“Hilafet ve Saltanatı birbirinden ayırarak Saltanatı lağvedeceğiz. Bunun muvafık olduğuna dair Meclis Kürsüsünden beyanatta bulunacaksınız..” (Hilafet Mes’elesi, Derleyen: M. Kâmuran Ardakoç, s. 11 - 13).

     Nihayet uzun müzakerelerden sonra, Mustafa Kemal “Hilafet”i Saltanat’tan ayırmaya muvaffak oldu...Yukarıda geçtiği gibi, son padişah Vahideddin’in yurt dışına çıkması üzerine Hilafet makamına son halife Abdülmecid Efendi seçildi...Saltanat dâvasına kalkmıyacağına dair, Abdülmecid Efendi’den bir de senet alındı...

     18 Kasım 1922 tarihinde Refet Paşa’ya çekilen şifreli telgrafta Mustafa Kemal, Abdülmecid Efendi’nin aşağıdaki hususlara riayetini istiyordu:

     Abdülmecid Efendi, sadece Halife-i Müslimîn ünvanını kullanacak, buna hiçbir ilave yapmayacak, İslâm Âlemi’ne hükümetin tasdik ettiği bir beyanname yayınlayacak. Bu beyannamede şu noktalara yer verecektir:

     TBMM tarafından Halifeliğe getirilişinden dolayı memnuniyetini dile getirecek.

     Son Padişah Vahideddin Efendi’nin yurt dışına çıkışını takbîh edecek.

     Yeni hükümet tarzının Türkler ve İslâm Âlemi için faydalı olacağı yolunda ifade kullanacak, hizmetlerini mevzuubahis edecek.

     Bunların dışında siyasî mahiyette fikir dermeyanında bulunmayacak.

     Abdülmecid Efendi “Halife-i Müslimîn Hâdimü’l-Haremeyn” ünvanını kullanmak; Cuma selâmlığında hil’at giyip, Fatih’e ait bir sarık sarmak; Vahideddin Efendi hakkında bir şey söylemekten muaf tutulmasını istemiş; beyannamenin ayrıca Arapça neşrinin de uygun düşeceği tezini ileri sürmüştür.

     Mustafa Kemal ise şu düşüncedeydi:

     “Halife-i Müslimîn ünvanı ile beraber Hâdimü’l-Harameyn-i Şerîfeyn tâbirinin istimalini tensip ettim. Cuma merasiminde Fatih’in kıyafetine girmesini gayri tabiî buldum. Redingot veya İstanbulin giyebileceğini; askerî üniformanın bittabiî mevzuubahis olamıyacağını bildirdim. Neşrolunacak beyannamede Vahideddin’in ismi zikrolunmaksızın sabık Halifenin şahsiyeti mâneviyesinden ve zamanında düşülen derekeden bahsedilmesi lüzumlu olduğu mütalâasında bulundum.” (Nutuk’tan) 

     Abdülmecid Efendi’nin 29 Rebiülevvel tarihli muharreratında “Halife-i Resulullah”, “Hadimü’l-Haremeyn-i Şerifeyn” cümlesinin altında ise “Abdülmecid bin Abdülaziz Han” imzasını kullanması hoş karşılanmadı.

     Abdülmecid Efendi “âharın ef’ali reddiyesini mevzuubahis etmek suretiyle bile olsa, bu kabîl beyanatın meslek ve seciyesine giran geleceğinin derkâr bulunduğu” şeklindeki ifadesiyle de Vahideddin hakkında ileri geri konuşamıyacağını izhar etmesi memnuniyetsizliğe yol açtı...

     Abdülmecid Efendiye, Halife seçildiği Mustafa Kemal tarafından, 19 Kasım 1922 tarihli bir telgrafla:

     “Türkiye Devleti’nin hâkimiyetini bilâ kaydüşart milletin uhdesinde mahfuz tutan Teşkilâtı Esasiye Kanunu’na tevfikan icra kuvveti ve teşri salâhiyeti kendisinde mütecellî ve mütemerkiz bulunan milletin yegâne ve hakikî mümessillerinden mürekkep Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin 1 Teşrinisani 1338 tarihinde müttefikan kabul ettiği esbabı mucibe ve esasat dairesinde Meclisi âlice 18 Teşrinisani 1338 tarihinde mün’akit celsede Hilafete intihap buyurulmuş olduğu” şeklinde bildirilmişti...

     İşte bu telgrafa karşı kaleme aldığı cevapta muhatap olarak Mustafa Kemal’i görmesi, yani cevabî telgrafına “Ankara’da Türkiye Büyük Millet Meclisi Reisi Müşir Gazi Mustafa Kemal Paşa Hazretlerine” hitabıyla başlaması, yani meclisi bir kenara itmesi, üstelik telgraf muhteviyatında İstanbul’un “Darü’l-Hilafetü’l-Aliyye” olduğuna işaret etmesi Mustafa Kemal’in gözünden kaçmıyordu...

     “Atatürk’e ve Atatürk’ün programına karşı Rauf Bey, Kâzım Karabekir Paşa, Ali Fuat Paşa, Adnan Bey gibi zatların temsil ettiği bir muhalefetin gün geçtikçe kuvvetlendiği anlaşılıyordu.” (Hilafet Mes’elesi, Derleyen: M. Kâmuran Ardakoç.)