"Ölümün var olduğunu bildiğin halde yaşayabiliyorsan, hiç bir şey için korkmana gerek yok" dedi yüreğim. 

Ve ekledi "Tak kanatlarını, uçma vakti".      

                                                                                  Melda Zirek

                                           *                                                                             

   Bu şehir hiç susmaz, durmaz, dinlenmez, kendisini beklemeye almaz. Bu şehir faili meçhullerle, kim vurdular la, pisisine gidenlerle doludur. Bu şehir yalnızlarla, kendisini yalnız hissedenlerle, zamanla yalnızlığa itilenlerle doludur. Bu şehir doyumsuzlarla, yedikçe doymak yerine acıkanlarla, şiştikçe vicdanları zayıflayanlarla doludur. Bu şehir her şeye gebedir. Her şeyi, herkesi bağrına basar ayrım yapmaz. Anaçtır... Surlarına, kulelerine, köprülerine, alt geçitlerine türlü insanlar sığınır. Bağrına olmasa da koluna bacağına tutunur birçokları. Başarısız olanların hayatları köprülerin altlarında, boğazın dibinde, son model arabaların altlarında sonlanır. Şehrin ikinci yüzüyle tanışmış olan kişilerin elinden sadece şehrin yalnızlığı tutar. Islak ve gri sokaklar onlar içindir de renkli ve şatafatlı sokaklar renkli insanlar içindir sanki. Bu da şehrin bilinmeyen kaidelerinden biridir. İstisnalar elbette ki kaideyi bozmaz ama geneli budur. 

“Yani her insan yaşadığı şehrin kalıbını alır”

                                                                     Uçurtmalar kirlenmez

                                           *

Ne demek istediğimin bir önemi yok sanırım senin nezdinde. Ne yaptığımın da pek ehemmiyeti kalmamış zannımca senin gözünde. Olsun! İnce bir sitem olarak kabul edebilirsin. Olsun. Sen ol yeter ki! Mümkünse de yanımda. Oluşunun, varoluşçuluktan çok ötede bir yerlerde, sadece bana ait oluşunun tatlı hülyalarıyla yaşayayım. Tamam. Kendimi kandırmış olacağım. Kendime haksızlık etmiş olacağım. Zamanla kendimden uzaklaşacağım. Bunların yegâne sebebi sen olsan da, olsun.

   Oysa ne güzel günlere uyanmıştık. Aynı havayı teneffüs ediyor olmanın mutluluğu damarlarımızda hızla gezinirken, ne de hakiki sevişmiştik. Şimdi aynı mekânda bile bulunmaya tahammül kalmamış. Tabii ki bunlar senin nezdinde olan şeyler. Benden yana sıkıntı yok. Ben aynı havayı içimize çektiğimiz için müteşekkirim doğaya! Tanrı'ya! Seni tanıdığım için kadere de teşekkürler. Kaderime razıyım. Böyle olması gerekiyormuş diyor bir yanım. Diğer yanım da kaderini değiştirecek olan yine sensin diren diyor. Aşka, sevgiye diren!

   Bana benden bahset diye kur yapıp, kedi gibi usulca koynuma girişlerini hatırlıyorum. Yaramaz bir kedi gibi kısık gözlerle bana bakıp, e hadi, derdin, hadi ama. Ne olduğunu sorduğumda bozulur, suratını ekşitir, bana beni anlatsana. Nasılım? diye yinelerdin. Anlamazlıktan geldiğimi bildiğini bilir, yine de bilmezlikten gelirdim. Seni büyük büyük anlatırdım. Senden bahsetmeye başlayınca dilim açılır, kelimeler senin adını duyunca farklı şekle girer, seni büyük büyük anlatırdı. Kelimeler öyle büyürdü ki inan ağzımdan zor çıkarlardı. Her çıkan şaşaalı kelime benden uzaklaşıp senin omuzlarına tünerdi. Seni okşamaya başlardı her biri. Sen kelimelerden yana zenginleştikçe ben biraz daha küçülür, senin yanında görünmez olurdum. 

“ Sen benden daha çok severdin benden çıkan seni!” Olsun.

 Senin sevdiğin her şeyi sevmeye razıydım. Kötülükler bile eğreti dururdu yanında. Yakıştıramazdım. Hep bir beden büyük gelirdi sana. Kötü sözler, kötü bakışlar... Sen iyiliklerin kalıbına göre yontulmuştun. Melekten bir heykeldin, ağır cüssenle pır pır uçuyordun... Yere teğet geçtiğin zamanlarda, işte ben hep oradaydım. Kırılmanı istemeyen ben. Her daim seni koruyan kara melek. Öyle demiştin bir keresinde. Sen benim kara meleğimsin, demiştin.

Neden kara, diye sorduğumda.

Sorma işte sen karasın demiştin. Sineye çekmiş, benim beyaz meleğim öyle istemiş, öyle olsun, demiştim…