Büyük Şehir’lerimizden birisinin kalabalık Cadde’lerinden birisinde, Lâale’tt’âyîn, birilerine, Zarûrât-ı Diniyye ile alakalı basit ba’zı sualler tevcîh ediliyor. 40’lı, 50’li yaşlarda oldukları tahmin edilen, bir-iki, üç-dört ve daha fazla insanlar, maa’lesef, hiçbirisi cevap veremiyorlar. 

Gusl nedir? Gusl’ün farz’ları nelerdir? “Allâhu Ekber” ne demektir, “Lâilâhe ill’llâh” ne demektir? “Eşhedü enlâ İlâhe ill’llâh” ne demektir” suallerinden hiçbirisine ya hiç cevap vermiyorlar ya da verdikleri cevapların sorulan suallerle hiçbir alakası yok... 

Milletimiz İslâm ile müşerref olduğu tarih’ten i’tibâren, insanımız, asgarî bilinmesi gereken, Zarûrât-ı Diniyye ile alakalı bilgileri, aile’lerinden alırlardı. Ayrıca, bilhassa kış aylarında, köyler’de-kasabalar’da, mezrâ ve göçebelerin kışlaklarında, kızlı-erkekli, bütün çocukların katıldıkları “Süphân Mektep’lerinden”, alırlardı. Dede’ler, nine’ler, okur-yazar olmasalar bile, derîn irfanlarıyla, sahip oldukları sözlü kültürleriyle, çocuklarına, torunlarına, hattâ komşu çocuk ve torunlarına, hiç unutmayacakları tarz ve sistemle, Zarûrât-ı Diniyye’lerini öğretirdiler. 

Kızlı-erkekli, takribî, dört-beş yaşlarındaki çocuklar köy imamı’nın seslendirdiği, guslün farzlarını, abdestin farzlarını, namazın şartlarını, farz ve rükûnlarını koro halinde tekrarlayarak, bir daha unutmamak üzere, zihinlerine nakşederlerdi. 

- Gusl’ün farzı üçtür: Gargara-Mazmaza (ağızına dolu-dolu su vermek). İstinşâk (burnuna dolu-dolu su vermek) edip, cemî’i bedenini (vücudunun her tarafını, iğne ucu kadar kuru yer kalmaması şartıyla) pâk edip yumaktır.

- Abdestin farzları: Ellerini (dirsekler dâhil), dirseklerine kadar, yüzünü, ayaklarını (bilekler dahil), ayak bileklerine kadar yıkamak ve başının dörtte birini mes’etmek. 

- Namazın şartları: Hades’ten tahâret, (abdestsizlikten kurtulma), necâsetten (elbisesini ve vücudunu pislikten temizlemek), Setr-ü Avret (ayıp yerlerini uygun bir elbise ile örtmek) İstikbâl-i Kıble (kıbleye yönelmek), vakit ve niyet. 

- Namazın farz ve rükûnları: İftitah Tekbiri (namaza başlama tekbiri), kıyam (ayakta durma), kıraat (okuma), rükû, secde’ler, namazlardaki en son oturuşlarda, “et-Tahiyyât” du’â’sının okunacağı miktar oturmak (Ka’ide-i âhîre)... 

Zaman içinde başta Zarûrât-ı Diniyye olmak üzere, fıkha ve Usûl-ü Fıkh’a aid bütün mes’ele’leri, Türkçe yazılmış ilmihallerden, arabî metinlerden okuduk, okuttuk. Fakat hiçbir mes’ele, “Süphan Mektebi”ndeki kadar zihnimizde yer etmemiştir. 

Günümüzde Türk-İslâm aile yapısı, yok, “Ataerkil Aile”, yok “Anaerkil Aile,” diye tahfîf ile tamamen tahrip edilmiştir. Çekirdek aile, karı-koca, en fazla iki çocuktan müteşekkil aile’lerde, iki yaşlarındaki çocuğun da elinde bir akıllı telefon, herkes kendi dünyasında-kendi aleminde, ana dillerini unutmuşlar. Böylesine bir aile’den, çocuğuna-çocuklarına, asgarî Zarûrât-ı Diniyye’lerini öğretmelerini beklemek beyhude bir gayret olmaz mı? 

ZARÛRÂT-I DİNİYYE’DEN İMAN’IN ESASLARI: 

“Peygamber, Rabbi tarafından kendisine indirilene iman etti, mü’minler de (iman ettiler). Her biri Allah’a, meleklerine, kitaplarına, Peygamberlerine iman ettiler. “Allah’ın Peygamberlerinden hiçbiri arasında ayırım yapmayız. İşittik, itaat ettik. Ey Rabbi’miz afvına sığındık! Dönüş sana’dır” dediler. (Bakara 2/285) 

Bundan bir önceki âyeti Kerime’de, “Göklerde ve yerdekilerin hepsi Allah’ındır. İçinizdekileri açığa vursanız da gizleseniz de Allah ondan dolayı sizi hesaba çekecektir, sonra dilediğini afveder, dilediğine de azap eder. Allah her şeye kadirdir.” (Bakara 2/284) 

(Allah Celle Celâluhû, bu âyeti Kerime’de, mülk-ü melekût’un kemâline ilminin kemâline ve ilminin her şeyi ihâta ettiğinden, Kudretinin kemâlinden O’nun kudretinin bütün mümkinatı kahır, kudret, tekvîn i’dam (yok etme) müstevlî’ bulunduğu, bu sıfatlarla husûle eden kemâlattan daha yüksek, daha büyük bir Kemâl’in bulunmadığına göre, her akıllı insana, Allah’ın emirlerine ve nehiy’lerine uymak gadabından ve yasaklarından kaçınmak düşer.) 

