Bilgi ticareti yapmak adına, ortalarda dolaşanların çoğaldığı bir zamanda, onlar gibi olmayan biri, sokaklarda dolaşıyor, orada burada insanlarla “insan” üzerine konuşup tartışıyor. Adam çokluğunda, adam yokluğunu gidermek; en azından sayısını azaltmak için çırpınıp duruyor Her şeyi bilmek iddiasında değil. Herkese her şeyi öğretmek savında bulunmuyor. Bilgi sunmuyor, karşılıklı görüşme yoluyla, insanın ne olup ne olmadığını ortaya çıkarmaya çalışıyor. Yassı burunlu bu kişi, bir ahlaklılık simgesi. Hem katlanmanın hem direnmenin ustası. Pırıltılı ve son derece pahalı giysiler içinde dolaşanlara da, her zaman devlete yakın olan ve hatta devlet görevleri almaktan geri durmayanlara da benzemiyor. Gerçek anlamda örnek bir kişi. Önceki zamanlarda örneği yok. Sonra da örneği olmayacak gibi. Tek kelimeyle, gerçek bir insanlık örneği. Tartışmalı düşünce etkinliği, köklü bir araştırma alanı oluşturuyor. Sanki bir okul felsefesinin bani ve kurucusu. Bu özellikler sahibi olan kişi, aslında orta halli bir ailenin çocuğu. Babası heykeltıraş, annesi ebe. İşte böyle mütevazi bir aileden, bilge bir kişi olarak yetişmiş. Hayatı boyunca bu vasfı taşımış. Bu niteliğin gerektirdiği şekilde yaşıyor, diğer insanlara da bu niteliğini aşılamaya çalışıyor. Annesi insanları doğurtuyor, o da ruhları doğurtmanın, yorulmaz gayreti içinde bulunuyor. O, insanların mutlu olması için, büyük bir özveri içinde çırpınıp dururken; huysuzluğuyla ünlü karısının bütün huysuzluklarına katlanıyor. Çocuklarının anası olan bu kadını boşamak; aklının köşesinden bile geçmiyor. Oysa, karısının O’nu hor görmesi, her zaman ve her yerde, herkesin içinde aşağılaması ve her türlü sözlü ve fiili rahatsız edici davranışlarda bulunması, dillere destan! Tüm bunlara rağmen oğullarına, annelerine katlanmaları gerektiğini öğütlüyor, kendisi de bizzat, onu hoş tutmak için elinden geleni yapıyor. Bu konuda da, içinde bulunduğu topluma örnek oluyor. İşte, böyle eşsiz bir zat; demokrasinin iyiden iyiye çürüdüğü ve ahlak bozukluğunun salgın hastalık gibi yaygınlaştığı bir ortamda, demokrasi yandaşı görünen kişilerce ölüme mahkum edilir. Çünkü o, halkı tedirgin edecek ölçülerde, düşünce ve ahlak açısından yetkin bir kişi. İçinin sesini dinliyor, para başta olmak üzere, her gelip geçici nesneyi hayatının dışında tutuyor. Kendisine bunca yapılan eziyetlere karşın; yeri geldiğinde, ülkesini savunmak için savaşlara katılıp, gerçek anlamda bir kahramanlık gösteriyor. Halkın, şahsına karşı menfi ve olumsuz tutumlarından dolayı; vatana, millete ve özellikle devlete asla küsmüyor gücenmiyor. Gerektiğinde vatan uğrunda canını vermeye amade ve hazır. Vatanı için her türlü özveriye açık olan bu insan; kamu görevlerinden inatla uzak durarak da halkı şaşırtıyor. X “Kendini tanı.” Sözünü prensip ve ilke edinmiş. Demokratik bir ülkenin fert ve bireyi olduğu halde, hiçbir zaman siyaset yapmıyor. Adeta şeytandan kaçarcasına, kendini siyasetten uzak tutuyor. Fakat yurttaşlık görevlerini tam olarak yerine