"Ok gibiyim dedi.Kırıldım çoğu kez ama eğilmedim.Bundandır yönümü şaşırmam."

Her yeni güne biraz daha eskiyerek uyanıyoruz. Tarifsiz bir cümle ve hissiyat.En azından ben öyle düşünüyor ve hissediyorum. Ölümün var olduğunu bilerek yaşamak kadar cesur bir tavır olmasa gerek. Ve bu şekilde yaşamayı kabul eden biz ölümlüler her şeyin üstesindne gelebiliyor olmalıyız. Ne de olsa ölümü bile göze alarak yaşıyoruz. Ve bundan daha büyük bir acınası yazgı olamaz herhalde. Bir nevi kibrit kutusuna gizlenerek yaşamak bu. Ama kibrit çöpleri ne kadar geç yanar ve tutuşurs o kadar iyi. 

Hayatımızı belilreyen her bir kibrit çöpünü dikkatli ve sonuna kadar kullanabilmek asıl mesele.Hunharsızca ve hoyratça tüketmeden. Tadına vararak. Özümseyerek. Hissederek. Sevdiklerini dağıt kibrit çöplerine ve ihtiyacın olduğu en karanlık anlarında yakmayı dene. Ne de kıymetli değil mi?

Mutluluklarını dağıt kibrit çöplerine. Yaktıkça burnunu ve genzini yakan keskin kokuyu beyninin kıvrımlarına gizle. Çünkü mutluluğa dair her şey insana güç verir. Serotonin hormonunu tetikler ve bedenin yenilenir. Karanlıkta çaktığın bu kibritin bir nimet olduğunu söylemeye gerek yok sanırım.

Yaşadıklarını gizle bu defa kibrit çöplerine. İçinde kalanları. Hayallerini. Sevdalarını. Ellerinin titremesine aldırmadan bir bir yaktığın kibritlerin sende bıraktığı kekremsi tadı ve hissiyatı hatırla. Yandıkça eğilip, bükülen, nereye yumulacağını bilmeyen ay çiçekleri gibi değil mi bahtın? Bu yüzden çıkmak gerek o kibrit çöplerinin evinden. Ve hızla ulaşmak yangın yerinden. Çünkü hayat çok güzel. Ve her sunulan armağan bir nimet. Şükretmek için onca sebep varken kibritleri yakmak niye? Dostlukları yakmak, güzellikleri yakıp kül etmek niye? 

Sevda kaçsın çayınıza.