım çıkarıp kolyelerinden birini koydu altara, özene bezene. İçinde sadece dört günlük kıyafetlerimiz ve bolca takviye besinimiz olan tek valizimiz henüz açılmadan kapı ağzında beklerken, enerji dengeleme sınıfını hatırladım. “Küçük yol göstericilerinizi iyi dinleyin” derdi, eğitmenimiz; çocuklarımızı kastederek, onlardaki kirlenmemiş, içine art niyet girmemiş, bozulmamış, dişi/eril dengedeki enerjiye ithafta bulunarak. Altara baktım, benim küçüğüm oraya arınma ve korunma bırakmıştı. Bakalım, tatil bitene kadar nelerle şekillenecekti altar?

Sola döndüğümde, boydan boya cam olan duvar Ganja bakıyordu. Aralık soğuğu sis olup çökmüştü nehrin üstüne… Güneş sisin arasından geçip yüzümüze vuruyor, görüntüyü seçmemizi zorlaştırıyordu, öylesine gizemli, muhteşem bir andı, nutkum tutuldu. Nehrin akışı, rengi, etraftaki yuvarlak muntazam kayalıklar, hemen otel ve nehir arasındaki, yürüyüş yolu, orada burada ağaçlıklar ve her şeyi kaplayan sis… Ganji görmeye çalışıyordum. Anlatıldığı gibi korkunç muydu? Kirli miydi? Yoksa her şey yine anlamadan dinlemeden bir hurafe miydi? Hiçbir şey yapmadan sırf varlığıyla nasıl böyle huzur veriyordu? Ne fark ediyordu ki doğduğum topraklar Toprak Ana diyordu, bulunduğum topraklar Tanrıça Ganga?

Ganj, Hinduizm’de kutsal bir nehir çünkü Tanrıça Ganga’yi temsil ediyor. Bu nehirde yıkanmak, bu nehire çiçekler sunmak, minik toprak kaplara, yağlarla ateşler yakıp yine çiçeklerle süsleyip nehre bırakmak ritüellerin arasında. Ganj’ın, Hint mitolojisindeki bütün kutsal suları içinde barındırdığına inanılıyor. Ganga yine cennetten dünyaya geçişi de sembolize ettiği için, Hindular, sevdiklerinin küllerini, erken yaşta kaybettikleri bebeklerini, hamileyken kaybettikleri eşlerini de bu nehre bırakıyorlar. Nehrin kenarlarındaki belirli yerlerde bu sonsuzluğa yolculuk işlemleri için ritüeller tertip ediliyor. Üçüncü kez hem de yenice bebeğini kaybetmiş olmak mı çağırdı ki beni buralara diye düşünüyorum.

Az sonra bir çığlık sesi ve cama doğru fırlayan bir şeylerle, yatağın üzerine savrulduk kızımla… 

Çığlıkların sahibi, bir maymun ailesiydi, otelin kapalı olan havuzunun brandasını çekiştiriyor, parmaklıklarına tırmanıyor, tekmeliyor, çılgınlar gibi bağırıyorlardı, sonra birbirlerine hemen 1. Katta olan bizi gösteriyor daha da çok hoplayıp zıplıyorlardı. Kızımla birbirimize bakakaldık. Değişik bir hoş geldin anlayışları olmalıydı.

Saat 5’te, otelimizin diğer iki konuğu ile ganj yolunda buluştuk, görevli birazdan bizi Triveni Ghat’a doğru kültür yürüyüşüne çıkaracak uzun uzun Ganj’i, Triveni Ghat’i ve Ganga Aarti’yi anlatacak böylece Triveni Ghat’a ulaşıp bizzat Ganga Aarti’ye katılacaktık.

Hava kararıyordu, sis hemen hemen kalkmıştı, durmadan nehre bakıyordum, tertemizdi, bir ada vardı sanki ortasında ama seçemiyordum. Tek tek etraftaki mütevazi evleri ve hepsinin ganja bakan minik tapınaklarını inceliyordum, hava soğuktu, saçlarımı açtım. Omuzlarıma döküldüler. Dip boyası kulaklarıma kadar gelmişti. Kesmiyordum, boyamıyordum… Bir şeyler değişiyordu. Onlara baktıkça daha net görüyordum, gülümsedim kendimce.

Görevli geldiğinde 3 yabancı ve kızım, kültür yolculuğumuza hazırdık.

-devam edecek-