Borçların tekrar yapılandırması yine gündem...

SGK borçlarına yeni yapılanma imkânı tanındı. Bir yılı aşmayan borçlara, kaldıraç oranına ve tutarına göre; uygun faiz ve taksit sayısı belirlenecek. Detaylıca incelendiğinde SGK borcu az olana pek faydası görünmüyor. Ama milyon, milyon borcu olanlar için önemli bir fırsat…

Ayrıca kısa süre önce af kapsamında yapılandırılan vergi borçları ve cezalar tekrar gündemde… Çünkü 7,3 milyon başvuru yapan mükellefin, 3 milyondan fazlası ödeyememiş. İşte bu 3 milyon yapılandırmanın bozulmaması için çaba sarfedilecek.

Son dönemde sık sık af çıkıyor. Mesela imar affı, hâlen gündem. Vergiler, cezalar, faizler azaltılıyor. Bir ölçüm, düzen ya da kural sonrasında tarafımıza rucü edilen borçlar sürekli yapılanıyor, aflanıyor.

Ve maalesef ki çok fazla affedilmek şımarıklık yaratıyor... Hata yapanlar şımartılıyor. Adeta, kurala uymamaya davet çıkartılıyor. Kurala uymayanlar  ödüllendiriliyor…

Bugün kurala uymuş, zamanında devlete olan sorumluluklarını yerine getirenler bin pişman… Vaktinde ödemeyip, tahakkuk etmemesiyle daha kazançlı olacağının hesabını yapmaya başladılar…

Kurallar bozuluyor, bir bir çöküyor… Kurallar; insani değerlerin ayakta kalmasını sağlar. Çöküşü, ahlaki çöküşleri yanında getirir. Bunca affın ardından, artık kimse vergiyi kafaya takmıyor. Yükümlülüklerini adeta yok sayıyor. Bu da düzeni sarsıyor. Vergisini ödemiyor. Ama gidiyor vergi parası ile çocuğunun askerliğini ödüyor. Çocuğunun “Merhameti, mermiden önce gider” diye anılan Türk askeri olmasını istemiyor. Hemen ardından yönetenler dövize savaş açıyor. Ama kısa süre sonra “Dövizle Uzaktan Askerlik Portalı” kuruluyor.

İnsanlar üretim yapmaktansa daire, toprak satmayı tercih ediyor. Alın teri olmaksızın, atasından yadigar toprağı satmayı ve onunla geçinmeyi çok çok normal görüyor. Yeni normalimizin, anormalliğine aldırış bile etmiyor… Görüyoruz işte başta Trabzon olmak üzere yaylalarımızın halini, çok fazla Arap yaşıyor. Ülkenin sadece toprağını değil, havasını bile satıyoruz… Ama havasını atamıyoruz, kıymetinden her gün biraz daha uzaklaşıyoruz…

Ata yadigarı vatan ile nefsimizi besliyoruz.

Maalesef şu gerçek ki! 2009’dan beri dışarıdan borç alarak büyüme sağladık. Bize borç veren yabancılara imtiyazlar, teminatlar verdik. Borcun büyük kısmı kamunun değildi. Ama siyasiler, bu topraklara giren borç paranın, günün birinde mutlaka kamuya, halka dokunacağını duyurmakta istemedi.

Konunun arkasından dolaştı.

Ve gün geldi… Vade doldu… Artık alacaklılar paralarını istiyor.

Ama biz, maalesef ki o parayı üretime, tarıma, turizme yatırmadık... İnşaata, yola, köprüye ve çoğu kullanılmayan küçük küçük hava limanına yatırdık. Ve buralarda insan enerjisi çalışmıyor, para kazanılamıyor...

Başkasının parasıyla gönüllerde saraylar kurduk… Ama mideler gecekondu…

Türkiye 2019 yılında yaklaşık 200 milyar dolar borç ödeyecek… Bu borcu karşılayacak paramız ya da üretimimiz mevcut değil… Bu sebeple Varlık fonuna PTT hisseleri de devredildi. Ve tabi ki daha bir sürü şey devrolacak…

Çünkü yeni borçlar için teminatlar lazım… Eğer ileride parayı ödeyemez olursak “Bak bunları alabilirsin…” diyebileceğimiz bir uluslararası tahvil, senet, sözleşme lazım…

İşte bunların toparlanabilmesi için gündeme ara ara “IMF ile görüşülebileceği” ifadeleri geliyor. Aslında halkın nabzı ölçülüyor.

Avrupa ve ABD’de, IMF’e “Guard Dog” yani bekçi köpeği denir. Çünkü IMF, alacaklıların haklarını koruma üzerine tavır, duruş sergiler. Koruduğu alanı, evi, kişiyi korur kollar, gerisi ise teferruattır, gerekirse ısırır.

Bu mevcut durumlardan en çok üreticilerimiz muzdarip... Üzerlerindeki borcu ödeme telaşından, üretim ile ilgilenemez haldeler. İşsizlik arttı. Halkın satınalma gücü iyiden iyiye azaldı. Buna rağmen kasım sonu ithalat rakamımız 16,1 milyar dolar, ihracat ise 15,5 milyar dolar açıklandı.

Yani bir nevi, borç para aldığımız yabancıdan 16’ya mal alıp,  aynı yabancıya 15’e mal satışı yaptık…

Bu bakış açısı bizi ileriye taşıyamaz.

Peki ne yapacağız? Evet üretim, eğitim, istihdam tamam, bunlara ihtiyacımız var da… Artık bunların haricinde başka bir şeylere ihtiyacımız olduğunu görebilmeliyiz. Çok fazla birbirimiz ile didişiyoruz. Bu topraklarda yaşayan insanların, hepimizin dedeleri bu topraklar için kan döktü… O insanları “hain” gibi alçak ifadeler ile suçlayamayız.

Bu sebeple aşırı, kırıcı bakış açılarının bize dayatılmasına izin vermemeliyiz. Her türlü aşırılık dinimizce de tehlikeli bulunmuştur.

Dinlerin gönderiliş amacını unutmayalım; Canlı’ların varlığını korunması ve kıyametini getirmemesini öğretir.

Çağımız şartları ile değerlendirdiğimizde, varlığımızı sürdürebilmemiz için bilimsel bakış açısına daha çok ihtiyacımız olduğunu görürüz. Her bir kişinin uzmanlığına ve varlığını koruma adına en az bir keşfine, buluşuna ihtiyacımız var.

Ama buluştan önce dayatmalardan uzaklaşmaya, buluşmaya ihtiyacımız var…