Kur’ân-ı Kerim, ma’na’sı ve mefhumu i’tibâriyle mu’cize olduğu gibi nazmı ve tertibi i’tibâriyle de mu’cize’dir. Kur’ân-ı Kerim’de, “Seb’ulmesânî” yâni, iki kerre nâzil olan 7 âyetli Sure, Fâtiha Sûresi birinci Sure’dir. İkinci Sure ise, Seb’u Tıvâl yedi uzun Sure’den birincisi ve Kur’ân-ı Kerim’in ikinci Suresidir. Bakara Suresi 281.âyeti Kerimesi hariç, Medine’de nazil olmuş, 281.âyeti Kerimesi Vedâ Haccı sırasında Mekke’de nazil olmuş ve Kur’ân-ı Kerim’de en son nazil olan âyettir. Bakara Suresi’nin son iki âyeti Kerimesi de Resûlullah Efendimize bilâ vasıta doğrudan indirilmiştir. 

“Hâlâ Kur’ân üzerinde gereği gibi düşünmeyecekler mi? Eğer o, Allah’tan başkası tarafından gelmiş olsaydı onda pek çok tutarsızlık bulurlardı.” (Nisâ 4/82)

Kur’ân’ın nazmında ve ahkâmında en küçük bir tutarsızlık bulunmadığı gibi aksine, “Elif’ten-Sîn’e” tam bir tenâsüp ve uygunluk söz konusudur. 

Sûre’nin başında hemen üçüncü âyeti Kerime’de, “Onlar gayba inanırlar, namaz kılarlar, kendilerine verdiğimiz mallardan Allah yolunda harcarlar.” Surenin sonunda 285.âyeti Kerime’de “Mü’minler de iman ettiler. Her biri Allah’a, meleklerine, kitaplarına, Peygamberlerine iman ettiler. “Allah’ın Peygamberleri arasında hiçbir ayırım yapmayız.” Sure’nin evvelinde, “Gayba İnanırlarla,” murad olunandır. Burada, “İşittik ve itaat ettik,” Surenin evvelinde, “namazı kılarlar ve bizim kendilerine rızık olarak verdiğimizden fakirlere infak ederler,” ile murad olunandır. Buradaki, “Ey Rabbimiz! Afvına sığındık! Dönüş sanadır,” âyeti kerimesinden, “Ahiret günü ne de kesinkes inanırlar,” murad olunmuştur. 

Sure’nin sonunda, “Rabbimiz! Unutursak veya hataya düşürsek bizi sorumlu tutma.” Evvelindeki, “İşte onlar Rab’lerinden gelen bir hidayet üzeredirler ve kurtuluşa erenler de ancak onlardır.” Tam bir tenasüp içindedirler. 

Kur’ân-ı Kerim’de, tekil, çoğul, gayb ve hazır olarak iman pek çok yerde geçmektedir. “Yü’minü” iman etti, iman ediyor, 28 âyette, “Yü’minû” iman ederler, iman ediyorlar, 18 âyette, “Yü’minûne” iman ediyorlar, 87 âyette, “Mü’minûn” iman etmiş olanlar, 35 âyette, “Mü’minîn”, 144 âyette, “Âmenû” iman ettiler, 258 âyette, “Âminû” iman ediniz, 18 âyette, “Tü’minûne” siz iman ederseniz, 8 âyette... Ayrıca, yine imanı ifade eden, “Etîû” Allah’a ve Resûlüne itaat ediniz, 19 âyette “Etîûn” Allah’a ve Resûlü’ne itaat ediniz, 11 âyeti Kerime’de geçmektedir. 

Bunca âyeti Kerime’de, emir, haber gıyab, hazır, çok değişik terimlerle imanın geçmiş olması, imanın ne kadar mühim olduğunu göstermektedir. İman olmadıkça, amellerin, iyiliklerin, yaptığınız-yapacağınız hiçbir şeyin en küçük bir faydası dokunmayacaktır. Onun için mücmelen ve mufassalan, iman edilmesi gerekenlere hakkıyla iman şarttır. 

“Peygamber, Rabbi tarafından kendisine indirilene iman etti, mü’minler de (iman ettiler). Bu icmâlî imandır. 

Biz İcmâlî imanı şöyle formüle ediyoruz. “Allah’a, Allah katından bize ulaşanlara iman ettik. Resûlullah’a, Resûlullah indinden bize ulaşan her şeye iman ettik. 

İman esasları bir bütündür. Ba’zılarına inanıp diğer ba’zılarını inkâr hepsini inkâr demektir. Peygamber’ler ve kitaplar arasında da ayırım, Peygamberlerden ba’zılarına inanıp, diğer ba’zılarını inkâr da küfürdür. Zebûre, Tevrat ve İncil’e inanırım, fakat Kur’ân-ı Kerim’e inanmam, demek de yine küfürdür. İman tecezzi kabûl etmez...