getirmekten, hiçbir zaman kaçmıyor. Siyasal eylemin; hiçbir kalıcı çözüm sağlamayacağını biliyor. Başka bir yol, daha uzun, daha az çekici, görünüşte daha az ‘etkin’ bir yol tutmak gerektiğini biliyor. Bir ruhbilimci ve bir ahlakçı olarak yaşıyor. Konusu insan. “Kötülük, ölümden daha hızlı koşar.” Diyor. Onun gözünde, yalnızca insan önemli. Fakat şu sözler de onun: “Doğruyu, daha kolay elde etmek istiyorsan; yalnız insanları incelemekle yetinme. Tüm bitkileri, hayvanları, kısaca tüm doğan nesneleri incele.” X Yurttaşlarıyla çarşıda, pazarda, her yerde tartışıyor. Onlara bir şeyler öğretmeye çalışmıyor. Sorular sorarak doğruları arıyor. Onları kendilerine getirmeye çalışıyor. Onun düşünce dünyasında, doğrulara ulaşmak; ancak toplumsal ortamda, ya da başkalarıyla mümkün ve olası. Ona göre, doğrulara ulaşmak için görüşmek, konuşmak, diyalog yapmak gerekiyor. İnsanları uyarıcı tavrı, basit ahlakçılıktan çok öteye geçer. Bir anlamda en derinlere iner, yaşamın özüne doğru yürür. Yaşamla ölümü karşıt ilkeler olarak ortaya koyar. Onların; birbirinden doğan şeyler olduğunu, aralarında çifte doğuş bulunduğunu söyler. Çünkü, ölüden diri, diriden ölü çıkıyor. Bir şeyden her şey, her şeyden bir şey yapılıyor. Gerçekten, pırıl pırıl bir kişiliği var. Dükkanlarda, alanlarda tartışıyor; ‘evlerde iyi olanı ve kötü olanı araştırdığını’ söylüyor. Hatta bir gün; birinden bir tekme yer ve hiç kızmaz. ‘Bir eşek bana vurduysa, onu dava mı edeceğim?’ der. Orduya katıldığı zamanların dışında vaktini hep, doğup büyüdüğü şehirde geçirir. Sanki kendini, hayatı boyunca halkına adamış gibidir. Onlara asıl mutluluğu tattırmak, gerçek insanlığı göstermek ister. İnsan olmanın değerini ve var oluş hikmetini, bıkıp usanmadan anlatıp durur. Halkın arasında olgun, kamil her şeye ve herkese mütehammil bir kişilik sahibidir. Ordu’ya katıldığında ise, gözüpek bir savaşçı olur. Gözünü budaktan sakınmaz. Nitekim katıldığı savaşlarda, büyük yararlıklar gösterir. X Fakat, bu yürekli bilge kişiyi halk; gençlerin ahlakını bozmakla suçlar. Kendileri gerçek yaratıcıdan gafil oldukları halde, onu inançsızlıkla itham ederler. 275’e karşı 281 oyla hakkında ölüm kararı alırlar. Karara başeğen ve kaçma önerilerini geri çeviren bu zat; tarihte inancı uğruna ölen ilk bilge kişi olur. “Gençleri bozmak, mevcut İnanç ve Tanrılara inanmamak.” Gerekçesiyle, ondan davacı olurlar. Dava; beş yüz kişilik halk mahkemesince verilir. Suçun önemi uzun uzun anlatılır. Böyle ağır bir suçlu için, en kutsal göreneklere saldıran biri için, en uygun ceza idam cezasıdır. Bütün bu olup bitenler karşısında kahramanımız, ağırbaşlılığını yitirmez. Kendini savunanların hep yaptığı şeyi yapmaz. Belagatin gücüne sığınmaz. İnsanlarla konuştuğu tonda, sohbet havasında konuşur. Sıradan insan olma görünümünü elden bırakmaz: “Ben kimsenin ustası olmadım. Ama ben konuşurken, beni dinlemek isteyen biri varsa, üstüme düşeni de yerine getirmişsem, genç olsun yaşlı olsun, ben kimseye sırtımı dönmem.” devamı yarın...